Ahmet ÖRS
HANGİ 25 YIL
Kürt meselesinin çözümü sadedinde başbakan “Eğer 25 yıl önce bu adımlar atılsaydı bu kadar acı yaşanmazdı.” demiş. Elbette kısmen haklılık payı var. “En azından 25 yıl önce” demesi sanırız daha mantıklı olacaktı.
Ama ne yazık ki 25 yıl olarak başbakan tarafından telaffuz edilen süreç fevkalade yanıltıcıdır. Zaten “açılım” türlü mahcubiyet ve yanlışlarla kör topal ilerliyor. Bir yandan da yaşanılan ülke faşizan baskıların yoğun bir şekilde gerçekleştiği Türkiye olunca korkuları, cesaretsizlikleri anlayabiliyoruz.
Ülkenin, insanların ve tarihin sırtında ağır bir yük, ağır bir vebal olarak Kürt sorununa 25 yıllık bir süreç biçmek bu vebali katmerleştirmekten başka bir şeye yaramayacaktır. Küçük ölçü asla normal bedene uymaz, dikişler patlar, verilen emekler de ziyan olup gider. 25 yıl derken başbakan, faşizan karakterinden korkup sakınmıştır muhtemelen, belki de inanarak söylemiştir ama vicdanlı, namuslu entelektüeller, az buçuk okuyup yazmış insanlar bu ifadeyi meşrulaştıramazlar.
Türk tarih tezi üzerinden kurgulanan resmi ideolojinin evveliyatı açıktır ki 25 yılla sınırlandırılamaz. 25 yıllık dönem sadece resmi ideolojiyi tahkim etmek üzere yapılan 12 Eylül askeri darbesi için dillendirilebilir. Halka ve tarihe yapılan asıl darbenin kökenleri daha eskidir.
“Kürt ve başkaları yoktur ama eğer varlarsa vazifeleri sadece ve sadece asil Türk ulusuna hizmetkârlıktır!” felsefesini açıkça ilan eden ulusalcı faşistler 25 yıl önce ortaya çıkmadılar. Bundan çok uzun zaman önce Osmanlı modernleşmesinin bir ürünü olarak devşirildiler. Ulus devlet furyasında cumhuriyetin banileri olurlarken kurgusal hayaletleri Anadolu’daki halklara acı ve nefretten başka bir şey getirmedi. Şimdi onların ektiği tohumların her tarafı kaplayan zehirli dikenlerini tam olarak temizlemeye kimsenin gücü yetmiyor.
Necip Fazıl “Tohum saç, bitmezse toprak utansın!” derken güzel şeylere karşılık veremeyen tarihten, toplumdan bahsetmişti ama fitnenin, nefretin tohumlarının bizzat kendisinden toprak, insanlık ve tarih utanç içinde kalmıştır. Bu kadar nefretin 25 yılda oluşabilmesi mümkün müdür? 25 yıllık yakıcı tecrübeler sadece uzun nefret süreçlerinin neticesi olarak değerlendirilebilir.
25 yılın acılarıyla hesaplaşabilmek önemli bir adımdır elbette. Sivil toplumun, acıları yüreğinde katmerleştirerek yaşamış halkın bu adımları daha cesur bir şekilde çoktan atması gerekirdi. Şimdi gecikmiş olsa da siyasi iradenin belli belirsiz araladığı kapıdan girebilecek cesur adımlara ihtiyacımız var. Dernekler, vakıflar, sendikalar, meydanlar acil olarak insanları hakikatle yüzleşmeye davet etmek sorumluluğundadırlar. Halktan da evvel başbakana “Hangi 25 yıl sayın başbakan, bu acılar, kin ve nefretler ne zaman ki resmi ideoloji ete kemiğe bürünmüş, uydurma tarih tezleri ne zaman ki bilimsellik safsatasıyla akademilere ve halka dayatılmış işte o zaman başlamıştır. Bir iyilik yapacaksanız başlangıç tarihinizi iyi tespit etmelisiniz. Görüyoruz ki etrafınızda birçok tarihçi var, sosyolog var!” diye seslenmelidir.
Hakikati söylemekten korka korka ehlileştirilen halkın bırakalım haklarını haykırmayı, adını bile özgüvenle söyleme yeteneğini kaybetmiş olduğu bir toplumsallıktan çıkması zaman alabilir. Ama bu zaman zarfı onurlu, vicdanlı kişi ve yapılanmaların hakikate öncülük yapabilmeleri için de tarihi bir fırsat sunmaktadır.