Ufuk AKTAŞLI

20 Şubat 2008

SİVİL ANAYASA TARTIŞMALARI VE MÜSLÜMANLAR

Son yıllarda Müslümanların içine düşmüş olduğu önemli bir açmaz var. Türkiye’de devlet Müslümanlara karşı değişik kavramları kullanarak, bu kavramlar üzerinden sert ve katı bir mücadele yürütüyor. Kavramları kendi istediği gibi tanımlayarak, bu tanımlardan hareketle imajlar oluşturarak egemenliğin belirli bir azınlığın elinde tutulmasının devamını sağlamaya çalışıyor. Çünkü bu azınlık kendini devletin sahibi görüyor. Müslümanlarsa bir yandan kendisine karşı yürütülen bu sert ve katı mücadeleyi savuşturabilmek öte yandan da kendine bir egemenlik alanı açabilmek için bu kavramlara sığınmaya başladı. Kavramları yeniden tanımlayarak ve devletin bu kavramlara yüklediği sert ve ideolojik anlamı yumuşatarak bir karşı mücadele yürütmeye başladı. Gelinen nokta ise ideolojik içeriği boşaltılarak yumuşatılan bu kavramların maalesef Müslümanlar tarafından birer doğru olarak benimsenmesi ve Müslümanların sisteme eklemlenmesi gibi bir açmaza dönüştü. Türkiye’de yaşanan kavram kargaşasının altında yatan neden de bu aslında. Kavramlar entelektüel ve felsefi tartışmaların değil, egemenlik mücadelesinin bir aracı haline geldiği için her kavramın herkese göre ayrı bir tanımı olabiliyor.
Örneğin Türkiye’de İslam’ın sosyal ve siyasal etkilerini silmek, İslam’ı Hıristiyanlık gibi bir vicdan dini haline getirmek için uygulanan militan bir laiklik anlayışı var. Bu militan laiklik siyasal tansiyonun yükseldiği dönemlerde bir din düşmanlığına bir Müslüman düşmanlığına kadar vardırılabiliyor. Müslümanlarsa militan bir laiklik yerine yumuşatılmış, inançlara saygılı, din ve vicdan özgürlüğünü garantiye alan bir laiklik tanımı yaparak bu tanımın arkasına sığınmaya çalışıyor. Ancak durum kısa bir süre sonra bu kavramın benimsenmesiyle ve Müslüman zihinlerin dönüşmesiyle sonuçlanıyor.
Demokrasi de üzerinden egemenlik mücadelesi verilen kavramlardan birisi. Türkiye’de Müslümanların siyasal ve toplumsal taleplerinin bastırılmasını amaçlayan, iktidar alanının seçilmişlere değil de atanmışlara ait olduğu vesayetçi bir demokrasi uygulanıyor. Halk seçimlerde kimi seçerse seçsin meclisin değil bürokrasinin dediği oluyor. Müslümanların talepleri demokrasiyi ortadan kaldıracak, ülkeyi ortaçağ karanlığına götürecek talepler olarak adlandırılıyor. Müslümanlarsa tıpkı laiklikte olduğu gibi demokrasiyi de ciddi bir sorgulama sürecinden geçirmeksizin yeni bir demokrasi tanımı yaparak, özünü aynen koruyup içeriğini değiştirerek egemen söylemlere cevap vermeye çalışıyor. Vesayetçi demokrasi yerine özgürlükçü ve çoğulcu bir demokrasi anlayışı Müslümanlarca benimsenip içselleştiriliyor ve böylece Müslümanlar demokrasinin bir parçası haline gelirken İslamî mücadele de demokratik mücadeleye indirgeniyor.
Benzer bir durum 22 Temmuz seçimleri sonrasında AKP’nin yeni bir anayasa hazırlama teşebbüsüyle birlikte anayasa kavramı etrafında da yaşanmaya başladı. Malum olduğu üzere Türkiye’de yapılan tüm anayasalar askerler tarafından hazırlanmıştır. 1924 anayasası devleti kuran askerler tarafından yapılmıştı. 1960 ve 1982 anayasaları da darbe sonrası dönemde askerî vesayet altında hazırlanmıştır. O nedenle de Türkiye’deki anayasalar özgürlükçü değil yasakçı, serbestiyetçi değil kuralcı, hak ve adalet anlayışını değil görev ve sorumluluk anlayışını ön plana çıkaran bir mantıksal yapıya sahip olmuştur. Adeta toplumun demokratik taleplerini engelleyen, seçilmiş bir iktidarın hareket alanını alabildiğine daraltan, değiştirilemeyen hatta değiştirilmesi teklif dahi edilemeyen maddeleriyle bürokratik bir dayatmacılığın zeminin oluşturmuştur.
    İşte 22 Temmuz seçiminden sonra AKP’nin sivil bir anayasa hazırlama girişimi yukarıdaki laiklik ve demokrasi örneklerinde olduğu gibi – bu örnekler çoğaltılabilir – anayasa kavramı da Müslümanlar tarafından kabullenilir oldu. Darbe mantığıyla hazırlanmış, yasakçı, kuralcı, toplumu tepeden tanımlayan, bırakınız pratik yasakları yurttaşlarının kabul edip inanacağı düşünce ve ideolojiyi bile belirleyen bir anayasanın yerine özgürlükçü ve sivil bir anayasa hemen benimseniverdi. Eskiden Müslümanların anayasası Kuran’dır diyenler bile sivil anayasacı kesildiler. Hem de anayasa kavramının neyi ifade ettiği hiç sorgulanmadan.
Anayasa kavramı aslın da modern bir kavramdır. Her ne kadar kimi anayasa teorileri bu kavramın tarihini eskilere götürmeye çalışsa da anayasa ulus devletle birlikte ortaya çıkmış ve ulus devletin kurucu ilkelerini oluşturarak bir anlamda onu meşrulaştırmıştır. Örneğin tarihte demokratik bir yöntemi ilk uygulayan Antik Yunan demokrasisi anayasal bir sisteme dayanmıyordu. Antik Yunan’da değişmeyen yasalar yerine seçme ve seçilme hakkına sahip insanların iradesine dayalı bir yapı vardı. Keza Roma Hukuku da İngiliz Manga Carta’sı da birer anayasa örneği değildir. Hiçbirisi yasalar hiyerarşisinin en tepesinde yer alan, değiştirilmesi diğer yasalara göre daha güç olan hepsinden önemlisi insanı, toplumu tanımlayarak bir insan ve toplum modeli oluşturmaya çalışan üst hukuk yapıları değildir.
Modernite seküler özelliği nedeniyle hayatı birbirinden bağımsız alanlara ayırmıştır. Ulus devlet de hayatı en başta özel alan ve kamusal alan diye ikiye ayırarak ve kamusal alanı düzenleme yetkisini tamamen kendi tekeline alarak bireysel özgürlüğü özel alanla sınırlandırmıştır. Kamusal alan da yine her biri birbirinden bağımsızlaşmış ama en başta da “ahlaktan” bağımsızlaşmış olan hukuk, ekonomi, siyaset, eğitim, kültür, sağlık gibi alanlara ayrılmıştır. Ulus devlet bürokratik kurumları aracılığıyla bu alanları idare ederken, ihdas etmiş olduğu anayasa da bu özerk alanları birbirine bağlayan ve bu özerk alanları ulus devletin devamını sağlayan bir sistem biçimine sokan bir rol üstlenir. Ahlaktan bağımsızlaşmış olan bu özerk alanlar için bürokratik ve rasyonel normlar sistemi oluşturur. Dolayısıyla anayasa kavramı seküler bir yapılanma olan ulus devletin ortaya çıkardığı özünde laik olan bir kavramdır.
Ulus devlet homojen bir toplum yaratmaya çalışır. Onun özgürlük, çoğulculuk gibi iddialarının bir gerçeklik değeri yoktur. Yukarıda da söylendiği gibi kamusal alanı kendi denetimine alıp insanı ancak özel alanda özgür bırakır. Özel alanın sınırlarını da yine kendisi belirler. Ancak zorunlu eğitim aracılığıyla belirli düşünce kalıplarını, davranış biçimlerini, zihinsel kodları insana yükleyerek istediği insan tipini zaten yaratmıştır. Özel alanda özgür bırakılan insan sistem için bir tehlike arz etmez. Anayasal sistem toplumun tek tipleştirilmesini sağlar. Anayasa gizli veya açık bir resmi ideoloji oluşturur. Neyin doğru ve meşru olduğunu belirleyerek bir doğruluk ve meşrutiyet ölçütü ortaya koyar. Toplumu bu ölçütler çerçevesinde tanımlayıp belli bir toplumsal model oluşturur. Sivil anayasa da en nihayetinde baskıcıdır. Ancak bu baskı kaba bir biçimde değil modern batılı anayasalarda olduğu gibi daha rafine, daha işlenmiş bir halde oluşturulur.
Sivil anayasa, Müslümanlar için daha özgür, daha rahat, laikçi anlayışın baskı ve yasaklarından uzaklaşma gibi görünürde olumlu anlamlar taşıyorsa da gizli bir açmazı da beraberinde getiriyor. Zihinlerimizin dönüşmesi, modernleşmesi ve Müslümanların sisteme eklemlenmesi açmazı. Sistemi ehlileştirmek isterken kendimizi ehlileştirmek.