Nurefşan ERDEN
YÖNELİŞ
Uzun yol yürüyüşünde insanın emeklediği, hızlı adımlarla yürüdüğü, koştuğu veya takılıp düştüğü sahnelere şahit olmuşuzdur. Düşen bir insanın kalkıp avuçlarını temizlemesi, üstünü başını topraktan arındırması ise bilinen bir manzaradır. Muhtemelen bu insan kendi içinden neden düştüğünü de sorguluyordur.
Tefekkür; bir yönüyle bireyin kendisini çevresiyle birlikte sorgulamasıdır. Yanlışlarını, doğrularını, düşüşünü sebep ve sonuçlarıyla birlikte ele almasıdır. Veya tefekkür insanın kendini aynada görmesidir.
İslam teslim olmaksa, Müslüman teslim olansa, biz bu teslimiyetin neresindeyiz? Yanlışları bulmada maharet kazanan insanımız, her nedense doğruyu bulmada ve doğrularda sebat etmekte zorlanıyor. Hâlbuki bir davada haklı olmak yeterli değildir. Önemli olan bu konuda sürekli ve kararlı olmaktır. Bizler bugün İslam’dan önceki cahiliyenin belki tıpkısıyızdır, beklide daha kötü durumundayızdır. Çevremize şöyle bir baktığımızda birçok şeyin cahiliye damgası taşıdığını görürüz. İnsanların bakış açılarında, inançlarında, alışkanlıklarında, geleneklerinde, kültür ve kaynaklarında, sanat ve edebiyatlarında, yasa ve hukuklarında, hatta İslam kültürlerinde, İslami kaynaklarında, İslami düşüncelerinde bile cahiliyeden izler bulmak mümkündür. Peki, tüm bunları bir kenara bırakalım bugün tevhidi bilince ulaşmış bizler, İslam kesim olarak çogunlukla bireysel ya da küçük cılız gruplar halinde dağınık durmanın yol açtığı, güçsüzlüğünde beslediği çok boyutlu zaaflarla malul olduğumuzun farkın damıyız?
”Siz Ey imana ermiş olanlar! Allaha karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun, Ona daha yakın olmaya çalışın ve Allah’ın yolunda gayret gösterin ki mutluluğa erişebilesiniz” (Maide;35)
Bir insan susadığı ve su aramaya başladığı zaman, Allah onu mutlaka suya götürür. Eğer kendiniz susuzluğunuzun farkında değilseniz, ağzına kadar dolu bir bardağın önünüzde durması faydasızdır. Ve bu umursamaz tavırlarımız hesap verme gününün yaklaşmasına rağmen böylece uzayıp gidiyor.
“İnsanların hesap verme günü yaklaştığı halde onlar hâlâ gaflet içinde gerçeğe yüz çeviriyorlar.
Onlar Rab’lerinden gelen her yeni hatırlatmayı hep eğlenerek dinliyorlar,
Hiç kuşkusuz bu Kuran’da Allah'a kulluk edenler için yeterli olacak nitelikte bilgi ve mesaj vardır.”(Enbiya;1.2.106)
Arınmak, dünya imtihanını kazanmak ve kurtuluşa ermek için mutlaka doğru bir yaklaşımla Kur’an’ı okumak ondan öğüt almak, özümsemek ve onunla amel etmek mecburiyetimiz var. İşte Kur’an bu kadar merkezde durmaktadır. İşte İslam ümmeti olarak içinde bulunduğumuz zillete sürüklenmemizin arka planında Kur’an’ın ve Resulullah’ın güzel örnekliğinden kopuşumuz yatmaktadır. Bu halimizin sebeplerinin en başında kitap eksenli din anlayışımızı ve kulluk eksenli hayat tasavvurumuzu yitirerek yolumuzu kaybetmemiz var. Dinimizin din, ibadetlerimizin ibadet, ramazanlarımızın ramazan, oruçlarımızın oruç olmaktan çıkması, içerikten ihlâstan derinlikten uzaklaşıp anlam ve istikamet kaybına uğrayarak şekle indirgenmesinden kaynaklanmaktadır. Bizi biz yapan, bize anlam değer ve şahsiyet kazandıran vahye dayalı özgün paradigma ve Muhammedül emin bir kimliktir. Böyle bir kimlikten koparak, seküler kültüre ve dünyevileşmeye doğru zelilce savrulmak hiçbir zaman öz kimliğimizle bağdaşlaşmaz bir durumdur. Aslında Kur’an bu zafiyetlerimizi bizlere çok öncelerden bildirmektedir.
“Hayır;siz çarçabuk geçmekte olanı (dünyayı)seviyorsunuz.(tercih ediyorsunuz)Ve ahreti terk edip bırakıyorsunuz.(Kıyamet; 20-21)
Zaten bugün ben Müslümanlardanım diyen birçok kimse aslında İslam’ın tevhid niteliğini kaybettiği, geleneğin ürettiği pek çok bidat ve hurafe ile bulandırılmış farklı bir dini yaşamaktadırlar. İşte bu sahih olmayan din anlayışının toplumu kuşatır hale gelmesiyle Müslüman toplumlar tevhid ve adalet toplumu olma özelliğini, zindeliğini kaybederek cahili toplumlar haline dönüşüp bugünkü zelil konuma sürüklenmişlerdir. Rabbimiz “Ben insanları ve cinleri yalnız bana ibadet (kulluk etsinler diye yarattım”(Zariyat;56) ayetiyle yaratılış gayemizin sadece kendisine ibadet (kulluk) olduğunu açıkça ifade etmiştir.
Buna rağmen Allah’a kulluk ve ibadetin belirleyici olmaktan çıkarılıp ikinci plana atıldığı, iman/amel bütünlüğünün parçalandığı bir din algısı ile yaşantımıza yön vermeye çalışıyoruz. Sahih bir öze dönüş ancak yeniden gerçek kaynağa dönmekle ve vahyi yeniden yaşantımızda belirleyici özne konumuna getirmekle mümkün olacaktır. Eğer bizler böyle bir anlayış için adım atmazsak cehenneme doğru yol alan bu adımlarımız asla yön değiştirmeyecektir. Çünkü; "Herhangi bir toplum tutumunu değiştirmedikçe Allah onun konumunu değiştirmez." (Rad; 11)