Coşkun UZUN

06 Şubat 2011

SIRA TÜRKİYE'DE Mİ?

Unutmayalım ki, dün nasıl bütün peygamberlerin yolu Mekke’lerden geçtiyse, aynen bugün de bütün insanların ve özellikle Müslüman ve muvahhidlerin yolu Mekke’lere yani direniş ve şehadete çıkmaktadır. Despotların, Firavunların, Karunların mirasçısı olan çağdaş zalimlerin karanlık dönemleri artık bitip kapanıyor.

 

Şehadet inkılâbın müjdesidir, müjdeler olsun!

 

Her ne kadar olanlara bakılarak henüz İslâmî bir devrim veya inkılâptan bahsetmek şimdilik mümkün değilse ve bunun için çok erken olsa da, yaşanan gelişmelere bakılarak Küresel bir intifada direnişinin, uyanış ve dirilişin startının çoktan verilmiş olduğu pekâla açıktır.

 

Tunus ve Mısır’daki müslüman halkın haklı başkaldırı ve isyanlarını, İslâmî ve insanî iradeyle yiğitçe direnişlerini gönülden selamlıyor ve inşaAllah sıra bize geliyor diye seviniyoruz.

 

Bizler sadece Tunus veya Mısır halkının değil, öncelikle kendi halkımızın ve haklarımızın yanındayız. Allah(cc)’a karşı kulluk ve sorumluluklarımızın peşindeyiz. Ve tabii ki İslâmî irademizin ünündeki bütün engellerin de karşısındayız.

 

Eğer zahmet edip hatırlarsak; bizim müçtehidlerimiz, alimlerimiz ve mezhep imamlarımızın hiç biri Rumlara, Hıristiyanlara, kâfir, müşrik otoritelere karşı değil, aksine İslâm adına halkları yöneten zalimlere karşı oldukça çetin ve tavizsiz bir iman mücadelesi vermişler ve ne yazıktır ki yine aynı otoriteler tarafından da şehid edilmiştiler.

 

********************

 

Uyanık olup gündeme ve olaylara karşı duyarlı kalmak kadar ilkeli ve dakik olmakta şart şu günlerde. Biz ne zaman kendi coğrafyamızdaki zalimlere karşı hakça ve müslümanca itirazlarımızı yükselteceğiz dersiniz? Yoksa sıra bizde değil mi? Bize sıra hiç gelmeyecek mi? Hep dışarısını mı hedef tahtasına oturtacağız? Uzaklara seslenip tepki göstermek bizi yanıltıyor olmasın?

 

Acaba bizler sadece uzaklardaki kardeşlerimize destek veya yardım göndermekle, protesto ve tepkilerle onlara katılmanın, sorumluluklarımızı yerine getirmiş olmanın mümkün ve yeterli olmadığını ne zaman anlayacağız? Kendi evindeki yangını söndürmeden komşudaki yangına müdahale etmenin abesliğini bilmeyen var mıdır?

 

Afrika’larda kuyular açılmasın, Filistin’e yardım gönderilmesin, Kurban organizasyonları yapılmasın, değişik coğrafyalarda okul-yurt-yetimhane inşa edilmesin, sıcak cihad bölgelerine fiilen mücahid olarak gidilmesin demiyoruz. Aksine bir taraftan dışarıda bunlar yapılırken diğer yandan da öncelikli olarak içeride çok sağlam İslâmî temeller atılmış olmalı, insanlar yeniden İslâm ve Kur’an’la, Peygamber’le tanıştırılmış, kendilerine davet götürülmüş, ihtiyacı olup ilgi duyana tebliğ edilmiş, uyarılmış, Ahiret-Cennet-Cehennem-Hesap-Kulluk-İbadet-Adalet-Din sabırla ve açıkça hatırlatılmış olmalıdır diyoruz. Halka içeriden dışarıya doğru yayılır ve açılır, sular tersine akıtılamaz diyoruz. Emeklenmeden, ilk adımlar atılmadan yürünmez ki bir yerlere varılsın diyoruz. Önceliklerimizi ve ihtiyaçlarımızı birbirine karıştırmayalım, sorumlu olduklarımızı ve güç yetirebileceklerimizi ayırt etmesini artık öğrenelim diyoruz.

 

Daha dün; Bosna’da Sırp’lara, Çeçenistan’da Rus’lara, Irak’ta ABD ve Saddam’a, Filistin’de Siyonistlere karşı çıkıp mazlum dünya halklarına destek vermek için hak ederni kınayıp eleştiren, protesto eden, bedeli ne olursa olsun müslümanca ve onurlu bir tepki ortaya koymaktan asla geri durmayan, her türlü işgal, soykırım ve diktatörlüğe karşı değişik coğrafyalardaki iman kardeşlerine destek vererek, dünyanın dört bir yanındaki kardeşleriyle dayanışmak ve onlara yardım elini uzatmak, dertlerine ortak olup onlarla maddi ve manevi olarak kucaklaşmak için bir kuş gibi cihad bölgelerine uçup gidenler, Küresel istikbara, zulme, işgale ve teröre karşı Küresel ölçekte kardeşlik ve direniş köprüleri kuranlar, acaba kendi yerel gerçeklikleriyle ne zaman yüzleşecekler?

 

Meşhur benzetmedir çokları bilirler eşeğin hikâyesini. Sahibi eşeğin sırtına-arkasına vurduğunda o hiç umursamaz ve ‘komşumu dövüyorlar herhalde’ diye oralı olup sesini çıkarmazmış. Eşeğin boynuna boynuna vurmaya başladıklarında ise ‘eyvah sıra bana geldi galiba’ dermiş. Bizimkisi de o hesap oluyor bazen. Zülfi yâre dokunana kadar nemelazımcılık edip çıt çıkarmıyor, zulüm kapımıza dayanana kadar dışarıda olup bitenlere karşı açık ve net, izzetlice tavır almıyor, iş başa düşene ve su köprüyü bölene kadar adeta mışıl mışıl ve ayakta uyuyoruz. Boynumuza vurmaya başladıklarında ise zaten iş işten geçmiş oluyor. Sonuçta dayağı yiyen de faturayı ödeyen de hep biz oluyoruz.

 

Ne kadar farkında olduğumuz belki biraz tartışılır fakat biz ne hikmetse(!) genellikle hep evin dışından gelecek tehdit ve tehlikeleri beklerken aslında daha çok evin içindekiler(!) tarafından vuruluyoruz.

 

Hepimizi çatır çatır değiştiriyorlar. Bizleri kendimizden sandığımız, daha dün kol kola yürüdüğümüz kişiler eliyle alıştıra alıştıra, uyuşturuyor ve dönüştürüyorlar.

 

Bizleri değiştire dönüştüre kulluk yolculuğumuzdan alıkoyanlar İslâmî kimlik ve Kur’anî değerlerimizden uzaklaştırıp adeta kendi kendimize bile yabancı hale getiriyorlar.

 

Dışarıdaki baskı, tehdit, zulüm, haksızlık ve hukuksuzluklara karşı takındığımız tavrı ve gösterdiğimiz duyarlılığı sıra içeriye geldiğinde unutuyor ve adeta süt dökmüş kediye dönüyoruz.

 

Nasreddin Hoca’nın “Eski ayları kırpıp kırpıp yıldız yapıyorlar” dediği gibi, köprüden geçmenin hatırına bize ayıya dayı dedirtiyor, dur şimdi sırası değil deyip sindiriyor, sonuçta da pısırıklaştırıyorlar.

 

Müslümanları Demokrat, Dindarları Muhafazakâr, Mücahidleri Müteahhit, Muvahhidleri Liberal, Radikalleri Bürokrat, Müstaz’afları Vekîl, Gayretkeşleri Partici yapıyor, Cemaatleri STK’laştırıyorlar. Nice arslanlar kediye, nice kurtlar kuşa çevriliyor.

 

Mert belli değil, namert belli değil. İçimiz dışımıza karışmış, saflar piramide dönmüş, karşımızdakiler yanı başımıza gelmiş. Söyleyecek sözü olanları taraf olması için masaya çağırıyor, aksi halde hariçten gazel okumakla itham ediyor, sakıncalı piyade ilan edip, üstüne bir güzel de azarlıyorlar. Radikallikte ısrar edenleri ise her zaman olduğu gibi marjinal, halâ orada, kendini bir türlü geliştirip değiştiremedi diyerek ayıplıyorlar.

 

En kötü şey alışmak ve alışkanlıklardır, bunu herkes bilir. Ve bu ifade yerden göğe kadar doğrudur. Artık hepimiz de birçok şeye alışmış ve maalesef kanıksamış durumdayız. Daha dün küplere binip renkten renge girdiğimiz duyarlılık ve ilkelerimiz için bugün birçoğumuzun kılı bile kıpırdamıyor artık. Neden? Çünkü artık bırakın baltanın sapının bizden olmasını veya geminin kaptanını, askerin komutanını, bunlardan çok daha öteye gidilmiş ve bölgesel güçtü, stratejik ortaktı, müttefikti derken Büyük Şeytan Amerika ile kanki, İsrail ile Sırdaş, Hıristiyanla çoktan kardeş olunmuş bile.

 

Hani “Eldeki serçe damdaki tavuktan yeğdir”, “Dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan olmak”, “Ava giderken avlanmak” gibi deyimlerimiz vardı bizim!

 

Sınırlarımızın dışına umutla ve heyecanla bakarken içeriye karşı yabancılaşıyoruz ister istemez. Basiretimiz bağlanıyor, kendi coğrafyamızda ve yakın çevremizde olup bitenlere karşı sağır kalıyor, dilsiz ve kör oluyoruz sanki.

 

Her yerde çatır çatır haramlar işleniyor, ırzlar kirletiliyor, nice imanlar dünyalıklar karşılığında satılığa çıkıyor ve din-diyanet birilerince yeniden tanımlanırken, sınır ve coğrafya tanımayan inançlar globalizme, demokrasiye, Amerikancı-ılımlı İslâm’a(!) kurban verilirken, Allah(cc)’dan başkasının önünde eğilmemesi gereken başlar üç kuruş menfaat veya her nasılsa ödenen bir miktar küçük bedeller karşılığında eğilirken…….

 

Burada ortalık güllük gülistanlık mı?

Adalet devletinde mi yaşıyoruz?

Göğsümüzü gererek, kimseden korkmadan, İslâmi ve Kur’anî bir sistem istediğimizi dillendirebiliyor muyuz?

İçeride birey ve toplum açısından her şey olması gerektiği gibi mi sanki?

Şikâyet edilecek veya yapılacak hiçbir şeyimiz yok mu bizim?

Okullardaki eğitimin içerik ve müfredatını onaylıyor muyuz?

Bizler herhangi bir şekilde ama mutlaka baskı, dayatma, haksızlık, zulüm ve şiddet görmüyor muyuz?

Haksız takibatlarla, mesnetsiz iftira ve tertiplerle her yerde ve her zaman önümüz kesilmiyor mu?

İş ve ticaret hayatımızda ağırlıklı bir yer edinerek temelli yerleşen kapitalizm ve onun getirisi olan faizli-bankalı-finanslı eksenden neler çektiğimizi bilmiyor muyuz?

Demokrat, hoşgörülü ve tasavvuf ehli olmak arasında sıkıştırılıp, aksi halde terörist ilan edilen bizler değil miyiz?

 

Şişşştt ne olursa olsun marjinalleşmeyelim, artık daha fazla radikal olmayalım, aman sivrilmeyelim, şimdilik bizi fark eden olmasın, kimselere çaktırmayalım, sessiz olalım, ürkütmeyelim, korkutmayalım….

 

Bizim bu garip halimize bakıp durumumuzu gören veya duyanlar da sanki ava çıktığımızı veya balığa gittiğimizi ürkeklik ve sessizliğimizin de ondan kaynaklandığını sanacaklar.

 

Acele etme, dur biraz bekle, hele-gele, kösele derken; öncelikle sinirlerimizi aldılar bizim. Sonra sorumluluk ve duyarlılıklarımızı bir şekilde törpülediler ve şimdi de artık genlerimizle oynuyorlar. Fakat kaç kişi bunun farkında ve kimin umurunda bütün bu olanlar?

 

Hep beraber ileriye ve çok uzaklara bakalım buna varız eyvallah ta, ağaçlardan ormanı görememe garabetini, işaret edilene değil de işaret parmağına bakma aymazlığını nereye koyacağız?

 

Uzaklardaki zalimlere bakmaktan yakınımızdaki veya hemen burnumuzun dibindeki işbirlikçileri, fasık ve müfsitleri göremeyenlere ne demeli?

 

Tunus’ta Bin Ali ve Mısır’da Hüsnü nâmübarek gibi zalimlerin geçmişteki diğerleriyle ortak olan akıbetlerine basiret ve firasetle bakalım lütfen. Halklarının sesine kulak vermeyen yerli ve yabancı, içteki ve dıştaki bütün zalimlere dünya siyaset tarihinin çöplüğüne bakmalarını söylüyor, özellikle Şuara suresinin “Zalimler nasıl bir inkılâba uğrayarak devrilip gideceklerini yakında görecekler” mealindeki 227. ayette ifade edilen ilâhî vaadi gösteriyor, yakın geçmişteki Gorbaçov’ları, Enver Sedat’ları, Çavuşesko’ları, Saddam’ları ve uzak geçmişteki Firavunları, Karunları kendilerine hatırlatıyoruz.

 

Artık bundan sonra geriye dönüş mümkün değildir ve hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır.

 

Bizler; Kur’an ve Sünnet kaynağından beslenerek inanç ve akidesini belirleyen, nebevî mücadele mirasına sahip, sistem dışı, bağımsız, şehidlerin ve Salihlerin yolu olan tevhidî muhalif çizginin izleyici ve temsilcisi olan bizler; herhangi bir şekilde dayatma, zorakîlik, baskı, şiddet, tehdit, şantaj, terör, despotluk, silah, öldürme, yaralama, işkence içermeyen, gönüllü Tevhidî dönüşüm ve tabii değişimden yanayız.

 

“Bir toplum kendi özündekileri değiştirmediği sürece, Allah onların durumunu değiştirmez” (13 Rad 11)