Ahmet ÖRS

11 Ekim 2009

HAREKETE GEÇME VAKTİ - I

Farklı etkenler siyaseti tarihiyle hesaplaşma noktasına getirdi. AB süreci, Ilımlı İslam politikaları, küresel dayatmalar ya da her neyse, birçok sebeple sistemin tarihiyle, iddia ve inatlarıyla karşı karşıya geldiğini görüyoruz.

Bu karşı karşıya gelişin mimarı tek bir kişi ya da süreç değildir: Muhalif bir tarih kitabının yazarı, yapılan bir basın açıklaması, silahlı tepkiler, bilgi çağının karşı konulamaz tabu yıkıcılığı gibi çok fazla özne bir araya gelerek bu sonucun oluşmasına az çok katkı sağlamıştır.

Türkiye’nin kuruluşu büyük bir trajedi üzerine gerçekleşmiştir. Yüzyıllar süren bir egemenliğin ardından Osmanoğullarının çürümüş bir ağacın hazin devrilişine benzeyen egemenlik kaybı üzerinden tamamen bir batılılaşma / modernleşme / uluslaşma projesi olarak kurulmuştur cumhuriyet. Tabi kerameti kendinden menkul bir cumhuriyettir. Cumhuruyla arası hoş olmayan, onun değerlerini benimsemek değil onları dönüştürmek amacına odaklanmış bir cumhuriyettir yeni yapı. 

Asırlar boyunca her türlü tahrifata rağmen egemen kimliğin İslam olduğu; Selçuklu - Beylikler - Osmanlı çizgisinde iktidara alışan geleneksel İslami toplumsal yapı batılı aydın, asker ve siyasetçilerin iktidarı ele geçirdiği cumhuriyet sürecinde hiçbir muhalefet tecrübesine sahip olamamanın ezikliği ve şaşkınlığı ile tabir yerindeyse ortada kaldı.

Bu tecrübesizlik ve şaşkınlık, problemli bir İslam anlayışıyla da birleşince geleneksel çevreleri iyiden iyiye sağ siyasetin utangaç ve merkezi kutsayan politikalarının kucağına attı. İslami çevrelerin, Menderes döneminin ezan serbestiyeti ile başlayan sağ politikalarını en üst düzeyde sahiplenen siyasi anlayışı her şeye rağmen sistemle bazı alanlarda hesaplaşabilmenin ilk tecrübeleri olarak kabul edilebilirken aynı zamanda ister istemez sistem içinde kendine yer bulma refleksi olarak da okunabilir.

Kanlı bıçaklı olsalar da Osmanlı’dan cumhuriyete tevarüs eden egemen anlayışlar doğrultusunda siyasal yapıya muhalefet şedid bir karşılıkla mukabele gördüğünden sindirme çabaları hız kesmemiş ve halk üzerindeki periyodik darbe ve cezalandırmalar İstiklal Mahkemelerinden 27 Nisan e-muhtıralarına kadar sürdürülmüştür. Elbette bu kadar yoğun bir baskı ortamı halkın muhalefet arzusunu kökten etkileyecektir.

Korkunun egemen olduğu Müslüman kitlenin tabi öncelikle Allah’a olan sorumluluklarını öncelemesi beklenirdi ama bu ne yazık ki mümkün olmadı. Sol siyasetin yetmişli yıllarda küresel gelişmelerden ülkeye yansıyan mücadeleci boyutu, Seyyid Kutubların anlayışlarının yaygınlaşması, İran devriminin etkisi, Afgan cihadı derken tevhide uyanan Müslümanların cesaret iklimini oluşturması hemen birçok şeyin değiştiği yeni bir dönemi haber vermiş oldu.

İşte o dönemin ete kemiğe büründüğü bir vasatın oluştuğunu herkesin gözlemleyebileceği bir zaman diliminde bulunuyoruz. Kürt sorunu temelinde yaşanan açılım sürecinin egemen paradigmayı artık dikiş tutmaz derecede yıprattığına tanık olan muhalif çevreler, İslami taleplerin evvelen zalimlerle geçmişin hesabını görecek bir sırayla ortaya çıkışını usul usul görmekte, daha büyüğünü ise beklemektedir.

Osmanlı iktidar geçmişinden dolayı muhalefeti beceremeyen muhafazakâr anlayış ve siyasetler her ne kadar eskiye oranla önemli bir aşama kaydederek siyasi taleplerini çekingen ve kimlik saklayıcı beyanlarla dillendirmeye başlamış olsalar da hakiki manasıyla dişe dokunur taleplerde ısrarcı olamıyorlar. Dış etkenlerin sağladığı huzur ve güven ortamında(!) bile çekingen bir şekilde ve geleceği düşünerek temkinlerle hareket edenlerin kendilerinden emin olamayan tavırları hayret ve üzüntü vericidir.

Ezilmişliğin izlerini, korkunun oluşturduğu onulmaz travmaları rahatlıkla gözlemleyebileceğimiz bu tablo son derece ibretliktir. Zulmün her aşamasında farklı biçimlerde muhalefeti kulluğun bir gereği olarak düşünmesi gerekenlerin bu tarafsız duruşu tarihe geçecek ve inisiyatif alamamaları kaçırdıkları tarihi fırsatlar nedeniyle belki de kınanarak anılacaktır. 

Sığınmacı siyasetlerin utangaçlığı çok fazla taşındı. Kur’an’dan beslenerek artık bağımsız bir kimlikle yaşadığımız zulümlerin hesabını sorma vaktinde olduğumuzu görerek başımızı kaldıralım. Sendikalarla, derneklerle, her türlü sivil organizasyonlarla zalimlerden arındırılmış adil bir dünya için harekete geçelim.

(Gelecek yazıda da pratikler üzerinden gideceğiz inşallah.)