Ahmet ÖRS

07 Ağustos 2010

BİR EĞİTİM YILI DAHA RESMİ İDEOLOJİNİN GÖLGESİNDE GEÇTİ

2009-2010 Eğitim Öğretim yılı kronikleşmiş sorunların devam ettiği bir yıl oldu. Her şeyden önce Türkiye’deki egemen paradigmanın resmi ideolojiyi eğitimin üzerinde bir tehdit olarak sallandırmaya devam ettiği sürece de sorunlar esastan çözülmeyecektir.

 

Resmi endoktrine eyleminin bir aracı olarak eğitim faaliyetlerinin gerçekleştirildiği tespitini bir kez daha yapmak isteriz. Hangi sorunu ele alırsa alalım bu temel problem masaya yatırılmadığı müddetçe sağlıklı bir sonuca ulaşmamız mümkün olmayacaktır. Hakikati kavrama amacından uzak, mevcut egemenliği onaylatıcı ve sürdürücü işleviyle Türkiye’deki eğitim sistemi insanlık ve vicdan dışıdır.

 

Son yıllarda ders müfredatlarında birtakım iyileştirmelerin yapıldığı elbette doğrudur. Ancak temel perspektife dokunulmamıştır. Tarih dersinden İnkılâp dersine kadar, Milli Güvenlik dersinin içerik ve hedeflerinden Türkçe/Edebiyat derslerindeki okuma parçalarına kadar resmi ideolojiyi kutsayan bakış korunmuştur. Bu da tabiatıyla sorgulayıcı eğitim iddiasını boşa çıkarmaktadır.

 

Türkiye’deki eğitim sistemi hâlâ çocuklarımızı kışla içindeki askerler olarak görüyor. (Bunu söylerken kışla içindeki özgürlükten yoksun durumu da asla onaylamıyoruz.) Onları sabah akşam sıraya sokup törensel uygulamalarla itaatkâr robotlara çevirmek isteyen bir sistemin pedagojik mantığı nasıl izah edilebilir? Öğrencilerden mevcut egemen düşünce ve siyaset biçimine boyun eğmelerini isteyen ve başka da bir amacı olmayan bu faşizme karşı koymak, sorumluluk sahibi herkesin görevi olmalıdır.

 

Türlü meşakkatlerle büyüttüğümüz çocuklarımızı 5 yaşında anaokulu uygulamasından başlayarak elimizden alan eğitim sistemi her türlü köleleştirmeci sistemden daha zalim, daha fütursuzdur. “Çocukların devletin değil bizim” olduğu gerçeğini halkımızın idrak etmesi gerekiyor. Bunun için Özgür Eğitim-Sen elinden gelen muhalefeti yürütecektir. Zihinleri bambaşka kutsal ve şartlandırılmışlıklarla yıkanan çocuklarımıza yapılanları “zulüm”den başka hangi kavram açıklayabilir?

 

Geçtiğimiz eğitim öğretim yılında da başörtüsü yasağı Türkiye’nin üzerindeki kara leke olarak devam etmiştir. Diyarbakırlı Ecenur Özel adlı 6. sınıf öğrencisi kızımızı başörtüsü taktığı için koskoca devlet, okuldan okula sürmüştür. Bu utanç onlara yeter! Birçok alanda halkının değerleriyle çatışan sistemin düştüğü bu acziyet Ecenur’u takip eden diğer kızlarımızla daha da derinleşmiştir.

 

Üniversitelerden liselere, ilköğretim okullarından merkezi sınavlara kadar eğitimin her kademesinde başörtüsü yasağı bütün acımasızlık ve insafsızlığı ile uygulanmış, hiçbir insan hakları standardına uyulmamıştır. Halkının dini değerlerine gösterdiği düşmanca tavırdan dolayı bu sistemin eğitimle ilgili afili laflar etmeye hakkı yoktur!   

 

Üniversite sınavlarında görev alan personele dağıtılan kılavuzun tam sekiz yerinde başörtüsü yasağının nasıl uygulanacağına dönük uyarılar yer almış, başörtülü adayların binalara dahi sokulması yasaklanmış, başını açıp içeri girdikten sonra başörtüsü takan adayların polisiye bir kurguyla ele alınarak nasıl dışarı atılıp sınavlarının geçersiz sayılacağı kılavuzda ayrıntılarıyla ele alınmıştır. Acı olan ise İslami duyarlılığı olan sendika ve derneklerden bu hususları gündeme getirip kamuoyu önünde deşifre eden kuvvetli sesler çıkmamıştır.

 

Üniversite sınav sistemi YÖK ve hükümetin ortak sorumluluğuyla Danıştay müdahalesi neticesinde 15 puana varan katsayı adaletsizliği ile malul duruma getirilmiştir. Bu özellikle İmam-Hatip Liselerinin önünün kesilmeye devam edilmesi demektir. Üniversite sınav sisteminin kendisi zaten tam bir fecaattir. Yine dersane-okul ve ev arasında sıkışına öğrenci modeline devam edilmiştir. Test çözmekten başka mahareti olmayan gençleri kapitalist piyasaya sürmeye devam etmiştir eğitim sistemi. Yaratıcı beyinler test uygulamalarının kabiliyetleri yok edici mantığına teslim edilmiştir.  

 

Kesintisiz eğitim uygulamasının kitlelerin endoktrinasyonu doğrultusunda 28 Şubatta elden geçirilmiş versiyonu her geçen yıl yeni rezaletlere sebebiyet vermektedir. YİBO ve PİYO’larda taciz vakalarında artış mide bulandırıcı boyutlara varmıştır. Sistemin ürettiği öğretmenler maalesef öğrencilerine tacizde bulunabilmişlerdir. Bu durum laik dayatmacılığın, İslam’ı toplumsal hayattan, eğitimden dışlamanın bir sonucudur. Halkımızın, İslami çevrelerin bu durumu görmeleri, bu doğrultuda uygulamaları değiştirici kampanyalar sürdürmeleri kaçınılmazdır. Öğrencileriyle meyhanelerde kadeh tokuşturan müdürler ahlak timsali genç kızlarımızın başörtülerini okul girişlerinde zorla açtırırlarken sessiz kalmak zulme geçit vermek demektir. Başta Müslümanlar olmak üzere bütün vicdanlı çevrelerin bu uygulamalara karşı seslerini yükseltmesi gerekmektedir.

 

Eğitim sendikalarının ders ücreti ya da atamalara gösterdikleri ilgi ve hassasiyetin çok küçük bir kısmını bile saydığımız haksızlık ve ifsada karşı göstermemeleri hayret ve üzüntü vericidir. Hak ve özgürlükleri esas alması gereken sendikal anlayışların bu alanları es geçmesi kendi varlıklarını yok saymaktan, menfaat birlikteliğinin ötesini gözetememekten başka bir şey değildir.

 

Kesintisiz ve zorunlu eğitime karşı bir kampanya başlatmak, zihinleri egemen paradigma doğrultusunda törpülenmiş, düşünemeyip üretemeyen bir nesil istemeyen her vicdanlı insanın omzundaki öncelikli sorumluluktur. Topluma önce eğitim alanındaki tezgâhlarla edilgen ve köle kimlikler kazandırıldığı düşünülecek olursa meselenin hayatiyeti daha iyi anlaşılacaktır.

 

Açılım politikalarının ete kemiğe bürünemeden fiyasko ile sonuçlanması eğitim alanında farklı kimliklerin ifadesi bağlamında önemli bir imkânı kaçırmıştır. Sanal Türk ulus kimliğini farklı kimlik ve inançları yok sayarak çocuklarımıza, gençlerimize eğitim adına dayatan anlayış geriletilememiş, bu meyandaki çıkışlar toplumsallaşamamıştır.

 

Üniversitesinin Kürt meselesi, başörtüsü yasağı, eğitimdeki çürütücü politikalar, toplumsal/siyasal gerilimler, resmi ideoloji dayatması gibi can yakıcı sorunlarla ilgili sadra şifa çözümler üretemediği; ilk ve orta öğretiminin farklı ve zengin insan potansiyelini tornadan çıkmış ve bireyliğini yitirerek egemen işleyişe uyumlu nesneler haline dönüştürdüğü bir eğitim sistemi zaten karakteri gereği zulümdür, insanlığımızı yok edici bir canavardır.