Ahmet ÖRS

05 Ağustos 2008

ANAYASA MAHKEMESİ KARARI NEYİN HABERCİSİ

AKP’nin Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılmaması son on yıllık yerel ve küresel politikalarla ilgili kanaatlerimizi pekiştirdi.

 

Her ne kadar batılı yaşam tarzına sahip olsalar da otuzlu yılların faşizan siyaset anlayışıyla memleketi zapt u rapt altında tutmaya devam etmek isteyen katı Kemalist çizgiye, postmodern yöneliş doğrultusunda küresel güçler daha fazla destek vermeyeceklerini her geçen gün daha çok gösteriyorlar.

 

Son kararla mevcut paradigma uzun söze hacet bırakmayacak şekilde bir geri adım daha atmıştır. Dava açıldığında partinin kapanma ihtimalini yüksek görenler bu süreci iyi okuyamamışlardır. İçerde direnişini sürdürme azmindeki Kemalist yapı son desteği olan 28 şubat sürecinden sonra uluslar arası konjonktürü artık arkasına alamamanın verdiği şaşkınlık içerisinde yeni çıkış yolları aramak ihtiyacındadır. İşte bu ihtiyaç çokça konuşulan “pazarlık”ların müsebbibidir.

 

AKP’nin bu kararla karantinaya alındığını, adım atıp iş yapamaz duruma getirildiğini iddia edenlerin kanaatlerinde kuşkusuz haklılık payı vardır. Ancak RP ve FP davalarında şahince idam fermanını imzalayanlar aynı tavrı bu süreçte gösterememişlerdir. Mahkemenin kararını “her an ensendeyiz” diye yorumlamak bu bakımından çok da isabetli olmayacaktır.

 

Bundan önce sistemin “ben yaptım oldu” mantığına kimse karşı çıkamadığına göre AKP için kapatmama kararı veremeyen mahkemenin karar verirken başka etkiler altında kaldığını görmek zor değildir.

 

Cumhuriyet mitinglerinden bu yana gösterilerle savunulmaya çalışılan paradigma engellemeye çalıştığı cumhurbaşkanlığı seçim sürecinden sonra kapatma davasında da mağlup olmuş hatta Ergenekon davasıyla da gardını iyice düşürmüştür.

 

Şu bir gerçek ki gelinen süreçte yeterli olmasa da elbette iç dinamiklerin etkisi vardır ama asıl dinamik küresel mahreçlidir. Uluslar arası sermayenin geldiği bu aşamada birtakım siyasal çekişmelere kendi çıkarlarını teslim edeceği düşünülemez. BOP’un siyasi-toplumsal dönüşüm hedeflerine baktığımızda artık 30’lu yılların siyaset anlayışının küresel egemenler tarafından onaylanmayacağını rahatlıkla görebiliriz.

 

Küresel dayatmalar ülkedeki siyaseti belirliyor. İçerdeki dinamikler de ya küresel anlayışa eklenecek ya da mevcut paradigmanın sözde ayak direyen tavrını sürdürecek ve Ergenekonvâri darbeci anlayışlara evrileceklerdir. Aradaki çatışmanın temel karakteri bu çerçevede şekillenmektedir.

 

Gelinen nihai noktada süregelen pazarlıkların nasıl sonuçlanacağına ilişkin çok kuvvetli ipuçları orta yere serilmektedir. Hassasiyetleri belli ölçekte korunan bir Kemalist anlayışla BOP’un da amacı olan Ilımlı İslam arasında bir sentez ya da en azından müsamahakâr bir ilişki oluşacaktır. Buna Kemalist İslam diyenler de olacağı gibi yeni sürece Ilımlı Kemalizm tanımlaması da yapılabilir.

 

Meselenin, Müslümanlarla ilgili boyutu Ilımlı İslam sürecine mahkemenin de onay vermesinden sonra daha da önem kazanmıştır. Muhafazakâr politikalar bu süreçte denge politikası gütmeyi daha da öne çıkaracaklardır. Faşizan anlayışların gevşemesi özgürlükler bağlamında olumlu bir gelişme iken postmodern sürecin çözücü karakteri muhafazakâr politikaları besleyeceğinden tevhidi çizgi takipçilerine daha çok sorumluluk düşecektir.