Ahmet ÖRS

25 Mayıs 2011

YENİ EVREDE SENDİKALARIN MİSYONU

Sendikalar temelde kapitalist tahakküme meydan okumayı amaç edinen kurumlardır. İnsanın fiili köleliğine meydan okumak için gerçekleştirilen örgütlenmelerdir. Bu misyondan uzaklaşan örgütlenmelere artık sadece bir düşünce kulübü olarak bakılabilir.

Sendika kavramını devrimci mücadeleden bağımsız düşünmek çok zor. Her zaman muhalif duruşunu korumak, her zaman ezene karşı ezilenden yana olmak sendikanın ruhu iken bugün özellikle ezilenlerin pasifize edildiği, bir kısmının sistem tarafından massedildiği bir vasatta sendikal mücadele devrimci özünü yitirmiş, sistemin yedeği durumuna düşmüştür.

Özellikle Türkiye’deki sendikaların durumu içler acısıdır. Kimisi doğrudan sistemin derin güçleriyle kurduğu kirli ilişkilerle vâr olagelmiş, kimisi rant ve çıkar sevdasına düşmüş, kimisi de kapitalist sistemi tahkim etme misyonuna gönüllü olarak sahip çıkmıştır.

Kapitalizmin sınırları aşan saldırganlığı bugün her zamankinden daha çok insanlığı tehdit ediyor. İşsiz kalmakla sefalet ücretleriyle köle olmak arasında bırakılan insanlar büyük bir çaresizlik fotoğrafı sunuyorlar. Büyük ve küresel sermaye sınır dinlemeyen azgınlığını daha da artırıyor. Ülkelere fütursuzca savaş aşıyor. Bunu yaparken uluslararası kurumları arkasına alıyor. BM’de usulen oylamalar yapıyor, silahlı saldırgan güç NATO’yu jandarması olarak yanına alarak mahallelerde efeleniyor. Her Allah’ın günü Afgan köylülerinin evlerini, düğünlerini; Libya’nın sahillerini bombalıyor, kendi sanal mahkemelerinde gıyabında yargıladıkları şahsiyetlerin idam fermanlarını imzalayıp cesetlerini denizlere atıyor. Akdenizden okyanuslara kadar enerji koridorlarına hâkim olmaya çalışıyor, bunun için gözü dönmüş bir yaratığın reflekslerini sergiliyor.

Bütün bu olan biten bir sinema filmi formatında bir eğlence aracı olarak sermayenin televizyonlarından evlere servis ediliyor. Birer robota çevrilen insanlar kendilerine dayatılan çılgın bir tüketim hayatını sahipleniyor, bankalara, kredi ve kredi kartlarına tutsaklıkla geçecek bir ömre zincirleniyor. Hiçbir kutsalı bırakılmayan insanlık rezidanslarda, avm’lerde yükselen bu trajediye teslim oluyor. Sahipsiz, örgütsüz…

İşte benzeri ve yardımcısı olabilecek birçok örgütle birlikte sendikalar bu tarihi dönemeçte etkin bir rol, devrimci bir misyon üstlenecekken egemenler tarafından massedilmiş olduklarından güdük yapılar olarak mahcup edalarla kalakalıyorlar ya da doğrudan sistem taraftarlıklarını ilan ediveriyorlar.

Her türlü köleliğe, yok sayılmaya, aşağılanmaya meydan okuması gereken sendikal örgütlenmeler, insanlığı kuşatan saldırıları bir bütün halinde göğüsleyemediğinde insanın teslim alınmasında şeytani güçler her geçen gün yeni mevziler ele geçirmiş olacaklardır. Kimliklere dönük saldırının birkaç adım sonrası bu açıdan önemlidir.

Kimliklere dönük saldırıların nihayetinde ekonomik köleliğin gerçekleştirilmesi vardır. O yüzden Kur’an, halkını ahmaklaştıran Firavun’dan bahseder, onun ahmaklaştıran propagandası sayesinde kitlesel kölelik gerçekleşir ve sürer. Köleleştirilen halkı “uyandırmaya” gelen Musa, halkı önce “ahmaklaşma” durumundan kurtarmalıdır.

Sendikal örgütlenmeler, köleliğe giden bu yolu deşifre etmeli ve fiilen bu gidişata direnen bir performans göstermelidir. Kötülüğün deşifre edilmesi ile ona karşı direnişin örgütlenmesi kaçınılmaz olarak birbirini takip eden bir suretle gerçekleştirilmek zorundadır. Beled Sûresinde ifadesini bulan “fekkü raqabe” (kölelere özgürlük) çağrısı bu şekilde ete kemiğe bürünebilir.

Sendikaların, egemen güçler tarafından kuşatılan hayatımızda nefes boruları açmak için hareket edecek zeminleri bu dolayımdadır. Kendi ayağına kurşun sıkacak her yanlış tavır sendikaların varlık misyonunu da, onlara umut bağlayan kitleleri de hayal kırıklıklarıyla baş başa bırakacaktır.