Coşkun UZUN

10 Temmuz 2010

SÖZDE MÜSLÜMANLAR -2-

Müslümanlığımız Sözde Kalmamalı, Özde olmalı!

 

Bizler olduğumuz yerde oturup, ‘armut piş ağzıma düş’ kolaycılığına ve zulümle, küfürle, isyan ve şirkle iç içe yaşayıp zillet ve meskenete boyun eğme acizliğine, izzetsizliğe asla pirim veremeyiz. Onlar, Önderimiz ve dava arkadaşları kırk kişi olduklarında, Kâbe’ye doğru yürümüşlerdi. Mekke oligarşisine, statükoya meydan okumuş, açık ve net bir İslâmi tavır göstermiş, hedeflerini net olarak ifade etmişlerdi. Bizlerse bunca sayısal çokluk ve elimizin altındaki onlarca imkânlarımıza rağmen, halâ bir yerlerde bekliyor veya saklanıyoruz.  Acaba neden?

 

Kimse durduk yerde, sahte ağaçlardan hakiki meyve vermesini beklemesin. Bu dünyada hiçbir şey kendiliğinden kazanılmaz, ıslah olmaz veya yola girmez. “Hiç kimse sana özgürlük vermez! Hiç kimse sana eşitlik veya adalet veya herhangi bir şey de vermez! Adamsan sen kendin alırsın!” (Malcolm X)

 

Hz. Peygamber’in ciğerparesi, vahiy evinin evlâdı da “Eğer kanım dökülmeden ayakta durmayacaksa ceddim Muhammed’in dini! Ey kılıçlar haydin gelin alın beni; parçalayın, parça parça edin bedenimi.” (Hz. İmam Hüseyin) diyerek zulme, küfre, tuğyana isyan ederek, gayri meşru otoriteye meydan okumuş ve hayatını ortaya koyan kutlu bir savaş açmıştı.

 

Hz. Ali der ki “Haksızlıklar karşısında susarak sessiz kalanlar, haklarıyla beraber izzet ve şereflerini de kaybederler.”  Hz. Osman der ki “Mektebinde şehadet olan bir milletin esareti yoktur.” Bunlar da bize gösteriyor ki Tevhidî, Siyasî mücadelenin de kendine özgü, fedakârlık ve candan geçmeyi, gerektiğinde severek bedel ödemeyi gerektiren, bir yol/yöntem, sistem ve sünneti vardır.

 

“Gidenler Yeryüzü ödevlerini yaparak gittiler fakat bizler ev ödevlerimizi bile yapmaktan aciziz.” diyor Nuri Pakdil. Ne kadar veciz ifade etmiş. Evet kesinlikle önden gidenler, yeryüzü ölçeğinde bir ödev ve sorumluluğu yerine getirerek, Allah(cc)’a karşı kulluk borçlarını ödeyerek ve bizlerin takip etmesi için bir mücadele yol ve sünnetini miras bırakarak gittiler. Bu aynaya bakarak ev ödevlerini bile beceremeyen tembel öğrenciler gibi yerimizde saydığımızı, yürüyenlerden olmaktansa dökülenlerden olmaya razılığımızı, tekne kazıntıları ve sürünenlerden olmaklığımızı lütfen görelim artık.

 

“Gidenler Hüseyin’ce bir iş yaptılar, geride kalanlar hiç olmazsa Zeynep gibi olmalıdırlar yoksa Yezîdîdirler.” diyor Şehit Dr. Ali Şeratî. Sorumluluklarını yerine getirmek, özveri sahibi olabilmek ve sonuçta Allah(cc)’a verdiği sözünde durabilmek için bizlere daha ne hatırlatılmalı ki? Hangi nasihat ve özeleştiri bizim donuk kanlarımızı harekete geçirecek acaba!

 

Bizler laf başı geldiğinde “Başımızı göğe, Boynumuzu ipe, Sakalımızı yele verdik. Biz ölümlerden çok zulmü gördük.” (A. Ay) demiyor muyuz? Şu topraklarda statükocu zalimlerden neler çektiğimizi, kurtuluş reçetesinin mücadele bilincini ve ‘La ilahe illallah’ ahlâkını kuşanmaktan geçtiğini bilmiyor muyuz?

 

Aslında bildiğimiz bir gerçek daha var ki elhamdülillah “Mazlumların zalimlerden intikam alacağı günler, zalimlerin zulmünden çok daha çetin olacaktır.” (Hz. Ali) ve Allah(cc) günleri insanların arasında döndürüp/çevirip durmaktadır. “Biz ise, yeryüzünde güçten düşürülenlere lütufta bulunmak, onları önderler yapmak ve mirasçılar kılmak istiyoruz.” (28 Kasas 5)

 

“Onlar sanıyorlar ki, biz sussak mesele kalmayacak. Halbuki, biz sussak, tarih susmayacak. Tarih sussa, hakikat susmayacak. Onlar sanıyorlar ki, bizden kurtulsalar mesele kalmayacak. Halbuki, bizden kurtulsalar, vicdan azabından kurtulamayacaklar. Vicdan azabından kurtulsalar, tarihin azabından kurtulamayacaklar. Tarihin azabından kurtulsalar, Allah’ın azabından kurtulamayacaklar.” (Sezai Karakoç – Çağ ve İlham)

 

Herkesin bildiği gibi “Dünyanın gidişatından her Müslüman sorumludur.” (M. İkbal) bunu çok iyi biliyor ve kendimizi sıkıntı, sabır, çile, mücadele ve özgürlük yüklü, bereketli yarınlara hazırlıyoruz artık!

 

“Ahlâklılar, ahlâksızlar kadar cesur olmadıkça, mü’min olduğunu iddia edenler en az kâfirler kadar dâvâları için bedel ödemeye hazır olmadığı müddetçe, “mü’minim” diyenlerin kılavuzu Kur’an olması gerektiği halde, tâğutlar ve tâğutî anlayışlar olduğu sürece… Evet, böyle oldukça ümmetin burnu daha nice leş kokusuna muhatap olacak, mü’minliği tartışılacak tevhidden habersiz halk yığınları ve onları güden muhâfazakâr demokratlar izzeti yanlış yerde aramanın cezası olarak zillet içinde zillet yaşayacak…” [1] izzet ve şerefin tamamının sadece Allah(cc) ve Rasülünün yanında olduğunu unutursak eğer.

 

“Dünya duysun ki artık, müslümanlar geliyor...” (Halid el İslambuli) ve unutmayalım, yarınlarda söz sahibi olanlar; yorgun kimseler değil, rahatlarına kıyabilenler olacaktır. Ve çok şükür ki“Düşmanlarım bana ne yapabilir? Hapsedilmem halvet, Sürülmem seyahat, Öldürülmem ise Şehadettir.” (İmam İbn-i Teymiyye) teslimiyetine sahip örnek ve öncü bir Kur’an nesli çıkıyor içimizden!

 

Elhamdülillah; mücadeleyi omuzlayacak, kavgayı sürdürecek, davayı sahiplenecek, çıtayı yükseltecek, zalimlerden hesap soracak, yoluna çıkan bütün engelleri teker teker ve büyük bir kararlılıkla aşacak, şecaat, vakar, haysiyet ve şeref sahibi, onurlu, muvahhid, mücahidlerden olma liyakatında, Tevhidî-Kur’anî-İslâmî teslimiyet ve bilinci kuşanacak irade ve duyarlılıklarımız her geçen gün daha da bilenmekte ve bereketlenmekte!

 

Sözde değil, özde Müslüman olanlara selâm olsun!

 

‘Pazara kadar değil,  mezara kadar’ diye bu yol(d)a baş koyarak sefere çıkan yalınayaklılara selâm olsun!

 

Tevhid sancağını bütün benliğinde ve yüreğinde şerefle dalgalandıranlara, imanın tadına varanlara selâm olsun!

 

İman yükünü ve dava bilincini kaybetmeyen, seyreltilmemiş, özgün ve özgül ağırlığını yitirmeyen, yiğitlere selâm olsun!



[1] Ahlâklılar Ahlâksızlar Kadar Mü’minler En Az Kâfirler Kadar Cesur Olmadıkça, Ahmed KALKAN, 26 Mart 2008