
Ufuk AKTAŞLI
30 Ocak 2008
İNSANCIL BİR KAPİTALİZM MÜMKÜN MÜ?
Davos’ta yapılan Dünya Ekonomik Forumu toplantılarında dünyanın en büyük kapitalistlerinden Bill Gates insancıl bir kapitalizmin mümkün olduğundan söz ederek kapitalizmin bir yandan gelişmişliği sağlarken öte yandan da yoksulluğa ve açlığa karşı duyarlı olabileceğini söyledi. Kapitalizmin olabilecek en iyi sistem olduğunu; ancak daha insancıllaşması gerektiğini iddia etti. Hatta Kemal Derviş de kapitalizmin sosyal politikalar da üreterek gelir dağılımında adaleti sağlaması gerektiği mealindeki sözleriyle bu tartışmaya katıldı.
Bu sözler, kapitalizmin sembolü haline gelmiş bir kişinin iyi niyetli birtakım ifadeleri şeklinde de, kapitalizmi meşrulaştırmaya çalışan ifadeler şeklinde de yorumlanabilir. Ancak son üç yüz yıldır emperyalizm ve sömürgecilikten, insan emeğini sömürmeye; toplumsal ve küresel adaletsizlikten, büyük dünya savaşlarına kadar insanoğlunun başına büyük belalar açan, doğanını bütün dengesini bozan bir sistemin insancıllaşması mümkün müdür? Böyle bir beklenti gerçek olabilir mi?
Bunun mümkün olmadığını anlamak için kapitalizmin ekonomi tanımına bakmak bile yeterlidir. Kapitalizm ekonomiyi dünya üzerindeki sınırlı kaynakların insanların sınırsız ihtiyaçlarını nasıl karşılayabileceğinin bilimidir diye tanımlar. Bu tanımın içerdiği iki temel parametre var. Birincisi dünya üzerindeki kaynakların sınırsız olduğu, ikincisi ise insan ihtiyaçlarının sınırsızlığı. Buradan da şu sonuç çıkar ki eğer ihtiyaçları karşılayacak kaynaklar sınırlıyken ihtiyaçlar sınırsızsa ya bu kaynaklar eşit kullanılacaktır ya da birileri bu kaynakları daha fazla kullandığında başkaları zorunlu olarak bu kaynakların daha azından yaralanacaktır. Bu da zenginliği ve yoksulluğu ortaya çıkarır. Kaynakları eşit dağıtma durumu sosyalizm, diğeri ise kapitalizmdir. Kapitalizm sermayenin sürekli artışına dayalı bir ekonomik anlayış olduğu için sınırlı kaynaklar birilerine daha fazla giderken, başkalarına daha azı kalmaktadır. Bu yönüyle kapitalizm aslında zenginliği ve yoksulluğu kurumsallaştıran bir sistemdir. Kapitalizme göre yoksulluk var olmadıkça zenginlik de var olmaz ve zenginlik olmayınca da kapitalizm var olmaz.
Kapitalizmin insan ihtiyaçlarının sınırsızlığını iddia ederek insanı üretim tüketim ilişkilerinin bir nesnesi haline getirmesi de kapitalizmin insancıllaşamayacağının bir göstergesidir. Yukarıda da söylendiği gibi kapitalist sermaye sürekli büyümek durumundadır. Bunun için de sürekli üretmek gerekmektedir. İnsanlar ihtiyaçlarının sınırsız olduğuna inanmalıdır ki üretilen malları sürekli tüketsinler. Bu durum insanları amansız bir çalışma hastalığına sürüklemektedir. Daha çok tüketmek için daha çok kazanmak zorunda olduğunu düşünen insanlar hayatlarını maddi kazançların peşinde koşarak harcamakta, kazanmanın ve tüketmenin bir mutluluk olduğu yanılsaması içine yitip gitmektedir.
George Simmel modernliği aşırı şekilde artmış olan malların ve fikirlerin sirkülâsyonu olarak tanımlamıştı. O nedenle de modernliğin “yeni” kavramını fetiş haline getirdiğini söylemişti. Gerçekten de aşırı şekilde artmış olan fikirlerin ve malların piyasaya sürülebilmesi için bir öncekilerin eskimiş olması gerekir. Yeni bir üretim bir öncekini eski haline getirir. Yeninin cazibesine kapılmış olan insanlar da sürekli yeninin peşinde koşmaktadır. Kapitalizm insanları sahici bir dünyadan koparmış, yarattığı yapay bir cennetin içinde insanlara azap çektirmektedir.
Öyleyse insancıl bir kapitalizm nasıl mümkün olacak? Zengin Batılılar servetlerini Batı dışı toplumlarla mı paylaşacak? Böylece dünyadaki açlığa, yoksulluğa çözüm mü üretecekler? Zaten o servetlerini dünyayı sömürerek kazanmışlardı. Avrupa burjuvazisinin zenginliğini kendi halkıyla bile paylaşmayı kabul etmesi iki yüz yıl sürdü. 19. ve 20. yy. Avrupa’da burjuvazi ve işçi sınıfının mücadelesiyle geçti. Çünkü onlar biliyordu ki kapitalist sistemde yoksullar olmadıkça zenginler de olmaz. Dolayıyla kapitalist paradigmanın içinde kalarak yoksulluğa ve ekonomik adaletsizliğe çözüm bulmak mümkün değildir.