Şahin YETİK

01 Temmuz 2018

ÇAĞIMIZIN VEBASI KONFOR

Bakara 214: Yoksa siz, kendinizden önce gelip geçenlerin hali (uğradıkları sıkıntılar) başınıza gelmeden cennete girivereceğinizi mi sandınız? Onlara öyle yoksulluklar, öyle sıkıntılar dokundu ve öyle sarsıldılar ki, hatta peygamber ve beraberinde iman edenler: «Allah'ın yardımı ne zaman?» derlerdi. Bak işte! Gerçekten Allah'ın yardımı yakındır.

Cennete girmek bila istisna her insanın ebedi emelidir. Ve kim olursa olsun, hayat tarzları nasıl olursa olsun herkeste de bu işi garanti altına almış gibi bir halet-i ruhiyeye şahid olunmaktadır.Peki gerçekten de istemek insanların cenneti kazanmaları için yeterli midir, yani; Kur’an bu işe onay vermekte midir! Elbetteki Kur’an cennete girmek için birtakım şartlar öne sürmüştür. Bunları kısaca ahlak, ibadet ve ahkam şartları olarak sıralayabiliriz. Bunlardan biri dahi olmazsa Kur’an’ın bütünlüğü bozulur ve şartlar yerine gelmemiş olur.

Günümüz toplumunun Müslüman olduğunu iddia edenlerine bakıldığında afaki olarak yüzdeye vurmak gerekirse sadece ahlak şartını yerine getirmeye çalışanlar %60, sadece ahlak ve ibadet şartını yerine getirmeye çalışanlar &30, ahlak,ibadet ve ahkam şartlarının üçünü bir bütün olarak yerine getirmeyeçalışanların sayısı ise &10’dur diyebiliriz. Peki nasıl oluyor da insanımızın kahir ekseriyeti hem bu üç şartı yerine getirmekten imtina ediyor ve cennete girmeyi garantilemiş gibi bir tavır içerisinde bulunabilmektedirler?

Bunu Bakara suresi 214. Ayet ile beraber; bizden öncekilerin Allah’ın ahkamını hakim kılmak için çektikleri onca zorluk, sıkıntı ve darlığı düşündüğümüzde ancak bir akıl tutulması ile açıklayabiliriz. “Bu akıl tutulmasına sebep olan hastalık nedir?” diye soracak olursak bunu ben “konfor” hastalığı olarak tanımlıyorum. Öyle ki bu hastalık insanların vahye olan ilgisini azaltıyor, Kur’an okuyanların Kur’an’a teslim olmalarını değil ona dilediklerini söylettirebilme çabalarına girmeye sevk ediyor. Cımbızla ayet seçip, Kur’an’ın bütünlüğünden uzak keyiflerince tevillere girmeye veya ayeti indiği döneme hapsetmeye yönlendiriyor. Yeter ki sistemin aleyhine olup da sistem tarafından makam, mevki ve sahibi olunan malına veya en son canına bir hal gelmesin. (Bkz: Maide 52)

Müslümanlardan bedavacı bir zihniyet olarak tanımlayabileceğimiz bu zihniyete kapılanların sayısı da maalesef gittikçe artmakta bedel ödemeyi kimse aklının ucuna dahi getirmek istememektedir. Ne kadar da hevesliyiz cennete bedavadan girmeye, iyice bedavacı oldu çıktı bu toplum. Bu işin geçilmesi gereken bir sarp yokuşu (Aqabe/Beled 11-12) başarılması gereken bir imtihanı (Bakara 155), reddedilmesi gereken tağutları(Bakara 255), karşı konulması gereken ve kendilerine hakkın haykırılması gereken zalimleri (Enam 135) yok mu? Öyle oturduğumuz yerden seçimden seçime batıl olan ve Kur’an’ı göz ardı eden batı meraklısı bir siteme sırf görece özgürlükler ve konforları adına destek vererek cennete girebileceğini zanneden bir toplum ile karşı karşıyayız.

Konforları adına sisteme eklemlenmek artık bir salgın hastalık haline gelmiş durumdadır. Sayıları hali hazırda zaten az olan sisteme eklemlenmemiş Müslümanlar kan kaybetmeye bu seçimlerde de devam ettiler.

                Kimsenin sorumluluk altına girmek gibi bir lüksü(!) yok anlaşılan. Görece ve ‘yaşanılan gerçekler göz önünde bulundurulduğunda’ sözde olan özgürlükler ve rahatlıklar bahane edilerek, sistem desteklenmediği takdirde “yok şöyle kötü olur yok böyle kötü olur, aç kalırız, köle oluruz, ekonomimiz çöker, dinimiz elimizden gider” söylevleri ile korku tahakkumu oluşturulmaktadır. Peki bu zamana kadar oy vermeyenler hüsran içerisinde, zillet içerisinde mi yaşadılar, öyle mi? Elbette öyle bir şey yok, oy vermeyenler de oy verenler gibi görece özgürlüklerden istifade ettiler. Olmayanı olmuş gibi konuşmak doğru olur mu? İhtimalli konuşarak, korkutarak, öcü siyaseti yapanlara alet olanların sayısı azımsanmayacak kadar fazladır. Bu da ne derecede sindirilmiş ve bastırılmış bir topluma dönüştüğümüzün bir göstergesidir.

Bir toplumun ehven olan kötüden yana olması, kötünün kalıcılığını perçinlemekten başka bir işe yaramaz! Olması gereken kötüden ayrışmak ve inkılab için meşru daire içerisinde elinden geleni yapmaktır.Bu zamana kadar hep iyi niyetlerle kötünün iyisini desteklemek desteklenen kötüyü iyi yapmadı ve yapmayacaktır da.

Bakara 256: Dinde zorlama yoktur. Doğruluk sapıklıktan kesin olarak ayrılmıştır. Artık her kim Tağut'a küfredip Allah'a iman ederse, işte o, en sağlam kulpa yapışmıştır. Allah, işitir, bilir.

Müslümanların konforları için batıl bir sisteme destek vermeleri onların bu dünya hayatındaki imtihanlarıdır. Ya görece ve sözde özgürlükleri için bu batıl sistemin ayakta kalmasına destek verecekler ve ahiretlerinden olacaklar ya da ahiretleri için dünyada bırakın zorluk çekmeyi gerekirse canları pahasına batıla karşı duracaklardır.

Fussilet 30: "Rabbimiz Allah'tır!" diyen ve sebatla doğru yolu izleyenlere gelince, onların üzerine sık sık melekler iner (ve şöyle derler:) "Korkmayın ve üzülmeyin, işte alın size vaad edilmiş olan cennet müjdesini!

Ankebut 64: "Bu dünya hayatı sadece bir eğlence ve oyundan ibarettir. Ahiret yurduna gelince, işte asıl hayat odur. Keşke bilmiş olsalardı."

Bu dünyanın görece rahatlığı için konformist birşekilde zalimlerden medet umamayız. Rabbimiz Allah'a olan kulluk görevimizde falso vermemek adına; dünyamızın berbat olması bir ihtimal dahilinde olsa da, gerçek mutluluk olan ahiret saadetini kazandığının farkında olan müminler olarak ayaklarımızın hiçbir zalimden tarafa kaymaması için ölümü dahi göze alabilmeliyiz.

Bu işin acıklı olan bir yanına da değinmeden geçemeyeceğim. Şöyleki; konfor hastalığına kapılan yazar takımından bazı zevat sisteme eklemlendikleri ve Allah’ın ahkamından uzaklaştıkları için kendilerini inzar etmemize karşılık bizleri tekfircilikle suçlayabilmektedirler ki biz bundan Allah’a sığınırız. Dilimizden böyle bir şey çıkmamasına rağmen bu itham ile karşı karşıya gelmemizin sebebi Allah’ın ahkamı olan ayetlerini gündem etmemiz ve bu ayetlerin onların şuankikonjektürlerini reddetmeleridir. Böylesi yazar çizer takımı Allah’ın hükümleri ile hükmetmeyen bir sistemi belki tağut olarak görebilirlerken, sistemin yöneticilerini ise tağut olarak görmek istememektedirler. Onlara göre susup sessiz kalmak Müslümanların görece kazanımları için olması gerekendir. Lakin biz Kur’an’dan yine biliyoruz ki Cumartesi yasağını çiğneyenleri uyaranları, aynı bu tipler gibi hedef alıp “bırakın uyarmayın, siz karışmayın” vari sözlerle engellemeye çalışanlar vardı ve bunların sonundan Allah bahsetmeye değer bile bulmamıştır. (Bkz: Araf 163-165)

İbrahim suresi 3. Ayette şiddetli azaba uğrayacak olan kafirler için: “Onlar, dünya hayatını ahiret hayatına tercih ederler. Ve Allah’ın yolundan alıkoyarlar. Ve onu eğriltmek isterler. İşte onlar, uzak bir dalâlet içindedirler.” buyrulmaktadır. Rabbimiz bulaşıcı ve salgın bir hastalık haline gelmiş olan bu konfor hastalığına karşı tüm önlemlerini almış olan kullarından olmayı bize kolay kılsın. Ve eğer yakalanılmışsa bu hastalıktan kurtulmak adına gerekli olan tüm tedaviyi derhal almak için adam akıllı bir tevbe ile tekrar Kur’an’a teslim olmak üzere yönelmek ölüm köprüsünden önceki son çıkış olacaktır.

Rahmetli Ercümend Özkan’ın Laiklik-Demokrasi ve İslam kitabından bir alıntı ile konuyu bağlamak istiyorum.

“Unutmayınız ki gaye vasıtayı meşru kılmaz. Meşru gayelere ancak meşru vasıtalarla varılabilir, ulaşılabilir, İslâm böyle söylemektedir. Birinci cümleyi fazlaca kullanan ve hayatlarının her boyutunda bunun örneklerini çokça gösterenlerin İslâm’la ilişkileri olamaz.

Kendisini İslâm diye tanıttığı ve halka kendisini böyle takdim ettiği halde İslâm’la uzaktan yakından alakası bulunmayan ölçüleri kullananların da İslâm’la uzaktan yakından alakası bulunamaz.

İslâm doğruluktur, doğruların dinidir. Benimseyenleri dosdoğru yapar. Eğriler İslâm olamazlar eğri kaldıkları sürece. Ya eğriliği terk edeceklerdir ve İslâm olacaklardır, ya da eğri kalıp İslâm’dan uzak kalacaklardır.” (Ercümend Özkan, Laiklik-Demokrasi ve İslam, s.351)