Sabiha ATEŞ ALPAT

23 Eylül 2013

EMRİ BİL MARUF VE HANIMLARIN SORUMLULUĞU

Hiç şüphesiz dini vaaz eden Allah’tır. Neyin nasıl olması gerektiği  peygamberler aracılığı ile beyan edilmiştir. Din, yaşanması içindir, nasıl yaşanacağı, hükümlerin nasıl uygulanacağı peygamberler aracılığı ile  öğretilmiştir. Bu nedenle Peygamberlerin dindeki fonksiyonu sadece kendi yaşadıkları  dönem ile ilgili değildir. Her peygamberin hayatından günümüze düşen mesajlar mutlaka vardır. Bununla beraber son peygamber Hz. Muhammed (sav) ise tüm çağlarda örnek ve önderdir. Din peygamberlerden öğrenilir. Aynı zamanda peygamberlerden sonra icat edilerek ibadet kastı taşıyan her türlü ibadet şekline  bidat denmiştir.
 
Her toplumun kendine has geleneği, örfleri vardır. İslam, kendi  çizgilerine ters düşmediği müddetçe toplumun zenginliği olarak gördüğü örfe karşı çıkmaz. Peygamberlerin gönderildiği topluluklarda geleneğin din gibi hakim olduğu, din ile gelenek çakıştığında dinin değil de geleneğin  tercih edildiği ve bu konuda “Onlara, "Allah'ın indirdiğine (Kur'an'a) ve Peygamber'e gelin" denildiğinde onlar, "Babalarımızı üzerinde bulduğumuz din bize yeter" derler. Peki ya babaları bir şey bilmiyor ve doğru yolu bulamamış olsalar da mı?” (Maide 104) bu benzer ayetlerin  bu konuya  işaret ettiği bilinmektedir.
 
Biz büyüklerimizden böyle gördük  mantığı ile dinin öğretisine karşı  savaşıldığı, Kur’an’ın haber verdiği tarihi bir gerçektir…Ne yazık ki toplumumuzda da gelenek ile din çakıştığında din kılıfı adı altında çoğu kez gelenek   baskın gelebiliyor…Bu art niyet taşımasa bile dinde caiz olan bir duruma karşı çıkış şeklinde olduğunda  imani  açıdan tehlikeli bir durum arz edebilir. Din, bu konuda  ölçü verir; geleneğe uyabilirsin ama  dinin emirlerine aykırı olmadığı müddetçe…
 
Yine dinde önemli ölçülerden biride İfrat ve tefrit olayıdır. Yanı aşırılık yasaklandığı gibi, aynı zamanda hükümlere uçurumun kenarında imiş gibi  ucundan tutunmakta yasaklanmıştır..
 
Gerek geleneklerin öncelenmesinde ve gerekse ifrat ve tefrit olayında    toplumumuzda  bir çok konuda sıkıntının varlığı  söz konusudur. İfrat ve tefrit ya da gelenek ile din  çarpışması konusunda  yaşanılan  sıkıntılardan biri de emri bil maruf hususunda hanımlara düşen vazife konusunda ki algılardır. Maalesef Vahdet ile tek bir mercilerinin olması gereken Müslümanların, parça parça tefrika içerisinde olmaları  sorunlara köklü ve kalıcı  çözüm getiremiyor .Bu yazımız da kardeşlerimize kimi hatırlatmalar yaparken öncelikle bu konularda nerede durduğumuzu belirtmesi için ayetler  ışığında amellerimizi nerelere dayandırdığımızı izaha gayret edip,diğer yandan  varsa yanlış bizi  doğruyu izah etmeleri açısından   işin ehline (bizi duyan varsa)  sözü bırakmaktır.
 
Öncelikle şunu belirtmekte fayda vardır. Kur’an-ı kerimde “ Ey iman edenler” diye başlayan ayetlerin  muhatap aldığı kitle sadece erkekler değildir. Erkek ve kadını  ayrı ayrı ilgilendiren konularda hitap daha da özelleşmiş “İman eden hanımlara da söyle” “ İman eden erkekler ve iman eden kadınlar” olarak hitap edilmiştir. Yazımızın konusu olan emri bil maruf, hanım erkek her kesime farz olan bir ibadettir. peygamberimiz (sav) bir hadis de şöyle buyurdular “ Kim bir kötülük görürse  eliyle düzeltsin.Gücü yetmiyorsa diliyle düzeltsin. Gücü yetmiyorsa kalbiyle  buğz etsin ama bu imanın en zayıf noktasıdır”.(Müslim)… Hadisin muhatabı  tüm müminlerdir.
 
Hiçbir mümin  gördüğü bir yanlış karşısında kayıtsız kalamaz. Bugün yer yüzünde  fitne bu  denli yaygınlaştıysa, bunun bir sorumlusu da emri bil maruf neyhi anil münker görevini hakkıyla ifa edememiş  kadın, erkek tüm müminlerdir. Bu konuda delilleri çoğaltmak mümkündür.
 
Ne yazık ki  kadının, emri bil maruf ibadetini yapması konusunda  yerleşik  bazı algılar sadece geleneğe dayanmaktadır. Ne gereği var?. Erkek yok mu da kadın yapacak? O evde otursun  eşinin işlerini yapsın yeter vb  gibi bir çok  algı kadınları   irşad görevinden uzaklaştırabiliyor. Elbette ki kadının birincil mekanı vakarla evde oturmasıdır ama bilinçsizce eve  hapis edilen kadınlar televizyon kolik bir kafa yapısına mahkum oldular. Kendilerine imtihan için verilmiş olan hayatlarını  el işleriyle, dizilerle, günlerle tüketmeleri kendileri açısından hüsrandır. Bu durum sadece hanımlardan kaynaklanan bir durum değildir. Bir çok aile yapısında erkek ev oturmasına izin verirken, hanımların ders ortamlarına gitmelerine ,irşad  faaliyetinde bulunmalarına  ne yazık ki mani oluyorlar. Pikniklere izni olan bir hanımın  hayır kurumlarına ve ya hayır işlerine gitmesine izin verilmediğine bir çok kişide  şahit oluyoruz. Dışarıda  milyon çocuk, milyonlarca hanım  vahiysiz  ölü bir hayat yaşarken, Allah’tan, kitaptan uzaklara savrulurken, Öne sürülen gerekçeler  yukarıda bahsi geçen gibi  ilmi dayanaktan yoksun gerekçelerdir…
 
Bu konuda  birkaç hususu sıralamak istiyoruz:
 
1: Emri bil maruf  hanımlarında yüklenmesi gereken bir ibadettir !.Gerektiği yerde, zaruri bir durum varsa açık alan, gerektiği yerde radyo vb iletişim araçlarında şeri ölçüleri baz alarak konuşmalarında  bir  mahsur yoktur. .. Fakat bu gelenek açısından alışılmış bir durum olmadığından oldukça sert tepkilerle yüz yüze kalına biliniyor “Elinin hamuru ile ne işi var”  mantığıyla, yapılan amel  tahkir edile biliniyor. Başka bir örnek vermek gerekirse, ücra bölgelere gidildiğinde  şöyle bir durum ile karşı karşıya kalınabiliniyor;Buraya çok sık hoca, bilgili birileri  gelmiyor. Acaba uygun bir biçimde,  beylerimizin de duyacağı bir şekilde konuşur musunuz?. Sözüyle karşılaşıldığında yapılması gereken nedir?. Sesin  asıl değil içtihaden  avret olmasını, asıl gibi değerlendirerek  hayır mı denilmelidir. Yoksa maslahata binaen  şeri ölçüler  dikkate alınarak konuşmalı mıdır?. Bura da  Allah’ın koyduğu konuşma ölçülerine dikkat edildiği halde, konuşulmasının haramlığına dair delillerin varlığından haberdar olanlar bilmeyenleri   bilgilendirmelidir. Bu durumda konuşma yapabilirliğin dayanaklarından sadece bir tanesi, Hz. Aişe annemizin, erkek sahabİlere dini konuları sorduklarında izah etmesi örnek gösterilebilir. 
 
Nitekim Allah (cc) konuşurken sesinizi eğip bükmeyin  diye buyuruyor  konuşmayın demiyor   “Eğer (Allah’tan) korkuyorsanız, (yabancı erkeklere karşı) çekici bir eda ile konuşmayın”(Ahzap.32) . Konuşmanın kendisi değil, konuşmanın şeklinin  yasak oluşu ayette dikkatlerimize sunulmuştur
 
Bu konuda ifrat ve tefrit açısından örneklendirmek gerekirse. Kimileri hanımın sesi avrettir diyerek sadece din anlatıldığı yerde karşı çıkıyor fakat  kendilerinin korunup gözetilmesinden mesul oldukları hanımlarının,  nikahlarının caiz olduğu  akraba erkeklerle konuşmasında hiçbir mahsur görmüyor ki bu bir tezattır. Ve ya hanımın çarşı pazar alış verişine ses çıkarmayanlar, hanım biri bir ayet hatırlattığı vakit   işi haram noktasına götürebilecek kadar tepki koyabiliyor. Kimileri de hanım sesi avret değil  diyerek, neredeyse  teganni ile  konuşmayı bile mubah görecek bir yaklaşımda…Her iki anlayış ta kabulümüz olamaz.
 
2:Hanımlar dini nasihatleri  kendi hem cinslerine ve arkadan gelen nesile  ulaştırmak için kendi aralarında organize olamazlar mı?. Böyle bir  durumda etrafında toplanılan bir ablanın varlığı dinin hangi emrine göre yasaktır?. Kadından halife olmaz  kuralını, hanımdan  ders idare edici,hanımları organize edici  bile olmaz  diye okuyanlar   yaptıkları eleştirilerin altını, sağlam delillerle  doldurması gerekmektedir.Oysa ki Allah (cc) Toplumda var olması istenen mümin hanıma, toplumda   hangi kurallarla var olması gerektiğini de beyan etmiştir.,.Şöyle ki;
 
A: Dışarı çıkacağın vakit hicap hükmünde olan, ölçüleri tesettür hükmüne uygun olan kıyafetini giy. Ahzap:59.
B: Dışarı çıkacağın vakit  cahiliye kadınları gibi süslerini, ziynetlerini    gösterme. Ahzap.33
C: Yürüyüşüne endam katma ve süslerin bilinsin diye ayaklarını yere vurma: Nur 31…
D: Konuşurken sesini kıvırtma: Ahzap.32…Ölçüler bu ve benzer ayetler ışığında belirlenmiştir.
 
Ayrıca  İslam’ın hakim olmadığı yerlerde kimin neye gücü yetiyorsa şeri  ölçüler içerisinde sorumluluklarını yerine getirmeleri farzı ayındır.
 
Hanımlar bu ortamda neler yapabilir?!...Öncelikle Tevhid ilmini  kendi hem cinslerine ulaştırmakla görevlidirler. Ders halkaları kurularak düzenli müfredatları olan   kademeli ders programlarına ya öncülük etmeliler ya da talebe olmalıdırlar…  Çocuklara yönelik çocuk kulüpleri oluşturulup çocuklar yine  İman bilincini önceleyerek ders müfredatları oluşturup düzenli  bir şekilde çocukların erdemli yetişmesinde etkin rol alarak, Allah’a karşı sorumluluklarını ifa etmelidirler. Okuyan, soran, sorgulayan, üreten bir  durumda olmak zorunluluğu vardır… Eşim böyle diyor diye değil, delilleriyle amellerini yerine getirecek bilincini kuşanmaları gerekir.
 
Genç kızlar için düzenlenecek vakıf/dernek  gibi kurumların gençlik kollarında Tevhid eksenli eğitime   gayret sarf edilmeli ve onların saliha birer eş, fedakar birer ana, ve her şeyden öncelikli Allah’tan başkasına boyun eğmeyen, la bilinci ile her türlü yanlışa kıyam ederek dik durabilen birer kul yetişmelerinde erkeklerden daha çok hanımların sorumluluğu vardır diye düşünüyoruz.