Ahmet ÖRS

21 Nisan 2010

KÖLELERE ÖZGÜRLÜK!

“1 Mayıs”, 19. yüzyılın sonuna doğru çalışma saatleri ve şartları için mücadele eden işçilerin sınırları aşan mücadelelerinin sembolik adıdır.

Geçen gün Taraf gazetesi ekonomi yazarı Süleyman Yaşar bir okuyucu mektubu yayımladı. Bir tekstil fabrikasında çalışan işçi okuyucu, fabrikanın kriz bahanesiyle işçilerin yarıya yakınını işten çıkardığını, geri kalanları da işten atmakla tehdit ettiğini ama üretimin aynı seviyede sürdüğünü yazıyordu. İşçilerin yarısına yakını işten çıkarıldığı halde nasıl oluyordu da üretim aynen devam ediyordu? İşçilerin çalışma saatleri artırılmıştı ve aldıkları ücret ayda sadece 600 tl idi. İşçilerin çoğunun bacaklarında büyük şişlikler oluştuğunu söyleyen işçi okuyucu kölelik düzeninin açığa çıkmasını istiyordu.

Rüştü Hacıoğlu dostumuz, Beled sûresi 13. ayetinin (fekkü raqabe), meallerdeki yaygın dolaylı tercümelerinin yerine isabetli bir tercihle, kısa ve vurucu bir şekilde “Kölelere Özgürlük” diye tercüme edilmesi gerektiğini söyledi geçenlerde. Mükemmel bir çeviri! Hayata tekabül eden, onu tam ortasından yakalayan bir çeviri… Aynen Esed’in dolaylı anlatımlardan sıyrılıp “Kahrolsun Ebu Lehebin iktidarı!” demesi gibi…

Gazeteye mektup gönderen o işçi hiç şüphesiz modern bir köledir. Ayda sadece 600 lira almakta ve nerdeyse günde 12 saat çalışmaktadır. 1886’dan bu yana, günde 8 saat çalışma talebinden bugün gelinen aşama bize ibretamiz bir tablo sunuyor. Köleler ve kölelik kalkmadı, aynen ve artarak devam ediyor, sadece daha sofistike bir hâl kazandı; insanlar durumu anlayamasınlar diye büyü ve büyücü çeşitleri çoğaltıldı; o kadar.

Forbes dergisi son bir yılda Türkiye’deki milyarder sayısının 13’ten 28’e çıktığını duyurdu. Türkiye’den birkaç ismin de bulunduğu dünyanın en zengin ilk 1000 kişisinin serveti de %50 oranında artmış! İşte, yoksulluk ve çalışma koşulları her geçen gün ağırlaşırken ekonomik kriz söylemlerinin örttüğü bambaşka bir tabloyla karşı karşıyayız! İşte 1Mayıs vicdanlarının dillendirmeye çalıştığı kötücül güçlerin dünyası… İşte kölelerin omuzlarında yükselmek isteyen ve o omuzlardan inmeyi hiçbir zaman kabul etmeyen efendilerin dünyası!

1 Mayısı tamamen bir vicdan ve kölelikten kurtuluş çığlığı olarak değerlendiriyorum. Elbette 1 Mayısın sol hareketlerin neredeyse “en kutsal” argümanı olduğu gerçeğini yok saymıyorum. Sol hareketlerin bayrağı olarak kalsa da 1 Mayısı evrensel bir insallaşma çıkışı olarak kabul ediyorum. Ancak şu da var: Son kriz süreci de gösterdi ki artık sol hareketler insanlık için bir çıkış üretemiyorlar. Bütün dünyanın alt üst olduğu, emekçi kitlelerin büyük yıkımlara sürüklendiği ekonomik buhranda bile sol hareketler, sendikalar bir umut üretemediler, insanları hak ve adalet mücadelesinde mobilize edemediler.

Türkiye’deki sol hareketlerin önemli bir kısmı ulusalcılaşma travmasına yenik düştü. Başka ülkelerde olmadığı kadar halkın değerlerine yabancılaştı, zorba laiklik uygulamalarını özgürleşme zannetti. 28 Şubatlara karşı durmadı! Adaletin ve vicdanın sesi olmayı başaramadı. 1 Mayısın ruhunu yakalayabilecek bir hassasiyetten ziyade ulusalcılık hassasiyetlerinin tutsağı oldu; laiklik paranoyasına kendini teslim etti. Özgürlükçü ve devrimci solun ilkelerine sadık kalanlarını dışarıda tutarak söylersek eğer, imtihanı geçecek bir performans sergileyemeyen solun 1 Mayısla tutarlı bir bağının kalmadığını söyleyebiliriz.

“Emek ve Dayanışma Günü” olarak ilan edilen 1 Mayıs, Türkiye’de çatışmalarla anılan bir gün. Öyle olması iyidir de aslında. Haklar ve özgürlüklerin kazanılmasında çatışma kaçınılmazdır. Egemenler kölelerini kaybetmek istemeyeceklerdir. Naif bir mücadele mantığından bahsetmek ne kadar tutarlıdır? Tabi buradan şiddetin olumlanması sonucu çıkarılmamalıdır. Efendi ile köle arasında sıcak bir mücadele hattı yoksa eğer köleler nasıl özgürleşecekler? İsrailoğulları, Firavun’un boyunduruğundan nasıl kurtulacak?

Şair İsmet Özel’in devrimci zamanlarından kalma harika şiirinin başlığına dikkat çekmek isterim: “Evet, isyan!”

‘Kölelere Özgürlük’ şiarını sayfalarına işleyen Yüce Kitabımız bize bu iki kelimeyi bilinçli bir şekilde imana giriş cümlesi olarak söylüyor aslında: “Lâ ilâhe illallah!” Nasıl “Evet, isyan!” başlığı bilerek, kabul ederek, uzun düşüncelerin, kararlaştırmaların bir sonucu olarak doğmuşsa egemenlerin, sahte ilahların reddiyle imana giriş de o kararlılığı ifade eder ve bu iki söyleyiş birbirini tamamlar!

İnsanları Rablerinin özgür kulları kılmak için gelen İslam bunu “Kölelere Özgürlük” çağrısıyla gerçekleştirecektir. Hazreti Resûlün, Dâr’ül-Erkâm’a astığı bir pankarttı Beled Sûresindeki bu ayet ve o pankartı gören köleler Bilal, Lübeyne, Habbab koşarak peygambere geliyorlardı: Kölelere özgürlüüük!

1 Mayısı bu anlam alanıyla birleştiren bir özgürlük çağrısı her türlü köleleştirme biçimine karşı adaletten ve Hakk’tan yana bir tavırla meydanlara yürümeli ve yeni bir vicdan çağının kapısını aralamalıdır.