Emrullah AYAN

12 Ocak 2021

TEVBE SAMÎMİ OLURSA KABULE ŞÂYAN OLUR

“Ey iman edenler! Allah’a samimi bir şekilde tevbe edin. Umulur ki Rabbiniz, günahlarınızı affeder de sizi altlarından ırmaklar akan cennetlere yerleştirir.” (Tahrim:8)
Tevbe; Kur’an-ı Kerim’de türevleri ile birlikte 70’ten fazla yerde geçer. Tevbe, kelime anlamıyla dönmek, yönelmek demektir. Kur’an bütülüğündeki anlamı Allah’a yönelmek olan tevbe, Allah için kullanıldığında kulun tevbesini kabul etmek demektir. Nitekim, Allah’ın bir sıfatı da Tevvâb yani tevbeleri çok çok kabul edendir.
Allah’ın sıfatlarından biri Tevvâb olduğu gibi, kulun sıfatlarından biri de tâib (tevbe eden)dir. Bu iki isim ilahlık ve kulluğun ilişkisi halinde sürekli devrededir. Kur’an-ı Kerim bu ilişkinin sürekliliğini ısrarlı bir şekilde korumak istemektedir.  İlahlığın yaratıcı faaliyetlerinden biri de tevbenin aralıksız işlemesi ve Allah’ın bağışlayıcılığını her an çalıştırmasıdır. Bu hayat sırrına işaret için Rasulullah (S) Müslim’deki bir hadisinde şöyle demiştir:
“Eğer hiç günah işlemeseydiniz Allah sizi yok eder ve yerinize günah işleyip O’ndan af dileyen bir başka topluluk getirirdi.”

Tevbeimanın gereğidir; bu bakımdan, imanı olan kişi işlediği günahın çirkinliğini kabul eder, Allah’a itirafta bulunur ve bir daha işlememeye karar verir.Hutbemin başında okuduğum Tahrim Suresi 8. âyette; “Ey iman edenler! Allah’a samîmi bir şekilde tevbe edin” buyurulmaktadır.
Nasihat sözcüğüyle ilgili olan nasuh; halislik ve sâfîlik anlamı taşıdığı gibi, söküğü dikmek, yırtığı yamamak suretiyle onarmak anlamlarına da gelir. Yani mübâlağa kalıbından olan nasuh, çok ıslah edici, hiçbir kir bırakmayıcı ve hiçbir gedik-yırtık bırakmayacak şekilde onarıcı demektir. Tevbe-i nasuh da, günahtan kalpte bir karaltı bırakmayacak şekilde hem kalbi temizleme hem de günahın kalpte açtığı yarayı tedavi etme, imanda meydana getirdiği açığı kapama olmaktadır. Bu bakımdan, tevbe günahın izini giderdiği için bir hadis-i şerifte de; “Tevbe eden hiç günah işlememiş gibidir” buyurulmuştur. (İbn-i Mâce, Zühd, 30)  
 Kul açısından bakıldığında tevbe, varlık ve oluştaki bu ilahî faaliyete katılmaktır. Bu yüzden, istisnasız herkesin tevbe faaliyetine katılması Kur’an’ın temel istekleri arasındadır: 
“…Ey mü’minler, hep birlikte tevbe ediniz ki kurtuluşa eresiniz.” (Nur: 31)
Rasulullah (S) de: “Ben her gün yetmiş kez tevbe ederim” diyor. O halde, Kur’an’ın tevbe anlayışı adına şu tesbiti yapabiliriz: Tevbe, sadece belli günahları işleyenlerin başvuracağı bir af kapısı değil, sürekli oluşa katılma ve Yaratıcı ile beraberlik şuurunu yaşamanın yollarından biridir.
Din açısından bakıldığında, tevbe başlı başına bir ibadettir.
Tevbeyi, işlenmiş günahlardan kurtulma ve bağışlanma yolu olarak ele aldığımızda karşımıza şu tablo çıkıyor: Tevbenin silemeyeceği hiçbir günah yoktur. En ağır günah sayılan şirk yani Allah’a ortak koşma bile, imana girildiği anda bütün sonuçlarıyla birlikte ortadan kalkar:
“(O müşrikler) tevbe edip, namazı ikâme eder ve zekâtı verirlerse, artık onlar din kardeşlerinizdir…” (Tevbe: 11)
İman dairesine girmek esasında tevbe etmenin bir şeklidir. O halde Kur’an-ı Kerim insanoğlunun hiçbir günahını Allah’ın bağışlayıcılığından daha güçlü saymamaktadır. Bunun da ötesinde, Kur’an-ı Kerim, Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyi, gerekçesi ne olursa olsun insanın kendine zulmü olarak değerlendirmektedir. Prensip şöyle konmuştur:
“…Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Şüpheniz olmasın ki, Allah bütün günahları bağışlar.” (Zümer: 53)
Hicr suresi 56. ayet Allah’ın affından ümit kesenleri sapık olarak nitelendirmektedir. Tevbenin işe yaramayacağı bir zaman tasavvuruna Kur’an kapalıdır. Bununla kastedilen, insanın dünya hayatında var olduğu süre içinde her an tevbe edebileceğidir. Dünya hayatı ile ilgimizin kesilmesi kaçınılmaz duruma geldiğinde yani ölüm döşeğinde ise tevbe artık anlam ifade etmeyeceğinden bu sırada yapılan tevbeye Kur’an hiçbir değer tanımamıştır. (Nisa: 18)
Tevbe konusunda dikkat çekmemiz gereken Kur’ânî gerçeklerden biri de şudur: Kur’an, Rasulullah (S) de dahil hiç kimsenin bir başkası adına tevbe etmesine imkan vermez. Böylece Kur’an Hıristiyanlıktaki, bir kişinin başkası veya başkalarının günahını affettirmek için kendini kurban etmesi anlamındaki kabulü reddetmektedir. Hiç kimse bir başkasının günahını yüklenemez ve bir başkasının günahından sorumlu tutulamaz. (Fâtır: 18) Böyle olunca hiç kimse bir başkası adına tevbe edemez. Son Peygamber’e bile böyle bir hak tanınmamıştır. (Âl-i İmran: 128)
Tevbenin sıhhatli olmasının üç şartı vardır:
1- Günahtan el-etek çekmek
2- Yaptığı günahlardan dolayı pişmanlık duymak (bu tevbenin en büyük rüknüdür)
3- Tevbeden sonra kötü fiilleri işlememeye kesin karar vermek ve azmetmektir.
Tevbe, yapılan amelin hemen peşinden olmalıdır. Allah’ın tevbeyi kabul edip etmemesi kendi iradesine bağlıdır. Tevbeyi ancak Allah alır ve kabul edip etmemek de O’na aittir.
“Rabbimiz, bizi Sana teslim olanlar yap, neslimizden de Sana teslim olan bir ümmet çıkar, bize ibadet yerlerimizi ve ibadet yöntemlerimizi göster, tevbemizi kabul et, zira tevbeleri çok kabul eden, çok merhametli olan ancak Sensin Sen!” (Bakara: 128)