Şinasi ULUDOĞAN

26 Aralık 2012

ŞEB-İ ARUZ TÖRENLERİ VE “ATA”İSTLER

RAHMAN ve RAHÎM ALLAH ADIYLA

Hamd olsun o âlemlerin Rabbi Allah azze ve celle ye ki bizleri yoktan ve hiçbir şey değilken yaratmış ve yeryüzünü ve gökyüzünü bizlerin hizmetine sunmuştur.

O her zaman kendisine itaat ve ibadet edilmeye tek layık olandır. Kendisine kulluk etsinler diye yaratmış olduğu insanın kendi cinslerinin önünde eğilmelerine ve maddeye bağımlı hale gelmelerine asla razı değildir.

Göndermiş olduğu vahiylerle ve onları insanlara en güzel şekilde sunup yaşayan Resulleriyle sürekli kendisinin Büyüklüğünün, Yüceliğinin Azametinin, Vahdaniyetinin, Hükümranlığının, âlemlerin Rabbi oluşunun, her şeyi yaratan, besleyen büyüten koruyan ve kollayan olduğunun ila ahir anlatılmasını yani kısaca kendisinin gündem yapılmasını ve Kendisinin Tekbir edilmesin emretmektedir.

Rabbinin adını an ve bütün benliğinle O'na yönel.”  Müzzemmil. Suresi 8. Ayet

Fakat Rabbinin nimetini anlat da anlat.”Duha Suresi 11. Ayet

“Rabbinin adını yalvararak korkarak ve yüksek olmayan bir sesle sabah akşam an ve gafillerden olma.” Araf Suresi 205. Ayet

“Ey Muhammed! Sabret, Allah'ın verdiği söz şüphesiz gerçektir. Suçunun bağışlanmasını dile. Rabbini akşam sabah överek tesbih et.” Mü’min Suresi 45. Ayet

“Ey Muhammed! Sana vahiy yolu ile indirilen Kitab'ı oku ve namazı kıl. Hiç kuşkusuz namaz, insanı iğrenç işlerden, kötülüklerden alıkor, Allah'ı anmak en büyük ibadettir. Allah ne yaptığınızı bilir.” Ankebut Suresi 45. ayet

“Onlar ayaktayken, otururken ve yanları üzerine yatarken Allah'ı anarlar; göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde düşünürler. Ve "Rabbimiz! Sen bunu boş yere yaratmadın, Sen yücesin, bizi ateşin azabından koru." derler.” Ali İmran Suresi 91. Ayet

“Onlar, iman etmiş ve kalpleri Allah zikriyle yatışmış olanlardır. Evet, iyi bilin ki, kalpler Allah'ın zikri ile yatışır.” Rad Suresi 28. Ayet

“Ey iman edenler! Allah'ı çokça anın”. Ahzab Suresi 41.Ayet

“Onlar inanan ve Allah 'ı anmakla gönülleri huzur bulan kimselerdir. İyi bilin ki gönüller, ancak Allah 'ı anmakla huzur bulur.”(Ra'd: 87/28)

“Namaz kılındıktan sonra yeryüzüne dağılın ve Allah 'm lütfundan (nasibinizi) arayın. Allah'ı çok anın ki başarıya eresiniz.” (Cum'a: 96/10)

“Kendilerini ne ticaretin, ne de alışverişin Allah'ı anmaktan, namaz kılmaktan, zekât vermekten alıkoymadığı erkekler. (Onlar), yüreklerin ve gözlerin (dehşetten) ters döneceği günden korkarlar.” (Nûr: 102/37)

İşte ayetlerden de çok net olarak anlaşılacağı gibi Rabbimiz tüm benliğimizle O’na yönelmemiz ve O’nu tekbir edip O’nun şanını yüceltmemiz ve her ne yapar edersek ve yapmayıp kaçınırsak O’nun razılığını dikkate almamız gerektiğinin altını çizmiştir. Allah’ın tek başına anılmasından rahatsızlık duyanların varlığını da yine kitabımızdan öğreniyoruz.

“Allah’ın adı tek olarak anıldığı zaman, ahirete inanmayanların kalpleri nefretle çarpar. Ondan başkaları anılınca hemen neşelenirler.”

Konuya bu şekilde girdim çünkü Allah azze ve cellenin tekbir edilmesi gündemin ilk ve tek konusu olması sadece O’nu dille anmak değildir elbette. İslam’ın gerek siyasi gerek ekonomik, gerek toplumsal, gerek ailevi anlamdaki hükümlerini dile getirmek ve bunun gereklerini ortaya koymak için çaba göstermek Allah azze ve cellenin ilk başta biz mümin kullarından istemiş olduğu sorumluluklarımızdır.

Zira yüce kitabımız Kur’an’ı Kerimde biz Mü’min’lerin öncelikli görevleri arasındaEMRİ BİL MARUF NEHYİ ANİL MÜNKER’in bulunduğu belirtilmektedir. Bu sorumluluk hayatın her alanına sirayet etmesi gereken bir sorumluluktur.

Dolayısıyla bu işe ilk evvelden Rabbimizin şanını yücelterek ve onun kulları üzerindeki sonsuz rahmetini ve şefkatini anlatarak ve yine O’nun kulları için yaratmış olduğu sayısız ve sınırsız nimetleri ortaya koyarak yapmalıyız.

İnsanların yine kendileri gibi birer insan olan varlıkları aşırı derecede övüp yücelttiklerine asırlardır şahit olmaktayız. Aslında bu durum insanlığın ta başlangıcından beri var olan en büyük yanlışlardan bir tanesidir. Çünkü bu yanlışlar öncelikle iyi niyetle başlar ve daha sonraları gerek atalar olsun gerekse manevi anlamda üstün görülen şahsiyetler olsun onları Allah katında bir dereceye çıkarırlar.

Geçen günlerde Samanyolu TV ‘de CHP Genel Başkanıyla yapılan bir söyleşi var idi. Bu söyleşide spiker “Mevlana”yı anma  <Şeb-i Aruz > törenleriyle ilgili bir soru yöneltti. Mevlana’yı anma törenlerinde nasıl bir konuşma yapacaksınız?“ Muhalefet Lideri de aynen şu cevabı verdi. <Mevlana büyük bir insan Onun büyüklüğünü, onun insan aşkını ve sevgisini, onun yüceliğini, onun sönmez fikirlerini, onun ışığını anlatan bir konuşma yapmayı planlıyorum.> Görüldüğü üzere bir kesimin lideri olarak CHP Genel Başkanında temayüz eden bu gerçek maalesef toplumun geneline yakın çarpık bir zihniyetin apaçık göstergesidir. Tabi ki insanlar geçmiş atalarını hatırlayacak onların iyi ve güzel yönlerini devam ettirecektir. Böyle yapmaları da insan olmanın bir zorunluluğudur.

Benim karşı olduğum şey kişilerin, sınıfların cemaatlerin, mezheplerin, aşiretlerin, kavimlerin, devletlerin ve yahut ta milletlerin,  geçmiş atalarını olması gerekenin fevkalade üstünde anması, övmesi kutsaması hatta ve hatta putlaştırmasıdır. Atalarıyla övünmek bizim toplumumuzun ve diğer toplulukların en büyük özelliklerindendir. Ferdi olarak bile olsa kişilerin her hangi dini içerikli bir konuşmada “benim dedem hoca idi yahut benim bilmem kaç kuşak öncem hafız veya müderris idi gibi birçok övünmeci sözle karşılaşmışızdır.

Bu realiteden hareketle yanlış, çarpık ve insanları şirke götüren ve ibadet hazzıyla eda edilen bu sorunu tekrar gündeme taşımak istedim.  Dolayısıyla Allah azze ve celle tarafından sadece kendisine kulluk amacıyla yaratılan insanın, kendileri gibi birer yaratılmış olan, ister geçmişte yaşamış olsun isterse aynı zamanda yaşıyor olsun bir takım insanları yüceltmemesi ve sebepleri değil bu sebepleri yaratanı anmalarını sadece ve sadece Allah azze ve celleyi övme, tesbih ve takdis etmeleri gerektiğini hatırlatmaya çalıştım. Gerçi bunu Kur’an bilincine ulaştığımız günden bu yana yapmaktayız. Ancak üzülerek görmekteyiz bu anlayış gittikçe katmerleşerek devam etmekte ve kitleleri de peşinden sürüklemektedir. Zira bu sorun insanlığın ta başından beri yaşamış olduğu bir sorundur, kişiyi ve toplumları şirke sürüklemektedir. Günahların en büyüğü olan şirk günahını işleme konusunda günümüzün parti liderleri, cemaat liderleri, şeyhler ve efendiler asla yalnız değildir. Zira bu insanlar için varsa yoksa atalarının anılması, övülmesi ve yüceltilmesidir. Onların övülüp yüceltilmesi onları zevkten dört köşe etmekte ve manevi olarak büyük bir haz almaktadırlar. Ayrıca kutsiyet atfettikleri kişiler üzerinden de siyasi ve ekonomik rant devşirmektedirler.

Allah’ın indirdiği vahyin mana ve mesajını toplumsal hayatın her alanından soyutlayarak dini bireyleştirmenin ve dini (İSLAM’I) vicdanlara hapsetmenin olumsuz yansımalarından en önemlisi olarak karşımıza çıkan bu şirkin vahiyle izolasyonu mutlaka sağlanmalıdır. Zira Geçmişte yaşamış kişiler, kavimler milletler ister hak yolda olsun isterse batıl onların yaptıkları onlara sonrakilerin yani bizlerin yaptıkları da bizleredir. Hiç bir kimse bir başkasının günah yükünü taşımaz, hiçbir kimse diğer bir kimsenin de sevabından bir şey tahsil edemez. Kim doğru yolu izlerse kendisi için izler. “Kim doğru yoldan saparsa kendi zararına sapıtmış olur. Hiç kimse bir başkasının günah yükünü taşımaz. Bir peygamber göndermedikçe hiç kimseyi azaba çarptırmayız.” İsra suresi 15. Ayet

Yine bir ayeti kerimede Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Onlar gelip geçmiş bir ümmettir. Onların kazandıkları onlara, sizin kazandığınız da size aittir. Ve siz onların yaptıklarından dolayı sorumlu olmayacaksınız.” Bakara Suresi 141. Ayet

Allah azze ve celle bu dünyadaki yaşama dair bir yasa koymuştur. (SÜNNETULLAH)  Ve bu yasada bir değişme bulmak söz konusu değildir “Allah'ın daha önceden geçenler hakkındaki sünnetidir. Sen, Allah'ın sünnetinde bir değişiklik bulamazsın”. Ahzab Suresi 62. Ayet

Bu yasa gereği insanların hayatta tutunabilmeleri için maddi ve manevi sebepleri yaratmış ve bunları insanlığın hizmetine sunmuştur.

Vahiy ve Resul gönderilmiş kavimlerin kendilerine gelen vahyi belli bir müddet sonra nasıl tahrif ederek Resullerinin yolunu terk ettiklerini kitabımız Kur’an’ı Kerimden çok net olarak görmekteyiz.O kavimlerde genel olarak “atalar” dinini esas alıyorlardır.

“Onlara; «Allah'ın indirdiklerine uyun» denilince; «Hayır, biz atalarımızdan gördüklerimize uyarız» derler. - Peki, ya onların ataları hiçbir şeyi düşünemeyen, doğru yolu bulamamış kimseler idiyse de mi öyle yapacaklar?” (Bakara 170) 

“Onlara Allah'ın indirdiği Kur'an'a ve Peygambere uyunuz denildiğinde, «Atalarımızın miras bıraktığı düzen bize yeter» derler. Peki ya, ataları hiçbir şey bilmeyen, doğru yoldan uzak kimseler idiyse?” (Maide 104) 

“Dediler ki; «Ya Salih, bundan önce sen kendisine umut bağladığımız bir kişi idin. Şimdi bize atalarımızın taptıkları ilahlara tapmayı mı yasaklıyorsun? Bizi benimsemeye çağırdığın ilkeler konusunda koyu bir kuşku içindeyiz.»” (Hud 62)

“Kavminden önde gelen kâfirler dediler ki; «Bu adam tıpkı sizin gibi bir insandır. Üzerinizde üstünlük kurmak istiyor. Eğer Allah dileseydi, bize bir melek gönderirdi. Onun söylediklerini eski atalarımızdan hiç duymamıştık.»” (Muminun 24)

“Onlara apaçık anlamlı ayetlerimiz okunduğunda «Bu adamın tek istediği şey, sizi atalarınızın taptığı putlardan vazgeçirmektir» ve «şu Kur'an, düzmece bir yalandan başka bir şey değildir.» dediler. Kâfirler, kedilerine gelen «gerçek» için «Bu apaçık bir büyüden ibarettir.» demişlerdi.” ( Sebe 43)

“Hani O babasına ve soydaşlarına «Şu karşılarında saygı duruşu yaptığınız heykeller nedir?» dedi.” “Onlar da «Babalarımızı onlara tapar bulduk» dediler.” “İbrahim «Gerek siz, gerekse babalarınız gerçekten koyu bir sapıklığa düşmüşsünüz» dedi.” (Enbiya 52-53-54)

“Onlara; «Allah'ın indirdiğine uyun!» dense; «Hayır biz babalarımızın üzerinde bulduğumuz yola uyarız» derler. Şeytan babalarınızı alevli ateşin azabına çağırmış olsa da mı?” (Lokman 21)

Ayetler dikkatle analiz edilirse geçmiş ümmetlerinde baş hastalığı atalarının yolunu her halükarda devam ettiriyor olmalarıydı.21. yüzyılı yaşadığımız bu çağda da örneklerini verdiğimiz bu durum esefle görüyoruz ki artarak devam etmektedir.

Mezhebi alandan tutunda etnik alana, sosyo ekonomik boyuttan tutunda kültürel alanda toplumun genel olarak ibadet aşkıyla icra etmiş olduğu bu ritüellerin apaçık şirk olduğu ve sahibini tövbe etmediği takdirde ebedi cehenneme sürükleyeceği muhakkaktır.

Şia’nın aşırılığa kaçan kollarına mensup insanlarının Hz. Ali’yi,  Hz Hüseyni, Hz Hasan’ı ve diğer imamları dillerinden düşürmemelerine, tasavvuf ehlinin şeyhlerini, mürşidlerini sürekli lisanı dil ile anmalarına günah işlemeyi düşündüklerinde şeyhlerine <rabıta>, ettiklerine, laik Kemalistlerin Mustafa Kemali varlık sebepleri saymalarına ve birçok kere taraftarlarınca laiklik elden gidiyor diye anıtkabire gidip ölmüş biri olan, duymayan, görmeyen kendisine fayda yahut zararı dokunmayan güya manevi şahsiyetine sığındıklarını dile getirdikleri kişiye, sevmedikleri iktidarları ve kitleleri şikâyet etmelerine particilerin parti liderlerine biat ederek sürekli onların sözlerinden alıntılar yaparak konuşmalarına çoğu kez şahit olmuşuzdur. Bizler Allah’a çağırdıkça onlar kendi mensup oldukları yerlere insanları çağırmakta ve çağırdıkları yerin yanılgısız yerler olarak görülmesini sağlamaya çalışmaktadırlar.

Günümüzde Kur’an’ı hem lâfzen hem de mealen ezber etmiş ve ülkemiz vatandaşlarınca da yakinen tanınan dini alanda faaliyet gösterdiğini iddia eden birçok çağdaş ilahiyatçı profesörün, geleneksel anlamdaki hurafelere savaş açtıklarını ancak çağdaş putperestliğin değirmenine ise su taşıdıklarını görmekteyiz. Kuran’daki birçok ayeti kendi heva heveslerine göre tevil edip çarpıtarak ( Müddesir suresindeki 19 ayeti gibi vs) ayetlerin canına okuyarak onları Küfür sisteminin kurucusu olan Mustafa Kemal’e atfetmeleri ve yahut günümüzde İslam ülkelerine İslam’la en uyumlu bir yönetim tarzı olduğu iddia edilen demokratik ve laik sekülerliliğin ihraç edilmeye çalışılması bunu ibadet aşkıyla yapan bu kesimin ebedi felaketine yol açacaktır.

Oysaki dini başkalarından değil kendilerinden öğrenilmesini isteyen bu zevatın Yahudi âlimlerinden hiçbir farkları yoktur.

 İçinde yaşadığımız ümmetin samimi niyetlerle geleneksel anlamda “ kutlu Doğum “ haftası tertip ettikleri ve genelinin Hz. Muhammed aleyhisselamı, hem Kur’an’ın ayetlerine hem de bizzat kendi sözlerine ve uyarılarına aykırı olarak andıklarına ve yücelttiklerine şahit olmuşuzdur. Kutlu Doğum mu? Kutlu Ölüm mü “ başlıklı bir yazımda da yazmış olduğumuz gibi yürüyen Kur’an olan ve sadece onun ahlakıyla ahlaklanan Hz. Muhammed (SAV)’i hayatın içinden söküp alarak çevresine sadece tebessüm eden, herkese gül dağıtan, neredeyse Allahtan daha merhametli,  İslam’ın gereklerini yerine getirmemiş de olsa ömründe bir sefer de olsa kelimeyi tevhidi söyleyeni cennete ulaştıran bir yarı tanrı konumuna çıkarttıklarını görmeyenimiz bilmeyenimiz yoktur.

Oysaki Resullerin istisnasız tamamı sadece ve sadece kendilerini risalet göreviyle görevlendiren Allah azze ve celle den başkasını övüp yüceltmemişlerdir. Kur’an’da geçen “falan Resulüde an” vs şeklinde geçen hatırlatmalarda da açıkça görülür ki onların anılması Allah’ı Allah’ın istediği gibi anmalarından kaynaklanmaktadır. Nitekim şu ayetler bunun en açık delilleridirler.“Onların dediklerine sabret de güçlü kulumuz Dâvûd'u an; çünkü o (bize) çok başvururdu”  Sad Suresi 17. Ayet  “Kuvvetli ve bâsiretli kullarımız İbrâhim'i, İshak'ı ve Ya'kûb'u da an.  Biz onları âhiret yurdunu düşünme özelliğiyle temizleyip, kendimize hâlis (kul) yaptık.” Sad Suresi 45 ve 46. Ayetler

Dolayısıyla Allah azze ve celle insanların bütün gönülleriyle kendisini zikretmelerini, tesbih ve takdis etmelerini, Hamd ile şükür getirmelerini velhasıl hem zihinsel hem de eylemsel anlamda Allah merkezli bir hayatın kurtarıcı bir hayat olacağının altı çizilmektedir.

Müslüman olmayı Hz Muhammed aleyhisselamın başına kakan bedevilere Allah azze ve celle Resulü üzerinden şöyle cevap vermektedir. “Müslüman oldular diye sana minnet etmektedirler. De ki: 'Müslümanlığınızı bana karşı minnet (konusu) etmeyin. Tam tersine, sizi imana yönelttiği için Allah size minnet etmektedir. Eğer doğru söylüyor iseniz (bunu böyle kabullenmeniz gerekir.)'Hucurat Suresi 17. Ayet

Her yıl bin bir zahmetle bin bir masrafla ve ibadet aşkıyla organize edilen < Şeb-i Aruz > ve benzeri anma törenleri Kur’ani anlamda hiçbir dayanağı mevcut olmadığı gibi tamamen bidattır ve hurafedir. Bu gibi şeylerin ısrarı toplumları zahiren bir arada tutuyor görünse de aslında bu birliktelik asli birliktelik değildir. Yani insanlar “Mevlana”yı, Pir Sultan Abdal’ı, Hacı Bektaşi Veliyi anmada değil “TOPLUCA ALLAH’IN İPİNE SARILMAKTA” bir araya gelmek zorundadırlar.

 Âcizane bir beşer olarak kendi aklımız muvacehesince bu konu yazmış olduklarımızdan daha fazla yer tutacak niteliktedir.  Bu konuda aşağıya alıntıladığım ayetler aslında sayfalarca yazış olduğum konuyu çok net olarak açıklamaya yetmektedir.

Onlar iman etmişlerdir ve kalpleri Allah'ı anmakla huzura kavuşur. Haberiniz olsun ki, kalpler ancak Allah'ı anmakla huzura erebilirler.” Rad Suresi 28. Ayet.  ...”Kur'an'a dayanarak olanca gücünle onlarla mücadele et.”Furkan Suresi 52. Ayet. “Sana kitabtan vahyolunanı oku, namaz kıl. Muhakkak ki namaz, hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Allah'ı zikretmek ise muhakkak ki en büyüktür. Ve Allah; yaptıklarınızı bilir.”

SELAM VE DUA İLE