Ufuk AKTAŞLI

12 Mart 2008

BAŞÖRTÜSÜ MESELESİ VE TÜRK SOLU

    Türkiye’de başörtüsü yasağının devam etmesi, başörtüsünün yalnızca kamusal alandan değil, hayatın tümünden dışlanması için mücadele edenlerin yalnızca solcular olduğunu görüyoruz. Solcular dışında bu yasağı açıkça savunan bir kesim yok. Gerek MHP tabanı gerekse merkez sağa oy verenler başörtüsünün serbest bırakılmasını istiyorlar. Kendilerine sosyal demokrat veya ulusalcı sol diyen sol Kemalist kesimlerin başörtüsüne karşı olduğu zaten biliniyordu. Ancak devrimci ve Marksist solcuların da şu son süreçte başörtüsüne karşı tavır alması dillerinden düşürmedikleri özgürlük konusundaki samimiyetsizliklerini de göstermiş oldu. Düşünce özgürlüğü, cinsel özgürlük, ana dille eğitim özgürlüğü gibi konularda mangalda kül bırakmayan solcular sıra başörtüsü özgürlüğüne gelince resmi ideolojiyle aynı dili konuşmaya başladılar. Hem de Müslümanların yıllardır vermiş olduğu başörtüsü mücadelesini görmezden gelerek mesele sanki şimdiye ait bir meseleymiş ve Amerikancı bir ılımlı İslam projesinin Türkiye’ye yerleştirilmesiymiş gibi gösterdiler.
    Bu ülkede sol yelpazenin neresinde olursa olsun ister Kemalist solcular, isterse de devrimci solcular neden sürekli olarak İslam’a ve Müslümanlara saldırmaktadır? İslamî değerler bu kesimleri neden rahatsız etmektedir? Bu sorulara sol düşüncenin materyalist bir temele dayandığı ve bu nedenle de dinî olan her şeye karşı olduğu şeklinde bir cevap verilebilir. Bu cevap doğrudur; ancak kanaatimizce yeterli değildir. Yoksa hakkını koruduğunu iddia ettiği bir halkın değerlerine neden bu kadar pervasızca saldırsınlar ve halkı da kendilerine düşman etsinler. Bu soruların gerçek cevabı Türkiye’de sol hareketin kendi halkına karşı örgütlenmiş bir hareket oluşunda yatmaktadır. Evet! Türk solu kendi halkına karşı örgütlenmiş bir harekettir.
    Türkiye’de gerek liberalizmin, gerekse de sosyalizmin tarihsel ve felsefi bir karşılığı yoktur. Cumhuriyetle birlikte Batı’dan ithal edilip modernleşme adına bu ülkeye dayatılmışlardır. Resmi ideoloji kendi kontrolü ve ölçütleri dışında bir modernleşme projesine asla tahammül etmediği için Batı dünyasında birbirine alternatif olarak ortaya çıkan, birbirine karşıt düşünce, ideoloji ve modelleri kendi bünyesinde toplamıştır. Örneğin resmi ideoloji devletçidir. Kemalizm’in altı ilkesinden biridir bu. Ancak resmi ideoloji aynı zamanda kendi burjuvasını da yaratmıştır. Resmi ideoloji halkçılık ilkesine dayanır. Halkçılık da Kemalizm’in altı ilkesinden biridir. Ancak yine bu altı ilkeden biri de milliyetçiliktir. Yani sosyalist kavramlar olan devletçilik ve halkçılıkla, liberal değerler burjuvazi ve milliyetçilik beraberce resmi ideolojinin içinde bulunabiliyor. Bunu nedeni de yukarıda söylendiği gibi resmi ideolojinin kendi dışında bir modernleşme modelini kabul etmemesidir. Örneğin geçen gün bir televizyon programında yaşı seksene dayanmış iki Kemalist yazar Tanzimat’ı sonucunda Anadolu’yu İngiliz ve Fransız emperyalizmine maruz bırakmış bir proje olmakla suçladılar. Yani bu zat-ı muhteremlere göre Türk toplumu modernleşecekse bunun tek bir yöntemi vardır o da Kemalizm. Bunun dışındaki her türlü batılılaşma projesi akamete uğramaya mahkûmdur. Tanzimat da en sonunda Anadolu’yu emperyalizmin kucağına attığı için yanlıştır.
    Resmi ideolojinin yukarıda söylenen özelliğinden dolayı Türkiye’ye Batı’dan ithal edilmiş her düşünce kendini resmi ideolojiye refere etmek durumundadır. Çünkü resmi ideoloji onların var oluş nedenidir. Türkiye Cumhuriyet’i tarihinde sol hareket her ne kadar resmi ideolojiyle kimi sorunlar yaşamışsa da mesele Müslümanlar olduğunda Türk solu hemen kendi varlık nedenine rücu etmekte, onunla ittifak yaparak Müslümanlara karşı mücadele etmektedir. Türk solunun ideolojik olarak başka bir çıkar yolu yoktur. Resmi ideoloji tüm geleneksel değerleri yıkarak nasıl jakoben bir batılılaşma modeli ortaya koyduysa, bu karaktere uygun olarak sol hareket de halkın tüm değerlerine karşıdır. Dikkat edilirse Türk solu kendi içinden hiçbir zaman büyük bir düşünür ve ideolog çıkaramamıştır. Solcuların büyük şairleri, romancıları hatta müzisyenleri olmuştur ama büyük bir düşünürleri olmamıştır. Çünkü Türk solu sol ideolojiyi yerlileştirmek gibi bir düşünceye hiç sahip olmamıştır. Büyük bir ideolog demek kendi ideolojisini içinde yaşadığı topluma uyarlayan, toplumun değerleriyle uzlaştırarak bir anlamda yerlileştiren kişi demektir. Oysa kendi halkına karşı örgütlenmiş bir solun böyle bir niyetinin, amacının ve imkânının olamayacağı açıktır.
    Böyle bir yerlileştirmenin solun doğasına aykırı olduğu söylenebilir. Ancak 20 yy.’ın ortalarında Almanya’da Frankfurt Okulu düşünürleri, Fransa’da Fransız İşçi Partisi Avrupa’da bir devrimin gerçekleşmemiş olmasını sorgulayarak Marksizm’i adeta yeni baştan yazmışlardır. Mao Çin’in toplumsal yapısından hareketle bir Çin sosyalizmi gerçekleştirmiştir. Orta ve Güney Amerika solu da bunu başarmıştır. Hatta bütün zulümlerine rağmen Baas partileri bile bir Arap sosyalizmi yaratmaya çalışmışlardır. Ancak Türk solunun böyle bir çaba içine girdiğini söylemek çok zor.
    O nedenle de 12 Eylül sonrasında solcuların önemli bir kısmı bu düşüncelerini terk ederek kendilerini kolayca liberalizmin kucağına atmışlardır. Bu saf değiştirme solcular için önemli bir sorun teşkil etmez. Çünkü ortada bir saf yoktur ve onlar için sosyalist olmakla liberal olmak arasında büyük bir fark da yoktur. Söz konusu resmi ideolojiyse gerisi teferruattır. Bugünse medyanın köşe başlarını eline geçiren eski solcu yeni liberaller, yeni sosyal demokratlar 1970’li yıllarda kendi ideolojilerine destek vermeyen Müslüman halktan intikam almak istercesine başörtüsüne saldırıyor. Kamusal alanda başörtüsü takmayı laikliğe aykırı gören Avrupa’da bile eşine rastlanmayan garip bir laiklik anlayışını savunuyorlar. Sayıları gittikçe azalan devrimci solcular da onlarla aynı safta olmaktan rahatsız görünmüyorlar.