Şahin YETİK
FETİH SURESİ 29. AYET BAĞLAMINDA...
“Muhammed Allah’ın Elçisidir. O’nun yanında yer alan Müslümanlar ise, inkârcılara karşı son derece kararlı ve çetin, birbirlerine karşı ise çok şefkatli ve merhametlidirler. Onlar imanlarının sağlamlığı, prensiplerinin kesinliği, düşüncelerinin netliği sayesinde, kâfirlerin baskı ve dayatmaları karşısında çelik gibi sağlam dururlar. Onların, namazda bazen rükû edip eğilerek, bazen secdeye kapanarak Allah’ın lütuf ve rızası için yalvardıklarını görürsün. Secde izinden oluşan nişanları, yüzlerinde tevazu, şefkat, sevecenlik ışıltısı halinde parlamakta, ibadetin kazandırdığı güzellik, letafet ve aydınlık, bütün tavır ve davranışlarında görülmektedir. Bu, onların Tevrat’ta anlatılan nitelikleridir. İncil’deki nitelikleri ise şöyledir: Mümin, tıpkı filiz veren bir tohuma benzer ki, bu minicik filiz zamanla güçlenir, serpilir ve kökü üzerinde dimdik ayağa kalkar. Öyle ki, kendisini yetiştiren çiftçileri hayran bırakır. İşte Allah, her devirde böyle müminler yetiştirecektir ki, onlar sayesinde, mazlumlara kan kusturan inkârcıları çileden çıkarsın ve zulmün saltanatını, onların eliyle alaşağı etsin!
İşte bu yetişmekte olan taptaze filizler var ya; Allah, onlar arasından Kur’an’a yürekten inanan ve bu imana yaraşır güzel ve yararlı davranışlar gösterenlere, kendi katından bir bağışlama ve muhteşem bir ödül vaat etmiştir.” (Meal: Mahmut Kısa, Açıklamalı Kur’an Meali)Bu ayeti düşünürken günümüzde çok defaten serencamını çektiğimiz bir meseleyi sizler ile paylaşmak istedim. Zira bu mesele hiç görülmemiş bir fitne ateşini yakmaktadır ki Müminlerin birbirlerine düşman kesilmelerini sağlamakta ve şeytanın, Allah'ın dosdoğru yoluna oturmasında büyük bir rol oynamaktadır. Ayeti biraz dikkatle incelediğimizde meselenin keyfiyetine mazhar olacağımız kanaatindeyim. Şöyleki;
Ayetin giriş bölümünde Allah'ın (noksanlıktan tenzih ederiz) resulünün (selam üzerine olsun) yanında yer alan Müslümanların bir takım özelliklerine yer verilmektedir. Bu bir takım özellikleri üzerlerinde barındıran ve Müslüman diye nitelenen bu kişilerin karakterlerinin daha önce de Tevrat’ta anlatıldığı ve anlatılanın aynısı olduğu belirtilmektedir. Ayet, bununla beraber, İncil’de ise bütün bunlara ilaveten bu özellikleri barındıran Müslümanların tohum misali ufacık bir çabalarının, koskoca çınar misali hayranlık ve gıpta uyandıracak bir neticeye ulaştıracağınıvaat ediyor. Allah yeryüzünde zulumatı ve zalimlerini işte bu özellikleri barındıran Müslümanlar eliyle alaşağı etmek istiyor. En nihayetinde mutlak gaye olan Allah’ın rızası ve vaat ettiğicennetlerine ulaşsınlar.
Ne büyük saadet değil mi, peki kimler bu rolü oynamak istiyor ve kimler bu rollerin oynanmasına engel olmak istiyor? Son bir soru daha, bu role bürünmüş bir Müslümanı görseniz tanır mısınız? Yani açayım ayette Muhammed aleyhisselamın yanında dünden olduğu gibi, bugünde O’nun yanında olan ve o özellikleri barındıran bir Müslümanı tanır mısınız? Bu özellikleri günümüzle ilişkilendirmek sureti ile tekrar edecek olursak;
29/a: "İnkârcılara karşı son derece kararlı ve çetin." Günümüzde inkarcılara karşın takınılması gereken bu tavrın inkarcılardan çok Müslümanların birbirlerine takındığını görebiliyor muyuz? Acaba ben bu tavrı inkarcılara karşın mı yoksa Müslümanlara karşın mı takınıyorum diye hiç kendinizi sorguladık mı?29/b: "Birbirlerine karşı ise çok şefkatli ve merhametlidirler." EvetMüslümanlara karşın sergilenmesi gereken bu letafetin bilakis Müslümanlardan esirgendiğini ve fakat inkarcılara karşın neredeyse cömertçe serpildiğinin farkında mıyız? Kendimizi “Müslümanlara karşın böyle olmam gerekiyor. Aman Ya Rabbi! Senin isteğin bu, ben ne yapıyorum böyle…” diye kendimizi sorguluyor muyuz?
İşte bu ilk iki madde de belirtilen karakteristik özellikleri üzerinde barındırmayan Müslümanlarmaalesef diğer Müslümanlara bu iki ayeti tam tersi şekli ile uygulamakta ve bu işten de belkide üzülerek söylüyorumki nefislerini tatmin etmekte ve zevk almaktadırlar.
En ufak bir fikri tartışmada bu iki özellik unutulup karşıdaki muhatabın namazında, abdestinde bir Müslüman olduğu unutulup, sanki bir kâfirle mücadele edilir gibi cedelleşmeye başvurulmakta ve en büyük çağımızın fitne ateşi olan tekfire kadar iş götürülmektedir. Hâlbukibir Müslümanın, farklı görüş ve fikirlere saygı duymayı bilen, kardeşini Allah için seven bir kimse olması gerekir. Ve yine bir Müslüman, eğer kardeşi hatada ise kardeşini Allah için hatasından yine kardeşinin menfaatleri uğruna döndürmeye çalışan, bunu yaparken de gayet usullü ve usluplu olmaya dikkat ederek, kardeşini kırmamak adına elinden gelen çaba ve özeni göstermesi gereken bir kişi olması gerekir. İşte bütün bu güzelliklere haiz olmayı Kur’an bizlere öğretiyor. Peki, böyle olmasa ne olur? Yani “ben diyeceğimi ölçmeden biçmeden derim, karşımdaki kişi kırılırmış-kırılmazmış beni ilgilendirmez” derseniz ne olur? Ayeti mefhumu- muhalifinden okursak eğer sizler Müslümanlara böyle yani ayette belirtildiği üzere şefkatle ve merhametle yaklaşmaz bilakis kâfirlere gösterilmesi gereken bir tavır ile konuşursanız işte o halde Allah'ın resulü Muhammed aleyhisselamın yanında yer alanlardan olamazsınız. Ve buna binaen Allah'ın resulünün yanında yer alamayanların ne imanı sağlam, ne prensipleri keskin, ne de düşünceleri net olabilir. O halde “acaba ben Allah’ın resulünün yanında yer alanlardan mıyım, değil miyim?” diye kendimizi kesinkes sorgulamalı ve aldığımız cevap muvacehenesinde yol haritalarımızı netleştirmeliyiz.Şimdi biraz da diğer özelliklere temas etmeye çalışalım...
29/c:"Onlar imanlarının sağlamlığı, prensiplerinin kesinliği, düşüncelerinin netliği sayesinde, kâfirlerin baskı ve dayatmaları karşısında çelik gibi sağlam dururlar."
Demekki imanın sağlamlığı, prensiplerin kesinliği ve düşüncelerinin net olması ilk iki özellik sayesindedir. Yoksa her bir rüzgâr esişinde rüzgârın gücüne binaen rüzgârın istediği tarafa doğru savrulan yaprak misali her bir yeni gelen gücün sözüne mukabil fikriyatımızı değiştiriyor muyuz? Ya da bilakis “asıl olan sözün gücüdür” deyip , “Allah'ın Kur’an’ı kerimi ve hikmeti ile belirlemiş olduğu 1400 seneden beri değişmeyen ahkâm ve prensiplere bağlı kalıp canım pahasına savunurum” diyebiliyor muyuz? Söz gelimi Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyen herkim olursa olsun içimizden dışımızdan “zalim olur -fasık olur- kâfir olur” diyebiliyor muyuz? Ya da NasranîveyaYahudileri asla dost edinmem zira Allah’uTeala“…onları dost edinen de onlardandır” buyuruyor (maide/ 51) diyerek açıkça ayetleri konuşabiliyor muyuz? Yoksa diyalog ve ılımlı İslam diyerek dostluk müzakereleri peşinde miyiz?
29/ç:"Onların, namazda bazen rükû edip eğilerek, bazen secdeye kapanarak Allah’ın lütuf ve rızası için yalvardıklarını görürsün. Secde izinden oluşan nişanları, yüzlerinde tevazu, şefkat, sevecenlik ışıltısı halinde parlamakta, ibadetin kazandırdığı güzellik, letafet ve aydınlık, bütün tavır ve davranışlarında görülmektedir."
Müslümanlar,Müslümanların namaz kıldıklarından şüpheye düşer hale geldiler maalesef .Zira birbirlerinin namaz kıldığını görüp şahitlik edebilecek ne vakit ne de mekân ayıramıyorlar kendilerine. Yahu bu namaz Müslümanların beraber ikame etmeleri gereken bir ibadet değil miydi? Bir takım mescitlerin kontrolünün muvahhidMüslümanların ellerinde olmaması bahane edilerek Müslümanların namaz vesilesi ile bir araya gelip çalışma yapmalarının önü kesilmektedir. Bu vesile ile de Müslümanlar birbirlerini sadece haftada birkez bir araya geldikleri derslerde ancak görebilmektedirler. Peki bu geçerli bir bahane midir?! Müslümanların kontrolünü ellerinde tutacakları bir takım mescitler kurmaları gerekmiyor mu? Yunus suresi 87. Ayette Hz. Musa aleyhisselam örneğinde olduğu gibi Müslümanların kendi mescitlerini kurmaları gerekmektedir. En azından bu gerçekleşene kadar haftada bir de olsa bir araya gelen Müslümanların derslerine başlamadan beraber namaz kılmaları gerekir diye düşünmekteyim. Zira namaz Müslümanların birlik ve beraberliklerinin nişanıdır, bu konuda acizane tavsiyem kendimizi bireysel bazda fert ve fakat toplum bazında cemaat olarak sorgulayıp özeleştiri yapabilmemizdir.
29/d:"Mümin, tıpkı filiz veren bir tohuma benzer ki, bu minicik filiz zamanla güçlenir, serpilir ve kökü üzerinde dimdik ayağa kalkar. Öyle ki, kendisini yetiştiren çiftçileri hayran bırakır. İşte Allah, her devirde böyle Müminler yetiştirecektir ki, onlar sayesinde, mazlumlara kan kusturan inkârcıları çileden çıkarsın ve zulmün saltanatını, onların eliyle alaşağı etsin!"
Şimdi soruyorum İslam’ın yükselişi için kimisi filiz olma derdindeyken kimiside İslam’a engel olmak için odun olmak derdinde ateşe. Hal böyleyken “acaba ben de bir filiz olabildim mi?” kaygısı taşıyor musun Müslüman!
29/e:"İşte bu yetişmekte olan taptaze filizler var ya; Allah, onlar arasından Kur’an’a yürekten inanan ve bu imana yaraşır güzel ve yararlı davranışlar gösterenlere, kendi katından bir bağışlama ve muhteşem bir ödül vaat etmiştir."
İşte son olarak ise Yüce Rabbimiz hem kurtuluş hem de büyük mükâfata nail olabilmek adına yine Kur’an’ından ve ihtiva ettiği emir ve yasaklarına gereği gibi boyun eğmekten bahsediyor. Peki, Kur’an’la aramız nasıl? Okuyoruz ama dinliyor muyuz? Okuyoruz ama gereğini yerine getiriyor muyuz? Okuyoruz ama tebliğ ediyor muyuz? Okuyoruz ama beğenmiyor muyuz? Hem beğenmemekle kalmayıp beğenmediğimiz yerleri Resul’ün ağzından geldiği iddia edilen Kur’an’a muğayyer rivayetlere sarılıp Kur’an’ı ikinci plana indirgemek sureti ile değiştirmeye, hükmünü yok etmeye mi çalışıyoruz? Okuyoruz ancak işimize gelmeyen yerleri tevil mi ediyoruz?
İşte bütün bu sorularla insan kendisini sorgulamalı ve Allah'ın (Azimuş-şan) kendisinden istediği karaktere sahip olabilme mücadelesini (en azından kendi ileri menfaatleri adına) vermelidir. Selam ve dua ile.