Coşkun UZUN

03 Ağustos 2010

ZALİM OTORİTEYİ REDDEDİYORUZ!

Hak ve özgürlüklerin egemenler, statükocu zalim yöneticiler, şirk sistemleri, tağutî otoriteler tarafından hiç kimseye durduk yerde lütfedilerek verilmeyeceği, bu uğurda müslümanca, muvahhidçe, uzun soluklu bir iman ve kimlik mücadelesi verip çaba harcanarak, belki de zorla, fakat sonuçta direnerek elde edilebileceği gerçeğini şu günlerde tekrar hatırlamaya ihtiyacımız var.

 

Dolayısıyla da birilerinin Laik-Kemalist sistemini kimin, kimlerin işlettiği, kanunlarının, anayasasının ne kadar değiştiği, değişeceği zerre kadar umurumuzda değil, olmamalı. Ahmet veya Mehmet de olsa, Ali, Hasan, Hüseyin, Recep, Ramazan ve Muhammed dahi olsa fark etmez. Hamam aynı hamam, tas aynı tas, fakat vatandaşı bunaltacak terletip keseleyecek olan tellaklar değişiyor sadece. Başka değişen bir şey olmuyor. Bize yansıyan fatura, ödenen bedel ve yaşananlar değişmiyor ki sonuçta.

 

Ey zalim ve fasık yöneticiler!

 

Değil mi ki; Allah(cc)’ın indirdiği ilahi vahyin hayat bahşeden düsturlarıyla değil, aksine onlarla çelişen, fıtratı reddeden, kendi yanınızdan icat edip uydurduğunuz, fısk, zulüm, şirk, isyan ve küfür içeren beşerî, indî, cahilî değer ve ölçülerle hükmedeceksiniz!

 

Değil mi ki; Hüküm ve hakem olarak, otorite ve belirleyen olarak yaratan, yaşatan, yöneten olarak Allah(cc) ve Rasülü’nün adını bu yönüyle asla ağzınıza bile almayacaksınız!

 

Değil mi ki; Bizlere resmi ideolojiyi, Ilımlı-Amerikancı İslâm’ı, Devlet tanrısını, Demokrasiyi, Allahsız ve kitapsız bir eğitim sistemini, liberal ve modernist bir hayatı dayatacaksınız!

 

Değil mi ki; Vergisini aldığınız her kazancı kutsal sayacak, vergisini vermeyeni haram işlemekle itham edecek, vergi rekortmeni, genelev işletmecisi, kadın pazarlayan Manukyan ve benzerlerini öve öve bitiremeyeceksiniz!

 

Değil mi ki; Irkçılık, Türkçülük, Kürtçülük, Ulusçuluk yapıp çağdaşlık maskesi altında bunu pazarlayacak Resmi tarih yalanlarıyla devletçilik yapacak, zavallı halkı devletin emrine amade köleler olarak göreceksiniz!

 

Değil mi ki; Modern putlar, heykeller edinerek Allah(cc) ayrı bunlar ayrı diyerek, sermayenin/paranın dini/imanı olmaz diyecek, yesinler diye putlarınıza adaklar, çiçekler ve kurbanlar sunacaksınız!

 

Değil mi ki; Allah(cc) her anıldığında yüzünüz ekşiyerek kamusallarınızı, dokunulmazlıklarınızı, haramlı/hormonlu, ayrıcalıklı özel mülklerinizi hatırlayacak ve bizleri sindirip ezmek için olur olmadık sebeplerle, sudan bahanelerle tehdit edeceksiniz!

 

Değil mi ki; At izi ile it izi birbirine karıştıkça atalarınıza daha bir öykünerek itleri atlara tercih edecek, değil kedileri, aslanları bile farelere boğduracak, keyfiniz ve çıkarlarınız için her şeyi alt üst edeceksiniz!

 

Değil mi ki; Oy oy diyerek oyalayacak, insanlığınızdan geçecek ve seçimlerden geçinerek parti malı olacak, parti parti alıp satacak, servetinize servet katacak, demokrasinizi ilahlaştıracak, ilahlarınıza istemediğiniz hiçbir şeyi asla şirk koşturmayacaksınız!

 

Değil mi ki; Zevk, haz, eğlence ve şehvetin binbir türlü versiyonunu, tüm makyajı, cazibesi ve ayartıcılığıyla toplumun saf damarlarına, gece-gündüz durmadan; modernlik, çağdaşlık diyerek, kapitalistçe pompalayacaksınız!

 

Değil mi ki; Allah(cc)’ın kitabı Kur’an’a göre içki, faiz, şans oyunları ve kumar men edilmiş olan günahlar iken ve kesinlikle yasaklanan birer haram, kötülüğün ve zulmün kaynağı iken size göre bunların hepsi özgürlük olarak değerlendirilip meşru ve serbest kalacak!

 

Değil mi ki; Allah’a ortak koşmak olan Şirk en büyük zulüm olduğu halde, sizin kutsallarınıza göre inanç ve düşünce özgürlüğü olacak, isteyen istediği her şeyi umarsız, arsız, pervasız, hayâsızca Allah(cc)’a şirk koşacak ve bunun adı da bireysel tercih olacak!

 

Değil mi ki; Alan razı veren razı olduktan sonra; başta zina ve daha sonra akla gelebilecek her türlü cinsel sapkınlıklar, çapkınlık, marifet ve yönelimler olarak değerlendirilecek, nesil/fıtrat tahrip edilecek ve sonuçta sapla saman, şapla şeker sizlerin sayenizde birbirine karıştırılacak!

 

Değil mi ki; “Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır, toprak eğer uğrunda ölen varsa vatandır” diyecek ve (Allah(cc)’ın Rasülü Medine/toprak için savaşıp ölen cahiliye ölümü üzere ölmüştür, şehit değildir derken) kıymeti kendinizden menkul kutsallar oluşturarak kabul etmemiz için karşımıza dikecek, bunları reddedenleri reddederek, marjinal görecek, sakıncalı ilan edecek, olmadı vatan hainliğiyle yaftalayacak ve sonunda da düşman ilan edeceksiniz!

 

Değil mi ki; Canla başla, gece gündüz çalışarak, biriktirdiğimiz paralarımızla ve köy köy, şehir şehir, kapı kapı dolaşarak, hayırseverlerin alın teri ve helâl kazançlarından, kendi emeklerimizle inşa ettiğimiz bütün camilere,  oralarda kendi borunuzu itirazsız ve rahatça öttürebilmek için önce el koyacak, daha sonra elimizden alacak ve Diyanet’e bağlayacak, kendi memurunuzu atayacak, abdestsizliğinize, laikliğinize, milliyetçi ve ateistliğinize bakmadan, üstüne üstlük bir de bize din öğretmeye kalkacaksınız!

 

Değil mi ki; Önce işgal edip sonra da el koyduğunuz camilerimizin kürsü ve minberlerinden, küfrün önderlerine dualar edip, utanmadan methiyeler düzecek, isyana, tuğyana, zulme ve nihayet küfre götüren sisteminizin bekâsı ve selâmeti için el açıp Allah(cc)’a dûalar edecek, bizlerden de bu yalakalık ve omurgasızlık ürünü şarlatanlığa amin dememizi bekleyeceksiniz!

 

Değil mi ki; Zavallı halkın ve Müslümanların dertleriyle, ızdırapları ve sorunlarıyla, çektiği çilelerle, ezilmişlik ve sömürülmüşlükleriyle değil de, insan yerine konulmamaları ve istismar edilmeleriyle değil de gasp edilmiş haklarıyla değil de, fakirleştirilmesiyle değil de tam tersine, kendi ensenizi kalınlaştırmakla, gününüzü gün etmekle, göbeğinizi kaşımakla, garibanların ensesinde boza pişirmekle, keselerinizi ive kasalarınızı doldurmakla, birilerinden esirgemediğiniz tavukların ne zaman kazlara dönüşeceğini merak etmekle, kırk yıl sonra yiyeceğiniz tatlının hayalini kurmakla meşgul olacaksınız!

 

Değil mi ki; Allah(cc)sız, kitapsız, tek dünyalı ve ahiretsiz,  seküler, kapitalist bir hayatı modernlik, çağdaşlık ve medeniyet adı altında, sırf bizim iyiliğimize(!), bir an önce meşrulaştıracaksınız!

 

Değil mi ki; Ramazan’da Müslüman, Şevval’de demokrat olacak, Zilhicce’de Hacc’a giderken, Ağustos’ta sahil ve kumsallarda anadan/yarı üryan bir şekilde boylu boyunca devrilecek, yeridir diyerek diplomatik toplantılarınızda kadeh kadeh devirecek, ‘devlet malı deniz yemeyen keriz’ diyecek, yetim malı ile semizleşecek, utanmadan bizlere müslümanlık taslayacak, üstüne üstlük bir de çelişkiler kumkuması beyninizle, kalbinizin temizliğinden dem vuracaksınız!

 

Değil mi ki; zavallı halkımızın sisteminize olan sadakat ve bağlılığını ölçmek için her 4-5 yılda bir önüne seçim sandığını getirecek, zorla ve hile ile şehadet parmaklarını lekeleyerek bizim üzerimizden çıkar çarkınızı meşrulaştırmak için her türlü sosyal/siyasi/ekonomik/medyatik entrikayı çevireceksiniz!

 

Değil mi ki; kimileri daha eşit, kimileri daha haklı, kimileri daha güçlü, kimileri daha ayrıcalıklı, kimileri daha korumalı, kollamalı olacak!

 

Değil mi ki; Bir tane yezidin hatırına, binlerce masum ve yiğit Hüseyin’in kanına girmekten bir an olsun geri durmayacak ve çekinmeyeceksiniz!

 

Değil mi ki; Halkın hangi inanca sahip olup neye inandığı, nasıl bir hayat anlayışına sahip olduğu, nasıl bir siyaset ve yönetim şeklini, hangi ilkelerle istediğini asla önemsemeyecek ve tepeden inme din, inanç, siyaset, yönetim dayatacak, bilerek ve isteyerek demokrasinizi de parlamentonuzu da kutsayacaksınız!

 

Değil mi ki; Halkın büyük çoğunluğu açlık ve yoksulluk sınırının altında asgari ücret tarifesiyle terbiye edildikleri bir hayata mahkûm edilirken, bir kişiye on pul, on kişiye bir pul hesabıyla, zenginlerin daha zengin, fakirlerin daha fakir oldukları bir sistem kök salacak; cepleri ve kasaları dolu, geçim sıkıntısı nedir ömründe hiç görmemiş ve bilmeyen, çerez niyetine en as asgari ücret kadar harcama yapan gamsız, tasasız, müreffeh insanlar, zavallı halkımız için asgari ücreti tesbit edecekler!

 

Değil mi ki; Baba ocağından, ana kucağından, yurdundan/yuvasından, eşinden/aşından koparıp askere aldığınız yiğitleri ve delikanlıları ailelerinden birer emanet olarak aldığınızı unutacak, köleniz veya esiriniz sanacak, onların can güvenliğini dahi sağlamaktan aciz kalıp, askerini bile koruyamazken, birileri de kahraman ordu hayalleriyle şişinecekler!

 

Değil mi ki; Muhkem kaleler gibi inşa edilmiş (şehir merkezlerinde, güvenli ve risksiz bölgelerdeki) Askeri sosyal tesislerde, gazinolarda, golf sahalarında ayrıcalıklı ve torpilli kimi gençler vatani görevini yapacaklar ve buraların etrafında kuş uçurulmayıp, yamaçlarına bile kimsecikler sokulamazken, sıradan vatan evlatlarının görev yaptıkları (terör bölgesinde, riskli ortamlardaki) birlik ve karakollar da adeta kâğıttan/kartondan binalar gibi inşa edilerek, kuş uçmaz kervan geçmez yamaçlarda korumasız ve savunmasız kalacaklar!

 

Değil mi ki; Bir kişinin bile burnu kanamaması gerektiği halde, ölen askerler hep gariban vatandaşın, Anadolu insanının torpilsiz, kıymetsiz sıradan evlatları olacak ve hiçbir bürokratın, rektörün, vekilin, elitin, zenginin, siyasetçinin, generalin sıra dışı ve kıymetli oğlu olmayacak!

 

Değil mi ki; Resmî internet sitelerinde “dağa çıkmış birkaçyüz çapulcu” olarak tarif ettikleri, türlü zaaf ve eksikliklerle malul bu bölücü teröristlere karşı, dünyanın sayılı düzenli ordularının başında gelen ve bütçeden aslan payını almasına, elinin altında her türlü imkân ve teknoloji olmasına rağmen on yıllardır ağır kayıplar vererek, kan ve can kaybedecek, terörün belini kırarak bir türlü bitiremeyecek ve birilerinin yıllarca bu durumdan beslenip semirmesine fırsat verilecek!

 

Değil mi ki; Ailesinden ocağından koparılıp alınan gençlerimizin, Peygamber ocağı(!) denilen kışlada imanına/inancına göre ibadet etmemeleri için, akla ve hayale bile sığmayacak türden engeller çıkararak analarından emdiği sütü fitil fitil burunlarından getirdikleri yetmiyormuş gibi, oğullarını ziyarete gelen anne ve babalarını da hizaya sokmaya, onların üzerinden askerin sivil üzerindeki nüfuz ve gücünü ispatlamaya, vatanın gerçek sahiplerinin kimler olduğunu ve kimlerin de ikinci ve üçüncü sınıf insan ve vatandaş statüsünde olduğunu ispat edercesine bir kasıt içerisinde olunacak!

 

Değil mi ki; Ömürleri boyunca değil bir gün boyunca, bir dakikalığına bile asker olmayacak, hatta kışlanın yüzünü dahi görmeyecek olan kızlarımıza, Milli Güvenlik Derslerinde dikkat çekerek/çektirerek askeri vesayet ve tahakkümü dayatıp, askerlik, rütbeler, ordu ve organizasyonlar, kahraman Türk Ordusu hakkında eğitim vererek, hele hele İmam Hatipli kızlar için özel bir psikolojik işkence ve ayrımcılık anlamına gelen pervasız zulümlerle, başörtüsü üzerinden din ve dindarlarla hesaplaşmaya varan Allah, Kitap ve din düşmanlığını hepimizin gözlerinin içine bakarak yapacak ve sınıflardan, derslerden atacak olduktan sonra!

 

Değil mi ki; Eğitim özgürlüğünün, sivilliğin, bilimselliğin devlet eliyle baltalanması anlamına gelecek, (hemen birçok insanın acilen uygulamadan kaldırılması için hemfikir oldukları) Milli Güvenlik Derslerinin zorunluluğu sayesinde, askerlerin tüm öğrenciler üzerinden sivillere bir kat daha tahakküm ederek, tepeden bakmasını temin edeceksiniz!

 

Değil mi ki; Askerlere, askeri okullardaki öğrencilere, sivil kıyafetli/kimlikli, üniformasız insanlar veya eğitici uzmanlar tarafından, sivil hayata veya herhangi bir konuya dair gerçekçi,  yapıcı,  kaynaştırıcı,  eğitici ve öğretici dersler vermesi gibi son derece güzel ve şık duracak bir uygulamayı, sistemin sahipliğini yapanlar, hayal bile edemeyecekler!

 

Yapar gibi görünerek yakıp, yıkmak, yok etmek, ayrımcılık, bölücülük, saltanat sarhoşluğu, halka ve Hakk’a rağmencilik dedikleri şey bu olsa gerek…..

 

Müslümanlar; Kur’an ve Sünnet ekseninde bir var oluş mücadelesi ortaya koyup, hayatlarına geçirmek için ibadet aşkıyla çalışırlarken, aynı kendinden önceki ümmetler veya Peygamberlerin başlarından geçtiği gibi; çeşitli gaileler, musibetler, belâlar, sıkıntılar, ızdıraplar, tavırlar, çile ve kederler onların da üzerlerinden hiç eksik olmuyor. Bu ve yukarıda anlatılanlar türünden gerçekleri hepimiz az ya da çok ama mutlaka biliriz.

 

Yani sınanmak, denenmek, çeşitli badirelerle samimiyet ve duruş testinden geçirilip imtihan edilerek ayrıştırılmak, bu yolun tüm yolcularının paylaştıkları ortak kaderleridir.  

 

Kur’an’daki “sizden olan emir sahipleri” ifadesini halâ; “aynı partiden olmak, hemşehrilik, arkadaşlık, bir zamanlar bir yerlerde beraber ev sohbetleri/kimi İslâmi çalışmalar yapmış olmak, kişisel hukukumuz/ilişkimiz bulunmak, İHL’li olmak,eksi/yeni milli görüşçülerden olmak, namaz kılıyor olmak, eşi başörtülü olmak……” gibi ölçü ve kıstaslara indirgersek, hapsedersek, bunlarla yetinir ve avunursak, bizden ne köy olur ne de kasaba. Bu gidişle ve bu kafayla olamayız dostlar. Olsak olsak birilerinin oy deposu oluruz. Potansiyel müttefik, müstakbel yol arkadaşı, demokrat kardeşi oluruz. Fakat, asla dâva adamı olamayız…..

 

Hayatta yapılacak o kadar çok iş, yürünecek epeyce yol, tutulacak onca nöbet, ulaşılacak o kadar insan, aşılacak o kadar çok engel, kurtarılacak o kadar masum ve zavallı, karşı durulacak o kadar fasık, müfsit, zalim, müşrik, kâfir, tağut varken, reddedilecekler mantar gibi çoğalır ve kabul edilecekler ise hızla azalırken, kavramlarımızın içi bu kadar boşaltılmışken…..

 

Allah(cc)’ın dinine yardım eden, İslâmi/Tevhidî kimliği kuşanarak müslümanca bir hayat için canını dişine takabilecek, gözünü budaktan sözünü dudaktan esirgemeyen müslüman, muvahhid ve mücahidler olmakla, Allah(cc)’ı birlemek ve Allah(cc) için birleşmekle mükellefken, zalimleri, fasıkları, kâfirleri, tağutları ve düzenlerini asla meşrulaştıramaz, zavallı insanları bu sistemlere entegre edemez, onun oyun ve oyuncağı yapamaz, demokratlaşamaz, kimseyi demokrasi minderine, sistem içi oyunlara, araçlarına davet edemez, kimliğimizi sulandıramaz, kimlik değerlerimizden taviz veremez, kavramlarımızın içini boşaltamaz, Din’e dair iskonto ve ilaveler yapamaz, yıkmakla emrolunduğumuz beşerî/tağutî sistemlerin desteği, koltuk değneği olamaz, reddetmemiz gereken tavizci/uzlaşmacı elleri öpemez, onları kendi ellerimizle besleyemez, İslâm’a ve Kur’an’a göre temelden inşa etmekle sorumlu olduğumuz, ifsat olmuş yapıların restorasyonuna, rehabilitasyonuna, iyileştirilmesine, makyajlanmasına, tedavi edilerek ömrünün uzatılmasına; iman iddiasında ve Tevhidî bilinçte olduğumuz sürece, asla ve hiçbir şart altında, neler vaâd edilirse edilsin, neyle korkuturlarsa korkutsunlar, nasıl tehdit ederlerse etsinler hiç birisine eyvallah deme veya pabuç bırakma gibi bir lüksümüz olamaz, olmamalı.

 

Önümüzdeki süreci bu bakış ve anlayışla değerlendirerek; tongaya düşmemek rejime/sisteme, oligarşiye, zulüm otoritelerine karşı kimliğimizden taviz verip saparak, savrulmamak, elimizi ve alnımızı lekeleyerek kaybetmemek gerekiyor.