Ahmet ÖRS

09 Ağustos 2011

GENERALLER GİDERKEN

Komutanların istifası ya da emekliliklerini istemeleri iktidar çerçevesinde yapılan tartışmaları yeni bir boyuta taşımış oldu. Son zamanlarda azalmakla birlikte AKP’nin sisteme tam manasıyla egemen olamadığı iddiaları başbakanın YAŞ toplantısında verdiği başkanlık fotoğrafındaki egemen ve emin tavrının da gösterdiği üzere bütünüyle geçerliliğini yitirmiş oldu.

Generallerin etkinliğinin azaltılması, darbeci köklerine sadık isimlerin tasfiyesi başta İslami çevreler olmak üzere birçok siyasi cenahı mutlu etmiştir. Mevcut durumun elbette ilk bakışta mutluluğu perçinleyecek tarafları var olabilir. Hesaptan düşen halk düşmanları var, bunun gerçekliği açık bir şey ancak sürekli olarak vurgulamaya çalıştığımız başka ve yeni bir dönemin inşa edildiği gerçeği karşısında bu mutluluğun tekabüliyetini iyi hesap etmek gerekiyor.

İslamcı çevrelerin kendilerini AKP üzerinden tanımlamaya başladıktan bu yana İslamcı muhalefet/siyaset üretebilme kabiliyet ve potansiyelinin önemli bir zaafa uğradığı açık bir şekilde görülebiliyordu. Bu zaafiyetin tavan yaptığı bir döneme ulaştığımız söylenebilir. Bundan sonraki süreçte sadece bu tavan durumu daha derinlikli, daha sofistike bir hal alacaktır.

Özellikle kendi siyasal/İslami iddiaları yerine demokrasi söyleminin büyüleyiciliğine kapılıp sivil ve yeni anayasa söylem ve çağrılarıyla kendilerini ifade etmeye başlayan İslamcıların yaşadığı sefalet içler acısı boyuttadır. Esasen İslamcılığın ne ölçüde varlığını sürdürdüğü sorusu ayrı bir tartışma alanı gibi dursa da burada ele almaya çalıştığımız bağlamdan tamamen kopuk da değildir.

Hayata bakışta Kur’an’dan yola çıkarak bir perspektif geliştiren, insanın varlığını anlamlandıracak hakikat yolculuğunu ve onun tabii ve zorunlu uzantısı olarak yaşamsal alanlarla ilgili devrimci/yapıcı müdahalelerini somutlaştırıp öneren İslamcılık bugün neoliberal iktidarların çılgın heyulası içinde devinen belirsizliğin içine çoktan yuvarlanmıştır.

Küresel güç merkezlerinin insanı ve tabiatı yağmalayan kapitalist hırslarıyla kesişen yerel dindar kalkışlı siyasetin, büyük ve dönüştürücü iddiaları mündemiç İslamcılığı bu kadar kolay teslim alabileceği belki beklenir bir şey değildi ancak bu 28 Şubat şamarının da yardımıyla, belki ondan çok daha önce uygulamaya konulan 12 Eylül ve Özal süreçleri sonucunda gerçekleşmiş oldu. General tasfiyelerini başarıya ulaştıran mevcut sürecin küresel güç merkezlerinin inisiyatif ve tercihleriyle ne kadar paralel yürüdüğünü görebilmek meselenin anlaşılması bakımından hayati öneme haizdir.

Demokrasi söylemini öne çıkarmış, pazarı kemalist darbe tehditlerinin belirsizliğinden kurtararak ılımlı dindarlık söylemleriyle dindar halkı sisteme muhkem bir payanda olmaya zorlamış bir siyaseti görmek kralın çıplak olduğunu haykırmak demektir. Buna kaç kişi ya da kimler inanır bilinmez ama İslamcılığı ve onun şahsında ezilenlerin umudu olacak adalet söylemini kendi elleriyle mezara gömecek, kapitalist iştihanın kendine alan açmasına payanda olacak bir konum İslamcılık için intihardan başka bir şey olmayacaktır.

Sorunsuz bir pazar neoliberal politikalar için zorunludur. Bugün yaşanan acıların psikolojisinden dolayı layıkıyla görülemeyen ya da görülmek istenmeyen gerçekler yarın çok daha sarsıcı ve tehditkâr bir edayla İslamcıların karşısına çıkacaktır. Bugün neye, ne kadar ve neden sevindiklerini tam olarak göremeyenler o gün bütün bu yaşanmışlıkları tahlil edecek bir zemin bile bulamayabileceklerdir.

Sistem karşısında mağdur edildiğine inanılan siyasi iktidarın YAŞ başkanlık koltuğunda kendinden emin oturuşuna uzanan uzun süre sonunda yaratılan imkânlardan yararlanmayı hayal eden İslamcıların geldikleri noktada pragmatizmi hedeflerken boyalarının büyük oranda değiştiğini, çoktan iktidarın siyasetine entegre olduklarını görmek üzüntü vericidir.

Generallerle hesaplaşılırken kurulan siyasetin küresel güç merkezlerinden bağımsız olmayan, kapitalizme ve kalkınmacılığa, felah değil refah toplumuna yelken açmış bir mahiyet sergilediğini görmek acaba hayal kırıcı olmuş mudur? Ya da bunun farkında bile olunamayacak bir sefalet hakikaten egemen midir?

Hülasa, yolunu yapamayanlar başkalarının yoluna çakıl taşı olduklarını geç de olsa anlayabilecekler mi, bilinmez.