Bilal KUL
TERCİH SİZİN
Vücuduna derisi kadar yakınlaşmış daracık bir kot pantolon, üzerinde onlarca parlak metalle süslenmiş bir ceket, kulağında kadınların bile takmayacağı kadar büyük bir küpe, yüzünde ne olduğu belli olmayan metal süsler ve nihayet horozibiği gibi şekillendirilmiş uzun bir saç… Bu genç adamın hayatını bir düşünelim. Yeni bir ortama girdiğinde, insanlar bu oğlancağızla konuşabilir mi? Kendimize soralım bu soruyu “konuşabilir miyiz?”. İnsanlar her zaman ve mekânda yeni yeni arkadaşlıklar kurabilirler. Ancak bu arkadaşlıkların her biri devamlı olamaz. Zaman içinde iki taraf birbirini tanımaya çalışır ve bunun sonunda karakterleri uyuyorsa arkadaşlık devam eder. Aksi halde atıl bir tanışıklık olarak kalır en iyi ihtimalle.
Anlatmaya çalıştığım gibi bir oğlanla konuşmamız (tanışmamız) uzun zaman alır. Hatta belki hiç tanışamayız. Her insan gibi böyle biriyle tanıştığımız da -ister istemez- önce saçlarıyla konuşuruz, sonra acayip kıyafetiyle ve belki küpesiyle… Ve daha sonra da kadınsı konuşmasına takılırız ya da yüzünde ki metal şeylere. Oldukça uzun bir zaman geçmesi lazım onun kim olduğunu anlamak ve onu tanımak için fakat üzerinde taşıdığı bu “imaj” yüzünden beklide hiç tanıyamayız onu ve aslında onunla hiç konuşamayız. Bazen çok yaklaştığımızı hissederiz ve bazen de ne kadar uzak olduğumuzu düşünürüz… Kozmetik tekniği sayesinde insanlar “imaj”lar edinirler. Ve aslında çoğu kez birbirimizle değil “imaj”larımızla konuşuruz. İnsanlık çok eski zamanlardan beri kozmetiğe ilgi duymuştur. Özellikle kadınlar için zaman zaman vazgeçilmez olmuştur güzelliğe dair şeyler. –Bugünse erkek ve kadın için alternatifsiz bir ihtiyaç halini almıştır “kozmetik sektörünün” üretimleri.- Belki de hiçbir dönemde kozmetik tekniği bu kadar ilerlememiş ve bu kadar benimsenmemiştir. Şimdilerde kozmetik sayesinde her insanın onlarca yüzü var. Çoğu kez kendisinin bile tanıyamadığı en az iki yüzü var insanoğlunun. Şair ne güzel değinmiş:
“diyetisyenleri işsiz bırakmak değil niyetim
ama kozmetikçilere hıncım var
adımla arama girdikleri için”
Öyle ki kadınıyla erkeğiyle banyodan sonra kendisini tanıyamayan nesiller haline geldik. Hatta aynımız olması gereken vesikalık fotoğraflarımız bile bizden çok uzak bir hale geldi. (Evli olanlar bilirler.) Kısa zamanda boşanmanın onlarca önemli(?) nedeninden biri de şu olabilir mi? Bir banyo sonrasında karısını gören adam “Bu kim ya? Bizimkinin iki numara çirkini…” der mi? Tabi ki önermenin tersi de doğrudur.
Bu önü alınamaz gibi görünen “imaj”lar dünyasına birde gözlerimizden hiçbir zaman çıkarmamız gereken İslam gözlüğüyle bakalım. Farz-ı ayn olan tesettür emrinin bir hikmetini daha görüyoruz. Bilhassa kadınlarda tesettürün onlarca hikmeti vardır bildiğimiz ve akıl erdiremediğimiz. Ancak ne hikmetse her zaman aynı hikmetinden bahsedilir. Kadınları şehvet metaı olmaktan kurtarması hikmeti… Benim anlatmaya çalıştığım hikmetse kadını bir madde, bir mal olmaktan çıkarıp onun şahsiyetini ortaya koyan, karakterini ön plana çıkaran bir hikmettir. Bir örneklemeyle anlatmaya devam edeyim. Bir iş ilanı vermiş olalım. İş ilanına üç kadın cevap vermiş olsun. Görüşmeye geliyorlar, bizim iş için ölçütlerimiz belli: dil, bilgisayar, diksiyon ve tecrübe… Sorular soruyoruz ve cevaplar alıyoruz. Ancak kafamızda sorulmayan başka bir soru var. “Şimdi bu kadınlardan hangisini işe alsam müşterinin gözüne hitap eder?”
Bu soruyu kadınları gözleriyle nokta nokta okşayan işveren cevaplıyor. Kadınların güzelliklerine, giyimlerine, çekiciliklerine bakıyor. Seçimini asıl ölçütlerine göre değil de bu kafasındakilere göre yapıyor ve başvuru yapan bu üç kadından en güzel, en davetkâr bulduğunu işe alıyor. Bu tarz bir sahneyi hayal etmek zor bir iş değil. Çünki bu sahne onlarca film veya diziye konu olmuştur. Bu insanlığın(?) bir gerçeği… Birçok kadın işe girerken becerisinden çok güzelliğiyle deneniyor. Oysaki kozmetiğin şekillendirdiği çok yüzlülük dışında kim güzelliğini bir tercih ve irade ile kazanıyor?
Peki, bu iş ilanı için başvuru yapan üç kadında İslami değerlere sahip ve dinini ciddiye alan Müslümanlar olsaydı o zaman işler nasıl cereyan ederdi. İşte bunun için biraz hayallerimizin sınırlarını zorlamamız gerek. Gözlerimizi ufkun ötesine dikmeliyiz. Çünki hiç kimse bunun filmini yapmadı. Ölçütlerimiz yine aynı; dil, diksiyon, bilgisayar ve tecrübe… Sorular soruyor ve cevaplar alıyoruz. Ancak yerinde olmayan bir eksiklik (aslında fazlalık) var. “Ne bir mini etek altına bakabildik, ne bir dekolte görebildik. Baştan ayağa giymişler çarşafları… Kokuları da gelmiyor masanın bu ucuna…” Sahneyi kafanızda kurabildiniz mi? Böyle bir durumda işveren nasıl davranabilir? Yapacağı birinci şey hiç birini işe almamak ve ilk sahnede ki kadınların gelmesini beklemektir. Ancak ille de bunlardan birini alması gerekiyorsa bu kadınları etlerine göre değerlendiremeyecek. Bilakis başvuru yapan kadınları doğuştan -fıtri olarak- yanlarında getirdikleriyle değil, yaşamları boyunca bizatihi kendi tercihleriyle kazandıkları özellikleriyle değerlendirmek zorunda kalacak.
“Ve mü'min kadınlara söyle, bakışlarını indirsinler (haramdan sakınsınlar) ve ırzlarını korusunlar. Zahir olan kısımlar (görünen el, yüz ve ayaklar) hariç, ziynetlerini açmasınlar. Ve başörtülerini yakalarının üzerine koysunlar (örtsünler). Ve ziynetlerini, kocaları veya babaları veya kocalarının babaları veya oğulları veya kocalarının oğulları veya erkek kardeşleri veya erkek kardeşlerinin oğulları veya kız kardeşlerinin oğulları veya kadınlar veya ellerinin altında sahip oldukları (cariyeler) veya erkeklerden, kadına ihtiyaç duymayan hizmetliler veya kadının avret yerlerinin farkına varmayan çocuklar hariç, açmasınlar. Ve gizledikleri ziynetleri bilinsin diye ayaklarını vurmasınlar. Ey mü'minler, hepiniz Allah'a tövbe edin! Umulur ki, böylece felâha eresiniz.”
“Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve müminlerin kadınlarına (bir ihtiyaç için dışarı çıktıkları zaman) dış örtülerini üstlerine almalarını söyle. Onların tanınması ve incitilmemesi için en elverişli olan budur. Allah bağışlayandır, esirgeyendir.”
İslam tesettürü kadının yaratılışından gelen, herhangi bir irade göstermeden Allah (c.c) tarafından bağışlanan fiziksel özelliklerini saklarken, kadının yaşantısı boyunca kendi hür iradesiyle şekillenmiş olan kişiliğini ön plana çıkarır. Böylece kadın toplumda etiyle değil, fikri kazanımı ve özgür iradesi ile hak ettiği yeri alır. Aksi halde ise biraz da kozmetik tekniğinin yardımıyla topluma (genelde erkeklere) hoş görünen baş tacı olur. Kişiliğinden ödün vermek pahasına da olsa bir “imaj” edinilir ve bu “imaj”la çıkılır sokağa. Fellik fellik bu imaja prim verecek birileri aranır. Bu “imaj” tutmadıysa –kozmetik sağ olsun- yeni bir “imaj” bulunur. Hedefe ulaşılır fakat bu anda geriye bir insan değil toplumun her isteğini olurlayan bir “şey” kalmıştır. Çağımız bunun örnekleriyle doludur. Daha beş ile altıyı çarpmayı öğrenemeyen onlarca kadın ve hatta erkek(?) bedeni sergileme yoluyla şöhret olmuştur, zengin olmuştur.
Kadın yaratılış gereği toplumun mimarıdır. Ve Allah (c.c.) onu bu göreve en uygun özelliklerle donatıp yaratmıştır. İslam emirleriyle de kadına ihtiyacı olan şeyleri göstermiştir. Helal daire her keyfe kâfidir. Kadın yaşadığı toplumda tanınmak ve değer görmek istiyorsa İslam’ın kendisine gösterdiği hürriyete yürümelidir. İki şık var kadınların önünde ya İslam’ı ciddiyetle benimseyecek ve toplumda fikriyle yerini alacak ya da diğer din veya öğretilerin rüzgârına kapılıp tasmasız köleler olarak bedenleriyle toplumda bir yer edinmeye çalışacaklar. Ya kendisine her geçen gün değişen toplum zevklerine göre yeni yeni “imaj”lar bulma derdinde bir “imaj amelesi” olacak veya İslam’a olması gerektiği gibi iman edecek. “Dinde zorlama yoktur.” Tercih sizin…
Selam, umut ve dua ile…