
Mükerrem BULUT
28 Ocak 2008
ŞEHİDİM
Dönmüşsün geldiğin yere. Ne mutlu sana.
Öyle bir dönüş ki bu, muhteşem.Tam da Rabbin istediği gibi
Hayatını adadığın inancın ve Rabbin uğruna bir gidiş.
Öyle bir gidişle gitmişsin ki, hala anıyoruz seni. Adın yüreklerimizi sızlatıyor.
Hala Fatih Camii’ne gittiğimizde arka avlusunda sanki biz de vuruluyoruz.
O kurşun bizi de vuruyor.
O kurşun bizim de parçalıyor yüreklerimizi.
Göz bebeklerimizden akmasına engel olamıyoruz gözyaşlarımızın.
Bu yolculuğun çok ağır geçti bizim için şehidim.
Sensizliğin haberinin geldiği karanlığa koşmak ne acı.
Umulmadık yerden umut aramak.
Varlığının farkına varamamışken, yokluğuna alışabilmek.
Ellerimizden kayıp gidişini izlemek çaresiz bir şekilde.
Ne acı, yaşayışında kıymet bilmeden yokluğuna ağıtlar yakmak.
Yaşlandığını görememek ne acı.
Başladıklarını bitiremeden emanet bırakarak gidivermen.
Ama tüm bunlardan acı olanı, beraber davaya adım attığınız arkadaşlarının bir kısmının savrulmaları.
Senin başlattığın mücadelenin, bıraktığın emanetin üzerinin hiç açılmamak üzere örtülmesi ne acı.
Bazı “dava arkadaşları”nın şimdilerde seni ve senin inandığın davayı unutturmaya çalışmaları ne acı.
Gitmeyeceğinden o kadar eminken, başladıklarını en azından bitirebileceğini düşünürken emin bir şekilde, bitiremeden gidivermek ne acı.
Dönüşün üzerine kurulan hayaller ne acı.
Ne acı bıraktığın emanete talip olamamak.
Ne acı seni ve davanı unutmak, hatırlamamak.
Ne acı seni sadece isminle anmak fakat yaptıklarını ve uğruna canını seve seve verdiğin davanı anmamak.
Seninle davanın arasını ayırmak ne acı.
Seni, herkesin hatırladığı gibi anlık hatırlamak ne acı.
Seni ve inandığın, uğruna şehit olduğun değerlerini senede bir gün, bir saat hatırlamak ne acı.
Sensizliğe alışmak acı şehidim.
Vakit geldi artık, söylenmemiş sözleri ve duyguları yazmanın.
Vakti geldi yiğide hakkını vermenin, hak ettiğinin son damlasına kadar hem de.
Vakti geldi, bıraktığın emaneti sahiplenmenin.
Ucundan tutmak değil, kavramanın vakti geldi.
Aynı ızdırabı yaşamak bile olsa sonuçta, senin yolunda olmanın vakti geldi.
Tek yürek, tek bilek olmanın vakti geldi.
Dillendirdiğimiz şehadet şerbetini tıpkı senin gibi kana kana içmenin vakti geldi.
Değil mi ki, her canlı ölümü tadıcıdır. O halde tıpkı senin gibi iz bırakarak bu dünyayı terk etme bilincine ulaşmanın vakti geldi.
Duyduğunda sevineceğin, mutlu olacağın, belki de seni yüreklendirecek olan bu sözleri maalesef ölümünden sonra da olsa haykırmanın vakti geldi.
Yokluğunun, imanımıza, dik duruşumuza, yürüyüşümüze vesile olduğunun farkına varmanın vakti geldi.
Gidişini ve gidiş gayeni küpe yapıp kulağımıza asmanın vakti geldi.
Bu hakka yürüyüşünün kaç kuru ağaca su verdiğini, kaç kurumaya yüz tutmuş fidanı beslediğini bilmenin vakti geldi.
Bize hayat dersi veren yaşantının da ölümünün de, “Deki: Benim Namazım Hayatım ve Ölümüm Alemlerin Rabbi olan Allah içindir” ayetinin bir tecellisi olduğunu bilmenin vakti geldi.
Hayatının, dersi kaynatmadan sınıfı geçen insanların da varlığının belgesi olduğunu söylemenin vakti geldi.
Yaşarken ölenlerden değil, öldükten sonra da yaşayanlardan olabilmek için çalışmanın vakti geldi.
Savrulan günlere dur demenin vakti geldi.
Hoyratça tüketilen ömrün sonuna yaklaşıyoruz ve artık bu gidişe bir dur demenin vakti geldi.
Rabb’den geldiğimizin ve yine O’na döneceğimizin farkına varmanın vakti geldi.
Ecel gelip çatmadan, insan gibi yaşayıp insan gibi ölme bilincine kavuşmanın vakti geldi.
Şehit olabilmek için önce şahit olmak gerektiği idrakine kavuşmanın vakti geldi.