Sabiha ATEŞ ALPAT

15 Aralık 2011

BU NESİL KİMİN ÜRÜNÜDÜR?

Resmi ideolojiyi esas alan her devlet, varlığını sürdürebilmek için eğitime önem vermek zorundadır. Türkiye’de mecburi temel eğitim, önce Fransız, daha sonra da Alman eğitim sisteminin taklidi olarak ortaya çıkmıştır. Seküler- laik karektere haiz olan mecburi temel eğitimin gayesini ‘ferdi, ictimai, beşeri ve iktisadi açıdan resmi ideolojiye uygun insanların yetiştirilmesi’ şeklinde ifade ettikleri malûmdur. 1948 yılından itibaren, Amerika’da uygulanan eğitim politikası ön plâna çıkarılmıştır. Dolayısıyla müslümanların çocuklarının; bu mecburi temel eğitim döneminde, tıpkı bir Amerikalı gibi yetiştirilmesi (pragmatizmi benimsemesi) esas alınmıştır. Boşadıkları hanımlarını sokak ortasında bıçaklayan veya internet ortamında ‘Annemi nasıl öldüreyim? Önerilerinizi bekliyorum’ diyen çocuklar, bu mecburi temel eğitimin ürünüdürler. Gece-gündüz alkol kullanan, mutluluğu eroin ve esrarda arayan profan-lâik neslin, uzaydan geldiğini söylemek mümkün müdür?

 “Ey iman edenler, kendinizi ve çoluk çocuğunuzu(ailenizi), yakıtı insanlar ve taşlar olan cehennem ateşinden koruyun. O ateşin başında çetin, Allah’ın kendilerine verdiği emirlere karşı gelmeyen ve kendilerine emredilen şeyi yapan melekler vardır.” (Tahrim Suresi: 6)

Bu İlahi ferman, önce kendimizi sonra da mesul olduklarımızı ateşten korumamızı emrediyor. Kendini koruyamayan, başkasını koruyamayacağı gibi, kendi yaşamayan kişi başkasına nasihat edemez!. Çünkü kendisi uygulamıyorsa, başkasına tesir edemez!.. 

Kendimizi ve ailemizi nasıl koruyacağız? Sadece bir elbiseye ihtiyacımız var. Kendisine ateşin etki etmediği bir elbise bu!. Bu elbisenin ne olduğu muhkem nassla haber verilmiştir:

“Ey Adem oğulları, size çirkin yerlerinizi örtecek giysi, süslenecek elbise indirdik. Hayırlı olan ise takva elbisesidir. İşte bunlar Allah’ın ayetlerindendir, belki düşünür ibret alırlar.” (A’raf Suresi: 26)

Takva elbisesini giyerek yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten korunmak ve ailemizi de korumak!... İlahi emir bu iken bugün sokaklar, caddeler, okul önleri, kampuslar, çarşılar sel gibi ateşe doğru akan insanlarla dolu!. Bu konuda Süleyman Hilmi Tunahan Hocaefendi sorumluluğumuzu şu ifadelerle o günün gündeminde dile getirmiştir: “Evlatlarım! Bugün insanların pek çokları vadilerden akan sel gibi cehenneme doğru hızla akmaktadırlar. Nasıl ki bir afet olur ve dağda, derede sel ne bulursa alıp götürürse, dinsizlik, ahlâksızlık ve cehalet de insanları böylesine cehenneme götürüyor. İnsanlar bu selden kendilerine lâzım olanları kurtarmak için nasıl çırpınırlarsa, biz ve benim evlatlarım, ilim ve cihadla cehenneme gitmekte olan bu insanlardan elimizden geldiği kadar kurtarmaya çalışacağız”…

Toplumun Tevhid ile ıslah olması, toplumun Tevhide dönüşmesi sorumluluğu Müminler üzerindedir. Günübirlik programlarla toplumun dönüşmesi mümkün değildir. Allah’ın koyduğu sınırlar içerisinde kapsamlı, bütün zamanları kuşatan projelerin sahibi olmak müminlerin omuzlarında bir sorumluluktur. Bunun bireysel çabalarla olması imkansızdır. Ancak cemaat olarak bu işin üstesinden gelinebileceğine dair, nebevi hareket metodunda “Davet ve kadro” konusu tek başına yeterli delildir. Mekke toplumunda Peygamberimiz Efendimiz (sav ) müslümanların sayıları kırkı bulunca kadrosuyla daveti açığa vurmuştur. Bizler ise sayımız kırkı bulunca kırka bölünüyoruz. Sebebi, toplumsal sorumluluğumuzu sayıya vurarak üzerimizden atmak mıdır bilinmez, ama insanın bu gidişle o sahabe topluluğunu, dayanışmasını, kardeşliğini ve hep beraber davayı sahiplenme fotoğrafını bir daha görebilme umudumuz git gide zayıflıyor. Ve ne yazık ki, “olamadığımızdan” nesillerimiz kayıp gidiyor ellerimizden!. Kahır ekseriyetin kendini Müslüman olarak adlandırdığı bir ülkede, fitne fücur her tarafı sardı. Bir kötülük gördüğümüzde elimiz, dilimiz hiç olmazsa kalbimiz harekete geçmeliydi. Böyle buyurmuştu Hz. Peygamber (s);

“Sizden biri bir kötülük gördüğünde, gücü yetiyorsa eliyle düzeltsin. Buna gücü yetmezse diliyle düzeltsin. Onu da yapamazsa, hiç olmazsa kalbiyle buğz etsin. Fakat bu, imanın en zayıf mertebesidir.“ (Sünen-i Tirmizi, K.Fiten, 11)

Kötülüklerin yayılmasının sebebi yeterince yapmadığımız çalışmalar olmasın sakın?!. Tulû emelin dayanılmaz uykusundan kalkarak fitne ve fesada karşı bir duruş sergilemek zorundayız. Allah’ın ipine (hablûllah’a) sımsıkı sarılmadığımız müddetçe, İslâmi anlamda değişimi sağlamamız mümkün değildir. Tevhid birlemek olduğuna göre, hep birlikte yani, “Tevhid” ile topluma renk verme kimin göreviydi sahi?!.

Tevhid toplumunu değerlendirdiğimizde en belirgin örnek asrı saadettir. Yani saadet asrı. Saadet asrında sahabe-i kiram kimi zaman karınlara taş bağlanmış, kimi Allah yolunda yürümekten ayakları şişmişti!.. Ama onlar saadet devrini altın harfler ile yazıyorlardı tarihe!.. Bazı çevreler ”Onlar sahabe idi“ gibi söylemlerle kendilerini ikna etmeye çalışıyorlar. Allahü Teâla (cc) hayırlı ümmet olmanın zaruri şartlarını haber veririrken, ‘insanlara iyilikleri etmetmeyi ve onları kötülüklerden’ alıkoymanın önemini hatırlatmıştır. Ya şimdi!... Yaşadığımız süreçte ebeveynlerin evlatlarından dolayı duydukları memnuniyetsizlik her geçen gün artıyor. İnsana ait değerlerin erozyonudur genel anlamda yaşadığımız. Ahlaken çektiğimiz sıkıntılar sosyal, siyasi, ailevi kısacası her alanda, hayatın tüm bölümlerinde insanlığı acıtıyor!.

Eğitim denilince akıllara okullar geliyor!. Seküler-lâik anlayış için okul demek, eğitim yuvası değil daha çok diploma ve dünyalık elde etme, bir anlamda kariyer kazanma yeri olarak görülmektedir. İslâmi eğitimin temel hedefi ‘mükellefe Allah’ın razı olacağı davranışları kazandırmaktır’, tek kelimeyle muttaki insanların yetişmesini sağlamaktır. 

Okullar, eğitim fonksiyonunu görse idi okulların, hatta yüksek okulların çokluğuna rağmen fuhşun, fitnenin, hırsızlığın, ahlaksızlığın tavan yapması; aile yuvalarının hızla parçalanması ve bunda durmadan artış olması yaşanmazdı!. Diğer tarafta büyük katliamların sahiplerinin bir çoğunun üniversite mezunu olması, bir diğerinin kişisel haklarını kısıtlayanların diplomalı olması, okulların eğitim mekanı ol(a)madıklarının delili değil midir?!. 

Okullarda Allah’ın adı ile başlanılmasına karşı olanların, modern bir dünya inşa edeceğiz vehminden hareketle, nesillerimizi yenilmiş ekin yaprağı gibi heder etmeye devam ediyor!. Zalim politikacının keyfiyeti muhkem nassla haber verilmiştir:

“İş başına (iktidara) gelince yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya, ekini ve nesli yok etmeye koşar!.. Allah bozguncuları hiç sevmez.” (Bakara Suresi: 205) buyurulmuştur.

Ekini, hormon ve genetiğiyle oynanmış tohumlarla helak ettiler. . Neslimiz!. Ya bizim dediğimiz neslimizin ellerimizden kayıp gitmesi!?… Güneşin ulaşılamadığı gibi ulaşamadığımız neslimiz!. Şimdi hemen Nuh (as)’un oğlunu hatırlayarak, nefsi rahatlığa ulaşmadan önce Hz. Peygamber'in haber verdiği hakikati hatırlayalım:

“Her çocuk İslam fıtratı üzerine doğar, sonra onu terbiye eden ana-baba, Yahudi iseler Yahudi ahlakıyla; Hıristiyan iseler Hıristiyanlıkla,  ateşperest iseler Mecusilikle ahlaklandırır.“ (Buhari)

Bu Nebevi ikazdın yola çıkarak “Çocuklar İslam fıtratı üzere doğar, ebeveynler onları anarşist, demokrat, laik, Kemalist, Modernist yapar” dersek, hadisi manasından uzak anlamış olmayız. Dolayısıyla, İslam fıtratı üzere doğan çocukların iyi birer Muvvahhid olmaları ebeveynin sorumluluğunda. Mükellef olduktan sonra bilinçli küfrü seçenlere Hz. Nuh’un oğlu örnek verilebilir ama kendi ellerimizle, gayr-i meşû düşüncelerle büyüttüğümüz çocuklarımızın sorumluluğu elbette bizlere aittir!... Dünyalık kaygılarla, İslamî meselelere yürüttüğümüz akli fetvalar, takva elbisesini fileli hale çevirdi!.Oysaki şer’i kaynaklar belli idi. Din tamamlanmış, her konu açıklığa kavuşmuştu. Bizlere düşen sadece uygulamaktır. Güncel bazı meselelerin cevabını da ehlinden öğrenecektik, usûl bu idi. Ama!. Her iki âlemde saadete ermeye çalışan Müminlerin, hesap gününü inkar edenler gibi hayat yaşaması, eşyayı değerlendirmesi neticesinin acı sonuçlarıyla karşı karşıyayız!. Cahiliye teberrücünden uzak duran, haremlik-selâmlık şiarına uyan Hanımlar, evlerini ‘Darûl’l Erkam’ gibi eğitim yuvası haline getirmelidirler. Eşlerini taksit yükü altına sokmaktan vaz geçip, ihtiyaç ve zaruret olanla iktifa ederek, neslin kazanılmasına parasını, vaktini, tecrübesini kullanmalıdır. Beylerimiz de kavvam sıfatıyla hareket ederek aile eğitimini ilk sıraya alarak ciddiyetle işe eğilmeli değiller mi!. 
 

Bizler ilmi ‘peygamberlerin bıraktığı miras’ olarak değerlendiren bir dinin mensuplarıyız. İlim, hakikate uygun olan bilgidir. Sadece okumak,eğitimli olmaya yetmiyor. Öğrenim gören, fakat öğrendikleriyle amel etmeyen insanların durumu muhkem nassla haber verilmiştir:

“Kendilerine Tevrat yükletilip de sonra onu taşımayanların (hükümleriyle amel etmeyenlerin) durumu kitaplar taşıyan eşeğin durumu, gibidir. Allah’ın ayetlerini yalanlayan topluluğun durumu ne kötüdür! Allah zalimler topluluğunu doğru yola eriştirmez.” (El Cuma Suresi:5)

Değilse, insan sormadan edemiyor: Kim bu sokakları dolduran, nahoş davranışları rahatlıkla sergileyen gençler?. İffet ve hayayı şehirden sürgün eden yığınlar kimin eseridir?!. Kim bu su gibi içki tüketen, mutluluğu hapta, eroinde arayan yığınlar?!. Kimin bu huzur, saadet, sükun bulunamayan evler?!. Kim bu Anne ve babalarını yaşlılar evine terk edenler?!. Kimin eseridir bu toplum, bu kayıp nesil kimin?!..