Coşkun UZUN
YOLNÂME
Rabbimizin rızasına uygun bir hayat için mübarek “kulluk yolculuğu”na çıkanlar arasında;
Kendine fazlaca güvenenlerden tutun da, yolda kalanlar, yan gelip yatanlar, afra/tafra satanlar, hedef ve istikametinden vaz geçip topukları üzerinde geri dönenler, ağzını açıp etrafa bakanlar, oflayıp puflayanlar, zahmet/rahmet hesabı yapanlar, vakitsiz çıktık diyenler, sözlerini yiyenler, korkularının esiri olanlar, çatacak adam arayanlar, zikzak çizenler, yolunu değiştirenler, dönüp arkasına bakanlar, ödediği üç kuruşluk bedel için her güne başka bir fatura kesenler, yoldaki dikenlerden bile ürken, çeldirici/yıldırıcı ve ürkütücülerden ödü kopanlar, ideallerinden bir çırpıda vaz geçenler, emeklerini zayi etmemek ve ulaştıkları yeri kaybetmemek için sorumlu oldukları kurum ve kuruluşlarını koruma telaşına düşenler, gelişeceğiz derken değişenler vb. olduğu kadar;
Rabbimize hamdolsun ki, Rabbine sığınarak yola çıkanlar, yol ve yolculuk bilincini peşinen kuşananlar, yol haritası olarak Kur’an’ı başucuna koyanlar, ayaklarının kaymaması için her fırsatta duaya duranlar, yolda düşen/kalan kardeşlerinin kolundan şefkatle tutup kaldıranlar, gönlünü ve bedenini asla kıbleden ayırmayanlar, son nefeslerine kadar kendini kulluk ve yolculuğa adayanlar, kardeşlerini daima kendilerine tercih edenler, yoldaki işaretlerin ve yolun işaretçilerinin emniyet ve selâmetini canları pahasına önceleyenler, Ahireti iliklerine kadar hissedenler, iki günü birbirine denk düşmesin diye ince eleyip sık dokuyan, kılı kırk yaranlar, ne olursa olsun kimlik değerlerinden vaz geçmeyenler, Tevhidî ilkeleri her daim el üstünde tutanlar, reel politiğe pabuç bırakmayanlar, İslâmi mücadelenin önceliklerini birbirine karıştırmayanlar, ana istasyonu ara istasyonlarla değiştirmeyenler, iri olmaktansa diri olmayı tercih edenler de var hâlâ içimizde.
Yol ve yolculuk üzerine hiç şüphesiz ki şu zamana kadar çokça konuşulmuş ve yazılmıştır. Yolun selameti, yolculuğun emniyet ve güvenliği, yolcunun hallerinin konuşulduğu kadar, kulluk yolculuğundaki ilkeler, iç/dış şartların getirdiği dayatmalar ve yolcunun/yolun/yolculuğun vazgeçilmezleri de şüphesiz ki defalarca dile getirilmiş olmalıdır.
Yol ve yolculuğumuzun hikmeti, seyri, geçmişi, ilkeleri, istikamet ve menzili üzerine yapacağımız yorum ve değerlendirmeler umarız faydalı olur.
Yol ve Biz
Müslüman; içinde yaşadığı toplum lehine, kendi inanç değerleri üzerinden İslâmî, Tevhidî, Kur’anî, Peygamberî bir değişim ve dönüşüm gerçekleştirmeye talip, bu çerçevede vakit kaybetmeksizin bir çaba ve gayret göstermenin gereğine inanan, bu yönde verilecek bir kulluk mücadelesinde gönüllü aday olan, sözüne sadık, kendisine inanılıp güvenilecek insandır.
Müslüman insan, Allah(cc) için yaşarken, ilâhî rızaya ulaşmak uğruna başına türlü hadiselerin geleceğine, çeşitli badireler atlatacağına, denemelerden, keskin virajlardan ve sınanmalardan geçeceğine ve bütün bunların kendisinden önce yaşamış Peygamberlerin ve muvahhid müslümanların ortak bir kaderi, yani hayatın ta kendisi olduğuna inanır. Yani sürecin başlı başına bir imtihan oluşunu unutmaz.
Vatandaşlık ile Kulluk sorumluluklarını birbirine karıştırmayan, Devletin, kişilerin, kurumların değil, sadece Allah(cc)’ın kulu olan, Gözünü budaktan esirgemeyen, Ordudan, Polisten, Askerden değil sadece Allah(cc)’tan korkan, Suç işlemekten değil, Günaha düşmekten çekinen, Yasaklarla değil, Haramlarla kendisine çeki düzen veren, Hapishanelerden değil, Cehennemden korkup çekinen, Yasallıktan değil, Meşruluktan beslenen bir Müslümanlıktır bizim sözünü ettiğimiz.
Açık, anlaşılır, temsil edilebilen, net ve örnek tavırlardan, tutarlı söylemlerden beslenen, uzun soluklu bir kulluk mücadelesini öngörmekle beraber, öncelikle gerçekçi ve Tevhidî misyona sahip bir yürüyüşe, kuşatıcı hareket anlayışına ulaşmış, değişim/dönüşümünün öncüleri olan kardeşlerimizi her zaman hürmetle selamlıyoruz.
Örnek Peygamber ve Öncü Kur’an Nesli
Hz. Peygamber’e Rabbimiz tarafından “kalk ve uyar” diye emredildiğinde, O teslim olmuş mutmain bir gönülle Rabbinin rızasına yöneldi. Besmeleyle ayağa kalktı ve ömrünün sonuna kadar durup dinlenmeden kıyamda kaldı, Allah(cc) için gayret gösterdi. İnsanlığın ebedî kurtuluşu için, gece/gündüz bıkıp usanmadan canla başla çalışıp didindi. Bizlere de bu kutlu nebî ve eşsiz örneğin ardı sıra yürüyenlerden olmak yaraşır.
Mücadele elde ne varsa onunla yapılır. İslâmî mücadele, tebliğ/davet, yeryüzünün her neresinde olursa olsun Müslüman olan bütün herkesin omuzlarına yüklenmiş olan şer’i bir tekliftir. Mücadelenin yere, zamana, bölgeye göre iç/dış şartları değişse bile temellerini oluşturan ilkeleri hiç değişmez. Ve bu, yeryüzünde bu güne kadar gelmiş geçmiş bütün müslümanların kurdukları ilk cephenin ve giriştikleri kulluk mücadelesinin de adıdır.
Bizler;kulluk ve sorumluluk bilincimizi kuşanarak yarınlara umutla bakmakla, ümidimizi diri tutmakla mükellef olan ve yola çıkanlarız. Şahitliklerimiz, duruşumuz ve örnekliklerimizle hayata maya çalarak, vahyin ışığında arkamızdan geleceklere ve çevreye ufuk açmakla, rol modelimiz ve “Kur’an’ın ilk Talebesi” olan Hz. Muhammed(sav)’i adım adım takip etmekle bu hedefe ulaşabiliriz. Halimizden asla şikâyet etmeden, mü’mince ve özgün projeler üretmekle, beşerî boyundurukların esaretinden kurtulmak için Müslümanca çareler aramakla meşgul olmalıyız. Tavizsiz, uzlaşmasız, İnkılâbî, Nebevî yol ve yürüyüşlere hep birlikte çıkmakla emrolunmuş, kardeşliğe/kardeşlerine susamış muvahhidler olup mücahid/muttakî yolcular olarak kalmakla mükellefiz.
Yol ve menzil üzerine, arkadaşlık ve kardeşliğe dair, idealler ve gerçekler, içimizdeki/dışımızdaki şartlar, bize yüklenen sorumluluklarımız ve biraz da korunma reflekslerimiz çerçevesinde düşünüldüğünde; aşağıda küçük çapta değindiğimiz bütün konular yaklaşık olarak akla gelebilmektedir. İnşaAllah hayra vesile olur.
Yol/yolculuk İlkeleri ve Kaynaklar
İçtihad ve Kıyas’ın önünü açıp onları besleyen, Risalet tarihine, Nebevî mücadeleye, Tevhidî şahitliğe Sünnet diyen, vahye mutlaka teslim olan, Kur’an merkezli mümeyyiz bir müslüman aklının ve onurlu temsîliyetlerin peşindeyiz.
Sadece Kur’an diyen ve Sünnet’i bile reddeden, İcmâ ve Kıyas’a kaynaklar arasında yer dahi yermeyen Müslüman zihnini defolu, eksik ve marazlı görürüz. Kur’an müslümanların temel referansı ve ilk kaynağıdır. Fakat Sünnetsiz bir Kur’ancılık ise çarpıktır ve çok ciddi bir şekilde eleştirilmeye muhtaçtır.
Sünnet’in kaynak değeri konusunda çelişkileri ve Hadisler hakkında da aynı şekilde toptan reddedici bir tutum ve üslûb sahibi olanların son karede Peygamber(sav)’le kavgalı oldukları acı da olsa görülen bir vakıadır. Sünnet ve Hadis özürlü olan bir mantık mutlaka Peygamber(sav)’e kota koyar, O’nu daraltır, sınırlar veya sıradanlaştırır. Sünnet ve Hadisi vahiy ışığında değerlendirmeye tâbi tutmak, şüphe, zan ve bulanıklıktan arındırmak için çaba göstermek (takdir edilmesi gereken) başka bir şeydir, bunların reddiyeciliğini yapmak ise daha başka bir durumdur.
Hz. Peygamber(sav)’in temsil ve misyonu noktasında ikircikli/çelişkili bir tutum sergileyenlerin “Cemaziyel Evvelleri”; Kur’an’a teslim olmaya değil bilakis O’nu teslim almaya kadar varıp dayandığı vakîdir.
“Kur’an bize yeter, O eksik değil tamdır, her şey O’nda vardır ve açıklanmıştır” ifadeleri temel bazı doğruları içermekle beraber; Sünnet’e karşı rezerv/kota koymak için geliştirilmiş refleks söylemlerdir. Maalesef ki Peygamber(sav)’e itaat ve O’nu Kur’an’la anlama konusunda özürlü/eksik olmayı da bünyesinde barındırır.
Kur’an; bir bakıma ilkeler kitabıdır. Sahih Sünnet; Kur’an ilkelerinin yol haritası ve baş tacı edilmesiyle ortaya çıkan Nebevî pratikler yani yaşayan Kur’an’dır. Hadisler ise, bu pratikleri zamana taşıyan Hz. Peygamber(sav)in söylediği (söylenerek, O’na izafe edilen) sözlerdir.
Kur’an’a hizmet etmek, temelde Sahih Sünnet’e sadakat göstermekle mümkündür ve Kur’an’ın onaylamadığı Sünnet veya Peygamber algısı ise en başından problemlidir.
Sünnet’in dindeki yerini anlamak için, önce Hz. Peygamber'in Kur'an'daki konumunu anlamak gerekir. “Peygamber’siz bir Din ve Muhammed’siz bir Kur’an” peşinde olanların bizi anlayamamaları ise normaldir.
Kur’an talebesi olmayan bazıları; Kur’an’la Rasûlullah arasındaki bağı koparır, Kur’an bize yeter deyip, adetâ Rasûl’ü bir kenara bırakır ve sonuçta Peygamber’siz bir din edinerek, “Muhammed’siz Kur’an Projesi”ne ortak olurlar!
“Kur’an’cılık” yapan, kısmen meâlciliğe de kayan “Kur’an bize yeter” mantığının iz düşümlerini ve bu aklın dip akıntılarını şer’î deliller üzerinden aramak şarttır. Bu zihniyet kâhir ekseriyetle “İcmâ” ve “Kıyas”a ya ön şartlıdır, veya hiç kabul etmeyip acımısazca eleştirirerek reddeder. Sünnet anlayışları bulanık ve çelişkilidir. Hadis noktasında genellikle çok yalın kılıç, toptancı ve süpürücü bir anlayışa sahiptirler. Hadis’i reddederken ‘Zan itikadda delil olmaz’ söylemine sığınırlar.
Zannın akaidde delil olup olmayacağı başka bir konudur, Hadislerin akaidde ve amelde delil olup olmayacağı ise bambaşka bir konudur.
Delaleti ve sübutu kat’i olan hükümler (sübut ve delalet yönüyle) mutlak doğrulardır. Akaidde ölçüdür. İtikad içeren muhkem ayetlerin tümü ve mütevatir hadislerdeki itikadî esas ve hükümler kesin Akaid hükümleridir. [1]
Muvahid müslümanların İtikadını; Allah(cc)’ın vahyi Kur’an ve Hz. Peygamber(sav)’den günümüze ulaşan mütevatir hadisler belirler.
‘Edille-i Şer’iyye (Şer’i delil/kaynaklar) konusunda açık bir tavra ve tutarlı bir söyleme sahip olmayan, kapalı ve muğlak yaklaşım sahipleriyle birlikte olmanın, yol yürümenin veya ortak iş yapmanın çok ta sağlıklı olmadığını düşünürüz.
Hadis, Kelâm, Tefsir, Siyer, Fıkıh, vb. ilimlerin ehlince konuşulup tartışılması gereken ve usulünce eleştirilerek tashih edilmeye muhtaç kimi yönlerinin olduğu/olabileceği doğrudur. Fakat bu asla onları cüretkârca küçümsemeye ve ulu orta konuşarak itibarsızlaştırmaya kapı aralayıp yok saymaya zemin hazırlamamalıdır.
Mezhepler, içtihadlar, tasavvuf, siyasi kamplaşmalar bizde hep tartışıla gelen ve bünyesinde potansiyel birçok temel çatışmayı da barındıran bir alandır.
İfrat ve tefriti her daim eksik görüp kınar, eleştirir, reddeder, hayatın her alanında itidâl ve dengeyi ararız.
Bizler; Kur’an’ın ASIL, Hz. Peygamber(sav)’in USÛL olduğuna inananlarız. Nazarımızda Muhammed’siz din arayışı da, Peygambersiz Kur’an anlayışı da usûlsüzlüğün ta kendisidir.
Hz. Ali’nin, İbn-i Abbas’ı Haricîleri ikna için gönderirken “Onlarla Kur’an üzerinden tartışma; sen bir ayet söylersin, onlar başka bir ayet söyler. Kur’an’ı muharebe meydanı yapmayın; onlarla Sünnet üzerinden tartış.” diyerek uyarması, bize asıl/usûl ve Kur’an-Sünnet bütünlüğünü anlatması açısından yeterli bir örnektir.
Demokrasi, Tasavvuf, Ilımlı/Amerikancı İslâm(!) gibi çeldiriciler, her dönemde ve belli amaçlarla birçok Müslümanın önüne konulmuş tuzaklardır. Bunlar imanı bazen öldürüp yok eder, bazen yaralar, çoğu zaman da süründürürler. O yüzden bunlara karşı uyanık ve teyakkuzda olmak şarttır.
Görevlerimiz
Kur’an’la doğrulanan tarihi gerçeklerle çelişmeyen, ilmî mirasa sırt dönmeyen, meşruiyetini ilkelerinden alan; zalim ve tağutî otoritelerle işbirliği ve uzlaşmadan kaçınan, kardeşlik bilincini kuşanmış, ümmet şûûrunda Tevhidî bir mücadele çizgisi ve Nebevî temsil hattını oluşturmak, Kur’an’a talebe olma iddiasındaki her Müslümanın öncelikli görevidir.
Kur’an’a talebe olabilmek özlemimiz, Allah(cc)’ı razı etmek ilk hedefimizdir.
Zalime hasım, mazluma hısım olmak Peygamberî miras ve şiarlarımızdandır.
Eş, çocuk ve akrabalarımıza sahip çıkmak kişisel sorumluluğumuzdur.
Öncü bir kadro kurup, “Örnek Kur’an Nesli”ni oluşturmak ev ödevimizdir.
Kardeşlerimizle tanışıp kaynaşmak, işi kolaylaştırmak, kirlerimizi giderip kusurlarımızı örtmek, el ele veripTevhidî duyarlılığı yükseltmek, resmî, ideolojik zulümlere boyun eğmemek coğrafî ödevimizdir.
İnsanlığı uyandırarak (zulüm, küfür, şer, tuğyan ve isyan içeren) cahilî/beşerî otoritelere, emperyalist, siyonist, kapitalist sistem ve düzenlere, bunların işbirlikçisi mihraklara karşı her birimiz Tevhidî direniş çekirdekleri, yeryüzü coğrafyasında mukavemet, mücadele ve direniş nüveleri olup, dâvayı bereketlendirmek, kulluğumuzu edâ/ikâme etmek Müslümanlık borcumuz ve kulluk sorumluluğumuzdur.
Arz’da tevhid sancağını dalgalandırmak halifelik onurumuzdur.
İslâmî/Siyasî/Kur’anî ilmin Tevhidî ilkelerine sadık olmak Müslümanlığımızın gereğidir.
Ümmetçi olup kardeşlik eksenini genişletmek, kuşatıcı/kucaklayıcı olmak, kardeşlerimizle dayanışma ve birbirimizle işbirliği köprülerini inşâ etmek meşrebimizdir.
Ahiret’e yatırım yaparak, Cennet ekseninde beklentiler taşımak insanlığımızdandır.
Dünya’dan kazanıp Din’e harcamak görevimiz, Din’den kazanıp Dünya’ya harcamak ise en büyük utancımızdır.
Tavizkar, uzlaşmacı, teslimiyetçi, ulusalcı, sentezci, modernist, pragmatist, reformist, oportünist veya münzevi değiliz, bu anlayışları eleştiriyor, kınıyor ve reddediyoruz.
İnancımız coğrafî, ırkî, ideolojik ve resmî teslimiyet ve söylemlere müsade etmez, hepsini peşinen reddeder.
İbadetini siyaset, siyasetini de ibadet bilenleriz. İbadetlerimiz veya (kulluk) siyasetimiz konusunda kimseyle pazarlık masasına oturmaz ve uzlaşmayız.
Anti demokratız, demokrasi dinine inanmıyor ve bu çağdaş putu açıkça reddediyoruz.Akide merkezli siyaset, kulluk eksenli mücadele, adalet üzere bir yönetim ve tevhid eksenli bir hayat için Demokratik siyasete LÂ diyoruz.
Kişilerin mutlaklaştırılmasına ve şahısperestliğe her yerde ve her zaman karşıyız. İnsan olmamız hasebiyle hepimiz hata yapabiliriz. Hiçbirimiz dün durduğumuz yerde bu gün de durduğumuzu söyleyemez, yarınlar için garanti veremeyiz. Dolayısıyla Peygamberler dışındaki herkesin gerektiğinde usulüne göre uyarılıp eleştirilebileceğine ve hatta gönül rahatlığıyla terkedilebileceğine inanırız.
Gönüllü tevhidî değişimlerden yanayız. Şiddete, silaha, zora, baskıya, dayatma ve güç kullanarak iknaya, işkenceye her zaman karşıyız.
Davetçi ve tebliğciyiz, dine hizmeti onur ve şeref biliriz. Allah(cc) kelâmını yaymak ve Rabbimizin adını yüceltmek için yaşarız.
Teşkilatçı/teşkilatlı olabiliriz fakat örgütçü asla. Örgütlenmişliği ve teşkilatçılığı örgütçülükle karıştıranlardan değiliz.
Açık, alenî, aşikâr, belirgin, bilinen, görülen, duyulan, orta yerde duran meşru bir anlayış ve tavrın peşindeyiz. Dolayısıyla da gizli-saklı, gizemli, muğlak, müphem, şüphe uyandıran, kendi içinde kapalı devre oynayan gurupları, hizipleri, klikleri, yapıları ve bu yöndeki marazlı çalışmaları halkı olarak eleştirmekteyiz.
Müslümanları ölçmeyiz, denemeyiz, onları tartmaz veya yoklama çekmeyiz. Bu çirkin hareket kimsenin haddine değildir. Bu tavrı ahlâksızlık olarak bildiğimiz ve bir Müslümana yakıştıramadığımız için rahatsız oluruz.
Danışıklı döğüşten ve kumpasa alınmaktan nefret ederiz. İmâ etmez açıkça konuşur, dolaylı değil direk muhatap oluruz. Takiyye yapmayız, yalan söylemeyiz, Müslümanların aleyhinde olmayız. Adam satmayız, kimseyi bir yerlere şikayet edip gammazlamayız.
Müslüman için Allah(cc)’tan başka korku ve endişe duyacağı, çekinip hesap vereceği bir otorite veya merci yoktur. Devlet, hükümet, asker, polis, karakol, hastane, hapishane, işkence ve ölüm gibi korkularımız yoktur elhamdülillah.
Ruhsatı değil, azimeti tercih etmenin gereğine inanır, ruhsat kullananlara asla saldırıp hakaret etmez ve onları sırf bu yüzden karşımıza alacak kadar alçalıp seviyesizleşmeyiz.
Hakk’ın hatırını âlî bilip hiçbir hatıra fedâ etmeyiz. Tevhid ve Adalet önderlerimiz olan, mücahid, muttaki hidayet imamlarının yürüdüğü eksen ve mektepte durmayı kendine şiar edinenleriz biz. Statükonun, oligarşik yapı ve kurumların, sultanların, kapı kullarının, tasasız müreffehlerin değil; imamların, şehidlerin, Salihlerin mirasçılarıyız. Küfrün önderlerine karşı cihad [2]etmemizi emreden Kur’an ayetlerine [3]ters düşen, ilâhî referans ve ölçülerle çelişen bir hayatı altın tepsi içinde sunsalar asla dönüp bakamayız. Böyle zelil bir hayata hayat diyemez, bu zillet içinde severek ve tercih ederek kalanlara da asla iyi bir gözle bakamayız.
Hiç kimsenin İslâm’a Yeşilay, Kızılay muamelesi yapmasını onaylamayız. Batıl ideolojilerin ve kokuşmuş düzenlerin koltuk değneği gibi algılayıp kendi tağuti otoritelerini meşrulaştırmak için kullanmalarına gücümüz oranında engel oluruz. Din’i bir bütün olarak bilir, aza, cüze parçaya bölmez veya razı olmayız.
Beraâtimiz
Kur’an’a talebe ve her biri birer Peygamber takipçisi olan muvahhid Müslümanların; LÂ’sı olmayan (omurgasız, edilgen, uzlaşmacı ve tanımlanmış) din anlayışlarından acilen uzaklaşıp, her türlü gelenekçilik sapmasından, (her biri atalar dininin değişik birer şubesi olan) Coğrafî, ırkî ve mezhebî milliyetçiliklerden, Devlet tanrısı ve resmî ideoloji ilahı(!)ndan, Resmî-millî Türk dini’nden, Tevhidsiz Adalet veya Devletsiz din arayışlarından, bütün beşerî sistemlerden, Demokrasiden, Tekfircilikten, Kur’ancılık’tan, Meâlcilik’ten ve akabinde Tasavvuf afyonundan, hoşgörü fitnesi Ilımlı-Amerikancı İslâm(!) anlayış(sızlığ)ından, her çeşit dil emperyalistliği’nden süratle ve tüm açıklığıyla;
Berî olduklarını, yani Allah(cc)’ın hak dini olan İslâm dışındaki bütün batıl din ve inançlardan, müşrik, zalim, fasık, kafir, tağutî kişi, yapı ve kurumlardan açık/kesin ayrılış, kopuş ve Beraâtlerini ilan etmiş olmalarının gereğine inanırız.
(Rabbimizle akdettiğimiz) ‘Kulluk’ ana sözleşmesine ters hiçbir sözleşme yapılamaz. Tevellâ ve Teberrâ kavramlarını hayatın her safhasında belirgin ve yaşanır kılmak, Tevhidî bilince ulaşan muttaki Müslümanların imanî görevidir. Bu net tavır ise kulluk mücadelesinin bel kemiğini oluşturur.
Rabbimize Dûamız
Söz’ü (Kur’an’ı) anlaşılır kılmak, Direnişi mektepleştirmek, Düşünceyi okullaştırmak, İlmi paylaşmak, Ameli çoğaltmak, İmkânı bereketlendirmek, Mekânı şahitlendirmek, Uyarıyı sahiplenmek, Şehadeti ve şahitlikleri ayağa kaldırmak, Muhasebeyi derinleştirmek, Duruşu İbrahim’leştirmek, Teslimiyeti İsmail’leştirmek, Mukavemete insan Direnişe güç katmak, Mücadeleye ivme kazandırmak, Kulluğa koyulmak, Tercihi Tevhidîleştirmek, Kardeşliği pekiştirmek, Kur’an’a Teslim olmak, Peygamber(sav)’e tabi olmak, Sünnet’e sarılmak, Vahiy’le doğrulmak, Siyer’le yoğrulmak, Duayla anılmak, Tekbirle yürümek, Yürüyüşü olgunlaştırmak, Selâm’ı yaymak, Muvahhid’i selamlamak, İlkeyi terk etmemek, Taviz vermemek, Cepheden kaçmamak, Zalimle uzlaşmamak; Yegâne arzumuz ve kimliğimizin vazgeçilmez, ilkesel bir parçası kılmasıdır.
Müslüman olarak bizler, asla imkânım yoktu diye bir mazeret ileri süremeyiz! Çünkü imanı olanın imkânları tükenmez! Kendimize olsun doğruyu söylemek zorundayız! Üşendim diyebiliriz, tembellik ettim, canım istemedi, yapmak içimden gelmedi falan diyebiliriz. Belki de hiç olmazsa itiraf edip sorumsuzca yattığımızı bile açık yüreklilikle söyleyebiliriz. Fakat asla benim ‘imkânım yoktu’ dememeliyiz/diyemeyiz. ‘Yerim dar/yenim dar’ diyenden ne farkımız kalır o zaman. Böyle bir lüksümüz veya sorumsuzluğumuz yok bizim. Çünkü biliyoruz ki imanın bizim için; ağır sorumluluklar da yükleyen, çok büyük bir imtihanın imkânlar suretinde, Rabbimiz Allah(cc) tarafından bize sunulan ilâhî nimetler ve hattâ lütuf olma yönü de var.
Etrafımız bunca makas, maske, kulvar, söylem, ağız, tavır, konsept, gömlek değiştirenlerle tıka basa doluyken, Allah(cc) korusun, belki de yol esaslarını ıskalayıp zalimlere, kafirlere, müşriklere ve tağutlara yoldaş olmak bile mümkündür.
Dün eleştirdikleriyle bugün can ciğer kuzu sarması olanlar yol arkadaşlarına kazık atanlardır. Dünkü karalara bugün ak diyebilenler, işin esasında, kıstas, miyar, mihenk ve ölçülerini tepeden tırnağa değiştirmişlerdir. Oysa ilkeli kalmayı hormonlu büyümeye tercih etmek ahde vefanın, kulluk misakına sadakatin doğal bir sonucudur.
‘Mangalda kül bırakmayanlar gördüm, mangalları kül doluydu’ diyen şairi haklı çıkarırcasına gücün ve güçlünün yanında yer alma eğiliminde olup maalesef kişisel veya cemaate ilişkin tercihlerini bu yönde yapan, dinî değerlerine takla attıranlar da çıkabiliyor aramızdan. Bunlarda aynı yolun yolcusu olarak anılmak istemiyoruz.
Ölümü, Ahireti, kabri hatırlatan, dünkü hoca ve ağabeylerimizin, anıtkabir ibadet/ritüellerini tevil etmeye kadar uzanan, ilkesizleşen, olumsuz bir çizgiye dönebildiğini görüyoruz istişaresiz, murakabesiz yolculukların.
Daha dün ‘rejim’, ‘düzen’, ‘sistem’‘statüko’, ‘oligarşi’ derken şimdilerde mevcut otoritenin dümen suyuna giren, yakın zamana kadar meydanları ve Dar’ûl Erkamları adres gösterdiği halde bugün reel politik tercihleri gereğince demokrasiden yana tavır alıp oy sandıklarını ve meclis’leri işaret edenlerle yol arkadaşı olunmaz. Onlarla yola da çıkılmaz, yolculuk ta yapılmaz.
Yolculuğu itaat ve ibadete çevirmek te, isyana ve kabahate çevirmek te kendi elimizde. Gittiğimiz/tuttuğunuz yol yol değilse ne denilebilir ki? Gidilen yol, tutulan istikamet eğer gerçek anlamda doğruysa; yol da, yolcu da, yolculuk ta hepsi birlikte mübarektirler.
Vahye teslim olmuş, Adem’inmuvahhid ve müslüman çocukları, Küresel Teröre, her türlü İşgale, Uzlaşmaya, Demokratlaştırılmaya, Ilımlılığa, Amerikancılığa, Saltanat İslâm(!)’ına ve Tağutlara karşı, Yeryüzü Yusufiye Medreselerinin; Türkiye, Suriye, Filistin, Irak, Afganistan, Pakistan, Çeçenistan, Sudan, Somali, Mali, Keşmir, Türkistan vb. Kampüslerinde Müslümanca ve Muvahhidce Direnerek Dirilirken; Vahyin Şahidleri olarak, ‘Küresel İntifada’yı kuşanırlarken; İtaat, İbadet, Cihad, Sabır, Direniş, Fakültelerinden, Dâva ve Mücadele derslerinden Kur’an ve Sünnet Müfredatını izleyerek, İzzetle, Şerefle ve İftiharla mezun olup, Rab’lerine‘Lebbeyk’ ‘İşittik ve itaat ettik, emret’ [4]derlerken; Bizim de Söz, Dâva ve Dûalarımızın sonu Allah(cc)’ı tekbir ederek hamdetmektir.
‘Allah(cc) yolunuzu açık etsin, adımlarınızı bereketlendirsin’ diyerek dua edebilecek yol ve yolculuklara kardeşlerimizle beraber çıkmak, menzillerde buluşmak, hep beraber aynı istikamete yürüyüp Tevhid’e, Kur’an’a ve sahih Sünnet’e ayarlı hassas pusulalarımızın gölgesinde ilâhî rızaya kavuşmak ümidiyle birbirimize hayırlı yolculuklar dileyebileceğimiz, özlenen (şehadet nakışlı giysiler giyen, giymekte olan, giyeceklerin ardı sıra yürüyeceğimiz) [5]cihad şafaklarının doğması temennisiyle…..
‘Yol odur ki doğruya vara, Göz odur ki Hakkı göre’; Yapamadıklarınız veya yapmanız gerekenler için çıkılır yola. Sorumluluğun ve vaktin kuşanılmasıdır yolculuk. Âhireti kazanmak ve ömrü bereketlendirmek içindir atılan bütün adımlar. Yaşamanın ve örnek olmanın adıdır yolcu. Gidişi var, dönüşü yoktur ve telâfisi zordur geçen zamanın.
“Asra andolsun. Gerçekten insan, ziyan içindedir. Ancak iman edip salih amellerde bulunanlar, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve birbirlerine sabrı tavsiye edenler başka.”[6]
Cesurun ayakları dayanmak, korkağın ayakları kaçmak içindir. “…Ey Rabbimiz! Günahlarımızı ve işimizdeki taşkınlığımızı bağışla; ayaklarımızı (yolunda) sabit kıl; kâfirler topluluğuna karşı bizi (destekle ve) muzaffer kıl!”[7]