Nurefşan ERDEN
EL- EMİN OLMAK
Herkesin bir ötekisi var. Ne yazık ki bu konuda bazı karmaşık davranışlar söz konusu. Müslümanlar mümeyyiz (iyiyi kötüden ayırt etme yetisine) bir anlayışa sahip olamıyorlar. Ötekiler olarak görülen kimselere ve onların sahip olduklarına karşı nasıl davranılması gerektiği hususunu da kendileri belirlemeye çalışıyorlar. Hal bu ki bu konuda da tek hüküm belirleyici merci Yüce Rabbimizdir.
Bu bağlamda kimi Müslümanlar, gerek birtakım kamu mallarına ve gerekse ‘inançsız’ olarak gördükleri kişilerin mallarına ve menfaatlerine yönelik ‘darul harpteyiz’ gibi gerekçelerle vefasızlık yapıyorlar. Elektriği kaçak kullanmak, toplu taşıma araçlarına biletsiz binmek gibi… Bu davranış tıpkı bir zamanlar Beni İsrail’in, "Ümmilere karşı bize sorumluluk yoktur" sözleriyle, Mekke Araplarının mallarını haksızca yemeyi helal sayan anlayışına (3/Al-i İmran, 75) benzemektedir. Beni İsrail’in bu tutumu nasıl batıl ve vefasızsa -ki Yahudiler bu zihniyetlerinden hiçbir şey değiştirmediler-, ‘Müslümanım’ diyen insanların bu tutum ve davranışları da batıl ve vefasızlıktır. Rabbimiz Allah yukarıda andığımız ayetlerde ölçüyü tartıyı tam yapmayı, insanların mallarını eksiltmemeyi açıkça emretmektedir. (7/A’raf, 85; 11/Hud, 85; 26/Şuara, 183) Bu ayetlerin üçü de Şuayb Peygamber’in, kavmine yönelik uyarılarıdır. Fakat hiçbir Müslüman, Allah’ın Medyen halkından istediğini bizden istemediğini iddia edemez.
Ve bir kesit: Hudeybiye antlaşması Artık sıra metni imzalamaya gelmişti. Hiç beklenmedik bir şey gerçekleşti. O sırada yaşanan bir olay Müslümanların sabrını taşıran son damla oldu. Resulullah anlaşma metnini imzalamak üzereyken bir gürültü, bağırtı duyuldu. Herkes dö¬nüp baktı. Karşılarında ayaklarındaki zincirleri sürükleyerek Hudeybiye'ye kadar gelmiş Süheyl'in oğlu Ebû Cendel vardı. Süheyl, oğlunu Müslüman olduğu için kaçmaması için zincirle bağlayıp hapsetmişti. Hemen kalkıp oğlunun zincirinden tuttu. Diğer oğlu Abdullah Müslümanların arasındaydı ve Ebû Cendel'i de elinden kaçırmak istemiyordu. Süheyl anlaşmanın ilgili maddesini hatırlatarak oğlunun kendisine iadesini istedi. Resulullah, anlaşmanın henüz imzalanmadığım, bu ne¬denle Ebû Cendel'in istisna olmasını istedi. Süheyl kabul etmedi. Oğlunun iade edilmemesi durumunda anlaşmayı imzalamayacağım söyledi. Resulüllah, Ebû Cendel'i iadeye razı oldu. Müslümanlar inanamadıkları bir duruma şahit oluyorlardı. Resulullah'a neler olduğunu anlayamıyorlardı. Anlamaya çalışıyorlardı ama nafile. Bu sefer Ebû Cendel'in yalvaran sesi yükseldi: 'Ey Müslümanlar! Beni iade edecek misiniz? Dinimden dolayı işkence yapanlara beni tekrar teslim edecek misiniz? Bütün gözler Resulullah'ın üzerindeydi. Resulullah üzüntülüydü. Ebû Cendel'e yaklaştı ve “Ey Ebû Cendel! Bu toplulukla anlaşmayı yeni yaptık. Seni iade et¬memiz gerekiyor. Sen biraz sabret. Allah'tan bu sabrının karşılığı iste. Hiç şüphe yok ki Allah sana bir çıkış yolu gösterecektir; sana ve diğer Müslümanlara bir kolaylık verecektir. Anlaşmaya vefasızlık yapamam. Verdiğimiz sözde durmamak bize yakışmaz” dedi.
Biz biliyoruz ki, Allah Kur’an’da yaptığınız antlaşmalara sadık kalın, karşı taraf bozmadıkça siz de bozmayın ve hükümlerine uyun diyor. Zira Müslüman ahitleştiği zaman ahdini yerine getirendir. Bu özellik onun asıl özelliklerinden biridir ki, güven verici bir özelliktir. Nitekim Yahudiler hemen her zaman olduğu gibi Medine’de ahitlerine sadık kalmamalarının sonuçlarını (kendileri açısından)pek ağır bir şekilde ödemek zorunda kalmışlardır. Müslümanlar ise tarihlerinin hiçbir bölümünde böyle bir duruma düşmemişlerdir. Bu ise onların yüz akı olarak aydınlatmış ve aydınlatacaktır da. Bu konuda şu konuda ayrıca ve öneminden dolayı bilinmelidir ki tarihte hiçbir devlet malen zayıflayarak tarih sahnesinden yok olup gitmemiştir.
Gözümüzün önüne Mısırın firavunlarını, romanın Sezarlarını, İran’ın kisralarını ve en son kisrası Rıza Pehlevi’yi getiriniz. Bunların hangisi parasızlıktan ülkelerini terk edip gitmiştir. Bugünden örnekler üzerinde durunuz ki tarih tekerrür edip duruyor. Rıza Pehlevi İran’ı parasızlıktan mı terk etti? Marcos Filipinler’i, Duvailer Haitiyi, Yunan Kralı Konstantin Yunanistan’ı hangisi ülkesi ekonomik bakımdan zayıfladığı ya da kendisi fakirleştiği için terk etmiştir? Bir örneğini bulamazsanız dersek mübalağa ediyor gözüyle bakmayınız tarihe bakınız. Gerek günümüz tarihine gerekse geride kalan asırlar tarihine… Yahudiler hemen her asırda her bulundukları ülkede zengindirler. Lakin zengin olmaları paralarının çok olması onlara devlet olabilmek için yetmiş midir? Asırlar sonra tam 25 asır sonra devlet olmuşlarsa para ile mi olmuşlardır. Yoksa asıl faktör başka mıdır?
İşte bu yüzden ben Müslümanım diyenin el-emin olması lazım ki, örnek olabilsin. Örnek olsun ki insanların iyi örneklere ihtiyaçları var. Biliyoruz ki bir insan bir fikri kitabından okuyarak tanımamaktadır. Önce bu fikri taşıyanlar vasıtasıyla o fikirle tanışmakta ve bu tanışıklık uzun süre böylede sürmektedir. Peygamberlerle muhatap olanlarda onlarda gördükleri hallerin güzellikleri, ahlaklarının düzgünlüğü sonucu, doğru sözlülükleri sonucu “Allah’tandır” dediklerine inanmışlardır ve getirdikleri dine girmişlerdir. Hz.Ebu Bekir’in İslam’a girişinde, Hz. Hatice’nin İslam’a girişinde bu gerçeği göz ardı edebilir miyiz? Öyle ise neden az düşünüyor, neden özümseyemiyoruz İslami doğruları?
Bu konuda önümüzdeki birkaç örneğe bakıvermemizde aynı sonuca ulaştıracaktır bizi, Lepold Weis (60 yıldan beri Müslüman adı Muhammed Esed)in 1922’li yıllarda İslam dünyasına ilk geliş yıllarında indiği İskenderiyye’den Kahire’ye trenle giderken kompartımanında bir haham, Avrupalı olarak kendisi ve bir Mısırlı’nın bulunduğu ve yolculuk sırasında Mısırlı’nın heybesinden çıkardığı yol azığını hahama ve kendisine ikram etmesinin kendisini ne denli çarptığını ve Müslüman olmasında İslam’a ilk ilgisini çeken olayın bu olduğunu Mekke’ye giden yol isimli kitabında okumuş olmalısınız. T.W.Arnold’un İNTİŞAR-I İslam tarihi isimli eserinde Sudan’lı yada Somali’li bir küçük pırtıcı (köylere katırının sırtında birkaç top basma, pazen, v.s götüren satıcı)nın birkaç hafta kalarak mallarını sattığı herhangi bir Afrikalı köydeki göstermiş olduğu ahlaki davranışları, namazı, dürüstlüğü sonucu köy halkının toptan Müslüman olmaları sonucunu oluşturduğu bir çok örnek bulacaksınız.
Öyle ise her hareketimiz inançlarımızın yansıması olmalıdır.Çünkü inanç cepte taşınan elde tutulan bir şey değildir. İnandığımız şeyin gücü ile inancımızın gücü bunun için farklı farklı şeylerdir.Ne kadar inançlı olduğumuzu ortaya koyan gösterge pek basittir, peki ya neticeler!..
Kaynakça:
- Yaşama Sanatı- R.Şükrü Apuhan
- İnanmak ve yaşamak–3, Ercümend Özkan
- İslâm Tarihi, Asım Köksal, 6/183
- Toplumda Güven Duygusunun Önemi ve Muhammed’ul Emin Olarak Peygamberimiz, Dr. Hüseyin Emin SERT