Ahmet ÖRS
ELEŞTİRİ VE TAHAMMÜL
Eleştiri anlayışlarımızın farklı olduğu muhakkak. Bizim geleneğimizde böyle bir şey, itaat anlayışı nedeniyle açıkçası pek bilinir, kabul edilir değil.
Eleştiri ile saldırının ayırdına varamayan bir toplumsal yapımız olduğu gerçeğini vurgulamaya bile gerek yok diye düşünüyorum. Eleştirilen kişi ya da kurum bunu önce anlayışla karşıladığını bildirmekle beraber “ancak” edatıyla başlayan “saldırı” suçlamasını karşı tarafa yöneltmekten imtina etmiyor.
Üstadların, hocaefendilerin, tanınmış simaların egemenliğinde ilerleyen tarihsel toplumsal yapımız farklı bir sesi duymayı her nedense kabul edemiyor. Farklı bir sesi ya bastırmaya ya da karalamaya çalışıyor. Farklı seslerin kendi konforunu bozacağını, kendini boşluğa düşüreceğini zannediyor.
Türkiye’de tevhidi süreçlerle tanışan insanların birçoğu da maalesef bahsettiğimiz hastalıklardan tamamen arınıp sahih bir üslûp kazanamadı. Eleştirinin gerekliliğini teorik bağlamdan kurtarıp fiili boyuta ulaştıramadı.
Allah’ın ayetlerini anlamaya çalışıp hayatın her alanına uyarlamaya, aktarmaya çalışan muvahhid insanların eleştirel bir kimlik oluşturmamaları düşünülemez. Belki eleştiri bizim için bazı durumlarda ilişkileri olumsuz yönde etkileyen bir eylem olsa da bu böyle olmak zorunda.
Mustafa İslamoğlu’nun tasavvufla ilgili sözlerini İslami kimliğimizin zorunlu gereği olarak eleştirmemiz bazı kişi ve çevrelerce tepkiyle karşılandı. Şunu söylemekten de büyük bir memnuniyet duyarım ki, özgüveni oluşmuş ve neye inandığını net bir şekilde belirlemiş birçok insan da eleştirimize destek verdi. Üstadlardan, hocaefendilerden de gelse yanlışların kabul edilemeyeceği bu vesileyle bir kez daha deklare edilmiş oldu.
Eleştirimiz -ya da Hakk’ı hatırlatmamız diyelim- bazı kişilerce her ne hikmetse alakasız bir şekilde “saldırı” olarak algılanmış. Eleştirinin saldırı olarak algılanması hangi haklı gerekçeye dayandırılabilir diye düşünüyorum ama üretilebilecek herhangi bir mazeret de bulamıyorum. Öğrencilerine, İslam’la tanıştırmaya çalıştığı insanlara Mustafa İslamoğlu’nun kitaplarını okutan, kendisi de İslamoğlu’nun eserlerinden çokça yararlanmış bir kişi, hangi çekişmeye matuf bir saldırı gardı alabilir, doğrusu aklım almıyor.
Yapılan eleştiriye, eleştiri ya da ikna yoluyla mukabelede bulunmak yerine tam bir terbiyedışılıkla “saldırı” yaftasını yapıştırmak hangi edebe ve “irfan(!)”a sığar acaba merak ediyorum? Tevhidden sapmanın en temel göstergelerinden olan tasavvufun onaylanması hemen mahkûm edileceğine, sadece ve sadece bunu söyleyen İslamoğlu olduğu için meseleye hakikatinkinden değil de başka zaviyelerden bakan dostlar pozisyonlarını ona göre alabilmişler ve uyarıyı yapanları kınamakta bir beis görmemişlerdir.
Eleştiriyi hak eden kişi ve tavırlar boş geçilebilir mi? Böyle bir şey inancımızın bize yüklediği sorumluluklara uyar mı?
Mesela, son günlerde Avrupa futbol turnuvası münasebetiyle Türkiye futbol takımının oyunundan heyecana kapılanlar arasına Hakan Albayrak da girdi. Gazetesindeki köşesinde futbol takımının galibiyetlerinin ümmet şuurunu artırdığına dikkati çeken coşkulu cümleler arz-ı endam ediyor.
Öyle bir yerdeyiz ki, neyi tutup neyi atacağız biz de şaşırdık. Elbette hamdolsun kanaatlerimiz kesin ancak duygusal tepkileri gözetir hale geldik doğrusu. Futbolun dünya egemenleri, kapitalistleri için anlamını bilemeyecek biri midir Albayrak? Laiklerin de kendilerince birtakım sonuçlar devşirmeye çalıştıkları turnuva galibiyetlerine İslamcılar da kendi heybeleri için kazançlar temin etmeye çalışıyorlar. Dünya kupasındaki gibi bir çekişmedir sürüyor.
Futbolcuların “inşallah, maşallah, âmin, çok şükür” demeleri Hakan Albayrak ve onun gibi düşünenleri coşturmaya yetmiş görünüyor. İslam dünyasının nefeslerini tutarak maçları takip ettiğine seviniliyor. Neye üzüleceğiz, cehalete mi, sapmaya mı, kör duygu coşkunluklarının gölgelediği güme giden hakikatlere mi?
Futbolun küresel kuşatmadaki rolünü kavrayamayan dostları eleştirmek de acaba “saldırı” olarak algılanır mı?