Emrullah AYAN
VELÂ İLE MÜSAMAHAYI AYIRT ETMEK
Kur’an-ı Kerim, İslam akîdesine ilişkin büyük bir tehlikeye karşı bizi uyarmaktadır. Yolumuzda gizlenen büyük bir tehlikeye karşı… Kur’an’ın bu direktifi, hutbemin başında okuduğum ayet-i kerimede olanca açıklığıyla ortadadır:
“Ey iman edenler! Yahudi ve Hıristiyanları veli edinmeyiniz. Çünkü onlar, birbirlerinin velisidir. Sizden kim onları veli edinirse, muhakkak ki o, onlardandır. Allah, hiç şüphesiz zalim kimselere hidayet etmez.” (Maide: 51)
“Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse; Allah da sevdiği ve kendilerinin de Allah’ı sevdiği, mü’minlere karşı mütevazi, kafirlere karşı ise şiddetli, Allah yolunda savaşan ve hiçbir kimsenin kınamasından korkmayan başka bir kavim getirecektir.” (Maide: 54)
Görülüyor ki, bu Kur’an, Müslümanı bir bilinç eğitiminden geçirmektedir. Gerçek düşmanını kendisine tanıtmaktadır. Bu düşmanıyla karşılıklı olarak giriştiği kavganın gerçek mahiyetini anlatmaktadır. Bu, bir akîde kavgasıdır. Çünkü akîde, Müslümanla tüm düşmanları arasındaki temel davadır. Düşman, her şeyden önce akîdesi ve dini için Müslümanla savaşmaktadır. Bu dinmez düşmanlığın asıl nedeni Allah’ın dinine karşı isyanlarıdır. Allah’ın dini istikametinde yürüyen herkesten nefret etmelerinin nedeni budur:
“Ey ehl-i kitap! Bizden; Allah’a, tarafımıza indirilen ve bizden önce indirilene iman ettiğimizden, bir de çoğunluğunuzun fasıklar olmasından başka bir nedenle mi nefret ediyorsunuz?” (Maide: 59)
Demek ki bu, bir akîde davasıdır. Demek ki düşmanlığın asıl nedeni de bu inançtır.
Bu ilahî metodun ve bu metottaki temel buyrukların değeri, muhakkak ki çok büyüktür. Çünkü bu ilahi metotta son derece önemli olan iki husus vardır. Gerek iman şartlarının gerçekleşmesinde, gerek Müslüman şahsiyetin yetişmesinde ve gerekse İslam cemaatinin hareket düzeninde aynı ölçüde önemli olan iki husus; biri, Allah’a, Rasulüne, İslam’a ve bu esaslara dayalı Müslüman cemaate samimiyetle bağlılık. Diğeri de, savaşın ve bu savaştaki düşmanın tabiatını bilmek… Bir kere Müslümanla, İslam’ı bayraklaştırmayan diğer yapıların birbirinden tamamen ayrılması düşüncesi kalplere yerleşmedikçe insanların gerçekten inanmış olması mümkün değildir. İslam akîdesine mensup kimseler eğer bu düşünceyi taşımıyorlarsa hiçbir şey ifade edemezler. Yeryüzünde hiçbir şey de gerçekleştiremezler. Çünkü Allah’a, Rasulüne ve mü’min önderliğe bağlılıklarının netleşmesi şarttır. Düşmanın gerek niteliğini gerekse de kavganın neden ve özelliklerini tanımaları şarttır. Tüm düşmanların kendilerine karşı birlik olduklarına inanmaları şarttır. İslam cemaati ve İslam akîdesine karşı açılan savaşta düşmanlarının birbirlerinin velisi olduğunu bilmeleri şarttır.
“Kafir ve dinsizlere karşı, bizimle ehl-i kitap arasında ortak bir yolun bulunduğunu” sanmak, büyük bir aptallıktır. Affedilmez bir gaflettir. Çünkü onlar, Müslümanlara karşı açılan savaşta kesinlikle kafir ve dinsizlerin yanındadırlar.
Gerek zamanımızda, gerekse tüm zamanlarda bizden bazı saf kimseler, bu derin anlamlı gerçeklerden gafil yaşamaktadırlar. Kur’an’ın öğretilerini ve tüm tarihsel öğretileri unutarak materyalizm ve dinsizliğe karşı “din ehliyiz” diye elimizi ehl-i kitap kimselerin eline verebileceğimizi düşünen bu kimseler, gerçekten gafildirler. Çünkü bugünkü ehl-i kitap, dün kafir ve müşrikler için “onların yolu, iman edenlerin yolundan daha doğrudur” (Nisa: 51) diyen aynı ehli kitaptır. Bugünkü ehl-i kitap, dün Medine’de kafirleri Müslümanların aleyhinde kışkırtan, onlara arka çıkıp yataklık eden aynı ehl-i kitaptır. İki asır boyunca ardı ardına haçlı seferlerini düzenleyen aynı ehl-i kitaptır. Onlar, Endülüs’te korkunç katliamlar düzenleyenlerdir. Filistinli Müslümanları yurtlarından kovup yerlerine Yahudileri yerleştirenlerdir. Materyalizm ve şirkle dayanışma içinde bulunanlardır. Dünyanın her yerinde; Arakanda, Çeçenistan’da, Türkmenistan’da, Çin’de, Afganistan’da, Irak’ta, Suriye’de, Mısır’da, Tunus’ta, Libya’da kısacası nerede Müslüman varsa orada İslam düşmanı Materyalizm, dinsizlik ve müşriklerle işbirliği yapanlardır. Tüm bu olup bitenlerden sonra aramızdan çıkan bazı saf derun kimseler, kalkıp bizimle ehl-i kitabın arasında işbirliği olabileceğini sanmaktadırlar. Bizimle bu kimselerin arasında dinsizlik ve materyalizme karşı bir yardımlaşma ve dostluk kurulabileceğini sanmaktadırlar. Bu zannı besleyen kimseler, kesinlikle Kur’an’ı okumuyorlar. Yahut okuyorlarsa da Kur’an’da geçen ve aynı zamanda İslam’ın bir özelliği olan “müsamaha”yla velayeti birbirine karıştırıyorlar. Bu yüzden de Kur’an’ın sakındırmasına rağmen bizimle ehl-i kitap arasında bir velayet olabileceğini sanıyorlar. Aslında bu kimseler İslam’ı hissederek yaşamıyorlar. İslam’ı, ne Allah’ın insanlardan başkasını kabul etmeyeceği bir akîde olarak yaşıyorlar, ne de dünya üzerinde yepyeni bir pratik hayat sistemini kurmayı amaçlayan yapıcı bir hareket olarak algılıyorlar. Yani İslamî hayat biçimiyle günümüzdeki ehl-i kitaba karşı koyacak nitelikte bir hareket… Tıpkı dün karşı durduğu gibi bir hareketle…Bu tavrı sürdürmek bir zorunluluktur. Çünkü takınılması gereken doğal ve tek tavır budur.
Allah’ın çağrısı, yeryüzünün herhangi bir yerinde kurulacak her İslamî cemaate yöneliktir. Kıyamet Günü’ne değin geçerli olan bir davettir bu. Çünkü bu çağrı, “iman edenler” özelliğini taşıyan herkese yöneliktir. Hiç kuşkusuz Kur’an, akîde savaşını veren bir Müslümana gerekli olan şuurlanmayı vermek ve İslam’ın bayrağı altında yaşamayan kimseleri tamamen birbirinden ayırt etmek için inmiştir. Bu ayrılış, ahlakî nitelikteki hoş görüyü yasaklamamaktadır. Çünkü hoşgörü, Müslümanın daimî sıfatıdır. Sözünü ettiğimiz “ayrılışın” yasakladığı şey, kafirlere velayet beslemek sorunudur. Çünkü Müslümanın kalbinde, Allah’ın, Rasulünün ve mü’minlerin velayetinden başka bir velayet barınamaz.