Nurefşan ERDEN

10 Mayıs 2009

MÜ'MİN OLMAM NEYİ GEREKTİRİR

Allah'tan gelen öğütlerin ve O'nun İndirdiği gerçeğin etkisi ile müminlerin kalplerinin yumuşayacağı, ürpereceği gün hâlâ gelmedi mi? Müminler daha önce kendilerine kutsal kitap verilenler gibi olmasınlar. Uzun zaman geçince onların kalpleri katılaştı ve çoğu yoldan çıkmış kimseler oldu. (Hadid–16)

Her Müslüman, İslam’ı doğru bir biçimde anlamak amacıyla Kuran’ı hakkıyla (tertil üzere) okumak, yaşamak, yaşatmak ve yaymak sorumluluğunun bir gereği olarak, içinde yaşadığı toplumu da en iyi şekilde tahlil etmek, doğru anlamak, tanımak ve doğru değerlendirmek, vahiyle hayat arasındaki bağı doğru kurmak zorunda olduğunu bilmelidir.

Bizler vahyi yaşayan bir ümmet olmaktan uzaklaşmış, kendi cahiliyetimiz içinde hastalıklı hale gelmişiz. Günlük hayatın imanımızı kemirmesine izin vermiş hayatın inancımızdan daha güçlü olduğunu kabullenmişizdir. Ama hala çok inançlı olduğumuzu düşünmekteyiz. Mazeretlerimizden hoşlanırız ve inancımızdan gittikçe uzaklaştığımızı fark etmiyoruz. Sonunda inancı büyük davranışları küçük kalabalıklar çıkmış ortaya! Tevhidi imanın gereği, Allah’a hakkıyla iman edip, O’na kulluğu hayatın bütün alanlarını kuşatacak şekilde hakkıyla yerine getirmektir. İman konusunda beyaz - siyah renkler dışında renk yoktur. Tevhit beyazken, siyah olan küfrün koyu ve gri tonları vardır. Bu sebeple hak-batıl karışımı iman ve amellerle, hayatlarımızda kimi İslami ameller olduğu için müminlik vasfı kazanamayız. Hızlı koşarken kendi paçasına paltosuna takılıp düşenler misali gibi farkında olmadığımız iç cahil iyemizin bizi içten çürütmesine engel olmalı, Kuran’ın ölçüleri ve mesajı ile yeniden şereflenmeli, bu konudaki örneğimiz olan Rasulullah (s)'ın Sünnetini doğru kavramalıyız. Hani Rabbimiz diyor ya "Onların çoğu şirk koşmadan inanmazlar" diye. Gerçekten namaz kılanlarımızın bile kimlikleri ne kadar Asabiyetten, ikiyüzlülükten, riyadan, kibirden, dünyaperestlikten veya kıskançlıktan, kendini beğenmişlikten ayrışabilmiş? Kendimizi İslam’a nispet ediyoruz; ama hallerimiz Hucurat Suresi 14. ayette konu edilen bedevilerden farklı mı?

Ey Muhammed! Bedeviler: "İnandık " dediler, deki: "İnanmadık fakat İslam olduk deyin; inanç henüz gönüllerinize yerleşmedi; eğer Allah a ve Peygamberine itaat ederseniz yaptıklarınızdan bir şey eksilmez; doğrusu Allah, bağışlar, merhamet eder." (Hucurat–14)

O Mü'minler ki “Allahtan başka ilah yoktur” deyip eski dinlerini, bir başka söyleyişle inançlarını ve hayat tarzlarını terk edip vahiyle bildirilenlere mensup oldukları andan itibaren, bütün ahlaki kusur ve eksiklikleri üzerlerinden silkeleyip atmışlardı. Onların şahsında gerçekleşen güzel ahlakın yaşayan bedenlere dönüşmesiydi. Risalet döneminin müminleri ve özelliklede risaletin Mekke yıllarında İslam davetini kabul eden müminler için şirkten tevhide geçiş, herhangi bir inanç veya hayat tarzından başka herhangi birisine geçiş değildi. Gerçekleşen değişim sadece veya daha çok bir isim değişikliği, muhit değişikliği, Arkadaş değişikliği, lider değişikliği, ideoloji değişikliği, siyasal tercih değişikliği değildi. Gerçekleşen elbette bunları da kapsayan bir değişimdi. Ama daha çok ve hatta en önemlisi ahlak değişimiydi. İman etmenin olmazsa olmaz şartlarından Allah’ı tek olarak bilmek, bilmekten daha çok, onun tek ilah olduğu bilinciyle onun emir ve yasaklarına itaat anlamına geldi. Hz. Muhammed’in peygamber olduğunu kabul etmek, sadece kabul etmekten çok, Onun bildirdiği ilke ve şartlara teslim olmayı onlara göre yaşamayı ifade etti. Ahireti kıyameti hesap gününü, cenneti, cehennemi, tasdik etmek, sadece tasdik etmekten çok dünyadayken yapılan tüm işlerden hesaba çekilme bilinciyle sorumlu ve bilinçli yaşamak, davranmak demekti. Kuranın vahiy olduğunu kabul etmek, Kuranı kutsal bir metin kabul etmek değil, kuranı hayatın ve inancın kitabı kılmak demekti. Namaz kılmak bir tapınma eylemi değil,”kötülükten uzak durmaktı. Mü'min olmak sadece isim değişikliğiyle değil, hakkın şahidi olmak, hakkı insanların arasında temsil eden olmaktı.

Hakkın şahitleri olabilmek, Onu derinden ve doğru anlamayı, doğru yapmayı şart kılar. Ne imansız ve ibadetsiz ahlâkla, ne ahlâksız ve ibadetsiz imanla, ne de içeriği boşaltılıp şekle indirgenmiş ibadetle iyiler safına dâhil olabiliriz. Vahiy kendi insanını inşa eder. Bu insanın tanımını yapan kurandır. O vahiy ki daha ilk günlerden bedevilerden medeni, haramilerden sahabe çıkardı. Kur'an, Mü'minlerin vasıflarını anlatırken imandan sonra zikredilen Salih amel çok geniş ve derin anlama sahiptir. Bu açıdan bakıldığında kuranın onu neden baş köşeye oturttuğu anlaşılır:

Onlar görmediklerine inanırlar, namazı kılarlar ve kendilerine verdiğimiz rızktan başkalarına verirler. Yine onlar gerek sana ve gerekse senden önce indirilen kitaplara inanırlar ve ahiretten hiç kuşku duymazlar. (Bakara:2–4)

Yüzlerinizi Doğu ya da Batı tarafına çevirmeniz iyilik demek değildir. Asıl iyilik Allah'a, Ahiret gününe, meleklere, kitaba, peygamberlere inanan; akrabalara, yetimlere, yoksullara, yarı yolda kalanlara, dilencilere ve boyunduruk altında bulunanlara(kölelere, tutsaklara) mallarını sevmelerine rağmen yardım edenlerin; namaz kılanların, zekâtı verenlerin, antlaşma yaptıklarında yapmış oldukları antlaşmaları yerine getirenlerin; zorda, darda ve savaş zamanında sabredenlerin tutumudur. İşte doğrular (sözlerinin erleri) onlardır, takva sahipleri de onlardır. (Bakara:177)

Onlar ki, huşu içinde namaz kılarlar. Onlar ki, boş ve yararsız şeylerle ilgilenmezler. Onlar ki, zekâtı aksatmaksızın, tam olarak verirler. (Mü'minun: 2–4)

Erkek - kadın bütün Mü'minler birbirlerinin dostu, dayanağıdırlar. Bunlar iyiliği emrederek kötülükten sakındırırlar, namazı kılarlar, zekâtı verirler, Allah'a ve peygamberine itaat ederler. Allah işte onlara rahmet edecektir. Hiç şüphesiz Allah, güçlü iradelidir ve her yaptığı yerindedir. (Tevbe: 71)

Yine onlar, Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak amacı ile sabrederler, namazı kılarlar, kendilerine verdiğimiz rızktan gizlice ve açıkça hayır yolunda harcarlar, kötülüğü iyilikle savarlar. İşte geçici dünyanın ardından gelecek olan mutlu akıbet onları bekliyor. (Rad:22)

İslam insanın imanıyla bütünleşmesini sağlayacak sayısız fırsat sunmuştur. İman yolda başına ne gelirse gelsin, sessiz kalacağımız bir yolcu değildir. İmana yönelik ayetler tek tek savrulmayı önleyecek dayanaklardır. Onlara tutunarak yürüyebiliriz. İman hayatın kendisine uydurulmasını ister. İman bilincinin verdiği sorumluluk duygusu olmadan gerçek yükselişe geçilemez. Kendi ahlakından soyutlanmış ibadet bir çizimden, bir şekilden ibarettir. İnanan imanına karşı ahlaklı olmalıdır. Misalin; İhanet ve yalan, inanan bir insanda huy haline gelmez.”Yalanın çirkinliğine iman ettim” dedikten sonra yalancı olunamaz. İmanımız bizi çekip çevirmeli; her küfürden, her çirkinlikten, faydasız her söz ve işten alıp kaçırmalıdır bizi. Allah’ın “Tamamladım” dediği bir dine sahibiz. Onda bir eksiklik yoktur. Öyleyse doğacak her eksiklikten biz sorumluyuz.

Duvardaki saate bakın: Birbirini bağlanmış pek çok küçük parçası vardır…

Eğer kurmazsanız zamanı göstermez. Eğer gerektiği şekilde kurmazsanız ya durur ya da zamanı yanlış gösterir. Bazı parçaları çıkarmanız veya onları bir dikiş makinesinin parçalarıyla değiştirmeniz hiçbir işe yaramaz; bu defa ne zamanı gösterir nede dikiş diker. Eğer saatin bütün parçalarını içine atar fakat bağlantılarını sağlamazsanız kurduğunuz halde hiçbir parçası çalışmaz.

İslam’ın bu saat gibi olduğunu farz edelim. Ahlaki değerler ve inançlar; günlük yaşamdaki kurallar, Allah’ın, kulların ve bu dünyada gözünüzle görebildiğiniz her şeyin hakları, para kazanma ve harcamanın kuralları İslam’ın bir parçasıdır. Fakat bizler saatin pek çok parçasını çıkararak yerine aklımıza gelen her şeyi yerleştirirsek elinizi vicdanınıza koyun ve söyleyin eğer kendimizi Müslüman olarak adlandırıyorsak fakat aslında inançsızlar kadar cahil ve itaatsizsek, Allah’a ve Kuran’a iman ettiğimizi söyleyip, bazı tercihleriyle, söylem ve eylemleriyle, Allah’ın belirlediği hudutları aşarak, dosdoğru yoldan uzaklaşıp başka yollara uyarak, Allah ve Resulü bir meselede hüküm verdiği halde ona uymayıp başka tercihler peşinde koşarak, Allah'ın bu dünyadaki ve ahiretteki lütfuyla onurlandırılabilir miyiz?

İslam saatinin içine atmadığımız, İslam’a uygun olan tek bir vida kalmamış. Buna rağmen kurduğumuz saatin çalışmasını bekliyoruz. Herkes çobandır. Ama önce kendi nefsinin çobanıdır. Hayatın anlamını “Hakkın hatırını önde tutmak” şeklinde kodlasak, yanlış olmaz herhalde. Allah’ı hakkıyla takdir edebilmemiz ve vahyin şahitliğini yapabilmemiz, iman-amel bütünlüğü içinde Kur'an’la ahlaklanmamız için Rabbim yardımcımız olsun.

Alıntılar:

Cahiliyet: Mevdudi Tefhimu’l Kur’an’da cahiliyenin İslam’ın zıddını, İslam’ın yolundan ayrılışı ve İslam’a karşı çıkışı ifade ettiğini açıklar. İslam öncesi döneme, halkın yaşama yollarını zan ve heva ya dayanarak kendilerinin icad etmiş olması anlamında“cahiliye” dönemi dendiğini beyan etmektedir. Ve ilahi bilgiyi, vahyin hükümlerini hiçe sayarak, cüzi bilginin yardımıyla oluşturulmuş, hayale, zanna, tahmine dayalı tüm hayat sistemlerinin cahili sistemler olduğunu vurgular. S.Kutub da cahiliye toplumunu şöyle tanımlar; “Cahiliye toplumu, Allah’ın her şeyde üstünlüğünü (hâkimiyetini) tanımayan ve cahiliye asabiyeti üzerine kurulan toplumdur. İslam’ın esaslarını (Allah’ın hükümlerini) tanımayan ve onunla kendisini bağımlı saymayan toplumdur.” “Günümüzde bütün çağdaş toplumlar, komünist, kapitalist, Yahudi, Hıristiyan ve sözde Müslüman geçinen bazı toplumlar bir tür cahiliye toplumunu teşkil etmektedirler.”

Gelin Müslüman Olalım (Mevdudi)
Fizilal Kur'an( Seyyid Kutub)
YüksekYaşama Sanatı (R. Şükrü Apuhan)
Mehmet Pamak