Ahmet ÖRS

24 Ekim 2007

200. SAYISIYLA HAKSÖZ: BESLEYEN VE BESLENEN BİR IRMAK

            Bir ekol, çizgi, mektep, okul, artık her ne dersek diyelim Haksöz esaslı bir düşünce ve inanç damarı olarak yolculuğunun iki yüzüncü sayısına ulaştı.
            Doksanlı yılların başından bugüne ulaşan süreçte memlekette örneği pek az görülebilecek bir şekilde Haksöz, Kur’an temelli İslam anlayışının öncülüğünü teori ve uygulamada gösterdi, göstermeye devam ediyor. Haksöz’ün bu tanıklığı sadece duygusal bir değerlendirmeyle takdir edilecek bir yüzeysellikte değildir. Doksanlı yıllardan itibaren Haksöz’le beraber yürüyen biz ve bizimle beraber olan, bize katılan kuşaklar bunun canlı şahitleridir.
            Haksöz, geleneksel inanç yapımızı Kur’an’la buluşturan katkılardan en büyüğünü yapmıştır. Elbette Kur’an düşüncesi Haksöz’ün inhisarında değildir ama bu alandaki öncülüğü de asla görmezden gelinecek gibi değildir.
            Doksanlı yılların yükselen İslami yürüyüşünün daha sonraki yıllarda bilgi, nitelik temelinin zayıf olduğu görüldü. Sadece siyasal bilinçlenme şeklinde kendini gösteren yükseliş kritik dönemlerde ayakta durabilecek seviyeden mahrum olduğu için çabucak ve büyük savrulmalar yaşadı. Haksöz’ün duruşu işte bu süreçte anlam kazandı: Yalnız heyecan ve temelsiz siyasal heyecanların uzun soluklu yürüyüşler için gerekli ama yetersiz olduğu gerçeğini dillendirmek. İnancını arındıramadan, Kur’an ve Resul’un örnekliğini layıkıyla kavrayamadan, akideyi tarih içinde oluşmuş yanlışlıklardan arındırmadan yola koyulmak hiçbir zaman sağlıklı bir tercih olmayacaktır.
            Sadece inancı arındırmak olmadı Haksöz’ün hedefi. İnandığımız değerleri belirlemek, onları geleneksel ve modern yanlışlardan arındırarak ortaya çıkarmak kulluk görevini yerine getirmek için yeterli değildi. İnandığımız değerlerin bizlere yüklediği sorumlulukları yerine getirmeye çalışmak, bireysel ve toplumsal tarihimize şahitlik ederek notlar düşmek, yerel ve küresel istikbara karşı mücadele edip Allah’ın diniyle insanları buluşturan özgür yolculuklara koyulmak gerekti. Bu yalnızca bir niyet yığını olarak kalmadı, doksanların başından bugüne kadar her gün biraz daha ete kemiğe büründü, biraz daha somutlaştı. Yirmi sekiz şubatın soğuklarına, Irak işgalinin sıcaklığına, Kudüs’ün kuşatılmışlığına hep ses verdi, asla geri durmadı. Küresel ve yerel hukuksuzluklara, adaletsizliklere karşı Kur’an’ın Müslümanlara yüklediği sorumlulukların gereğini gücü yettiğince, dili döndüğünce yapmaya çalıştı. Zaten inanç, yükümlülükleri yerine getirmeye niyeti olmayınca arındırılamazdı, mutlaka yatağından sapardı. Bu hataya düşenlere baktığımızda yakın dönemimiz ibretlik derslerle doludur.
            Haksöz’ün yolculuğunu kendine yakınlık duyanlar açısından ben bir ırmağın yolculuğuna benzetiyorum: Besleyen ve beslenen bir ırmak. Haksöz derelerle, çaylarla beslenen, gittikçe çağıltısı gürleşen, etrafına bereketler saçan bir ırmak olmuştur. Haksöz’ü besleyen düşünsel ve fiili emekler onu yatağında büyütüp etrafını yeşerten, çok uzak diyarlara bile güzelliklerini ulaştıran bir karaktere taşımıştır. Haksöz oluşturduğu deltalarla verimli ovalar meydana getiren bir ırmaktır. Her bir kolu bir ırmağa eşdeğer bir delta.
            Haksöz’ün bu uzun yürüyüşü gönüldaşlarının yürek ve zihinlerini şekillendirirken kendi geleceğinin de temellerini atan, kendini geleceğe taşıyan bir yürüyüş oldu. İşte besleyen ve beslenen bir ırmak benzetmesi bu bakımdan anlamlıdır. Kendini besleyemeyen yapıların geleceğe taşınabilme imkânları yoktur. Nicel potansiyelleri itibariyle zayıf görünseler de fikir ve inanç temellerini sağlam bir biçimde oluşturmuş çizgiler kendilerini çok uzak zamanlara taşıyabileceklerdir. Asıl kalıcılık ve büyüklük budur. Geçici kalabalık ve heyecanlar sağlam temellerden mahrum oldukları müddetçe kendilerini geleceğe taşıyamama, farklı zihniyetlere entegre olma hüsranından kaçamayacaklardır.
            Haksöz’ün yürüyüşü farklı İslami çevrelerle irtibatlar bakımından da oldukça önemli dersler veren bir süreç oldu. İslam düşüncesini pratikle buluşturan tevhidi çizgi, onu anlamada yetersiz kalan çevrelerin acımasız eleştirilerine muhatap oldu. Bu ilişkilerde elbette Haksöz’ün duruşu eleştirilip yargılanabilir ama muarızların iyi niyeti kendini maalesef gösteremedi. Sadece geleneksel tabularına, kurulu inanç ve fiili yapılarına sımsıkı sarılmaktan kaynaklanan tutumlar hakkı tavsiye etme amacından çok uzak karalama kampanyaları şeklinde kendi gösterdi. Kimi anlayış ve çevreler ise Haksöz’ün yerel ve küresel adaletsizliklere tavır alan tutumundan açıkçası endişe ettiklerinden desteklerini izhar etmekten ısrarla imtina edip yeni ılımlı siyasal süreçlerle birlikte hareket etme tercihinde bulundular.
            Haksöz şunu kabul ettirdi ki sadece bir yayın, bir dergi değildir. Bir ekol olarak Türkiye’deki tevhidi uyanış sürecinin ana damarlarından biri olarak kalmayıp bütün İslam dünyasındaki düşünce ve inanç hareketleri için en önemli, en ciddi örnek modellerden biri olmuştur.
            Besleyen ve beslenen ırmağı kendi gerçekliğimizi anlamak, coşkulu çağıltısıyla çok uzak coğrafyaları yeşertmek bilinciyle sahiplenmek, çıkışımız için esaslı bir tercih olacaktır.