Ahmet ÖRS
HAREKETE GEÇME VAKTİ-II
“Halksız Müslümanlık” olarak tanımlanabilecek radikal fıkıhçılık terk edilmek zorundadır. İslam hayata gelmiş bir dindir. Hayattan kopuk, yeryüzüne doğru akmayan bir İslam anlayışı Allah’ın muradı değildir. Vahyin hayatı kuşatan, insanları ve toplumları çözümlere doğru götüren karakteri hikmetten uzak, sığ tevhid-şirk tartışmalarına feda edilmemelidir.
Müslümanlar Türkiye tarihi boyunca büyük baskılara ve hak gasplarına maruz kaldılar. Bilinçaltlarında bu baskı ve korkunun derin izleri rahatça görülmektedir. Başka siyasi güçlerin açtığı gedikler bugün fazlasıyla büyüdü ve farklı toplumsal kesimlerdeki özgüven bunalımının bir nebze de olsa da geri çekilmesine vesile oldu. Bu gediklerden, devrimci duruşuyla öne çıkan İslami yapılanmaların nisbî tecrübeleriyle siyasete doğru emin bir yürüyüş gerçekleştirilmelidir.
İstiklal mahkemelerinin ve Osmanlı sonrası icraatların en büyük mağduru olarak Müslümanlar sürecin hesabını sormalıdır. Tarihi hakikatlerin ortaya çıkarılmasıyla bugünkü baskıların kökenleri sistematik bir tahlile tabi tutulacak, kitlelerin de siyasallaşıp İslami kimliklerinin gereği olan haklarını savunmaları için uygun ortamlar yeşerecektir. Bu sebeple tarihi alanda yapılacak çalışma ve yayınlara her zamankinden daha fazla ihtiyaç duymaktayız. Tarih bir toplumun inşa edildiği çerçevenin fotoğrafını çekmektedir. Bu fotoğrafı çekemezsek zulmün ve adaletin mücadele tarihini veremez, dolayısı ile de sahih bir kimlik üretemeyiz.
Bugün yaşanan ve en çok Kürt meselesi üzerinden somutlaştırılan açılım çalışmalarının temelinde tarihin kayıt alanına giren süreçler, zulümler yatmaktadır. Kemalist tahribatın had safhada yaşandığı bir alan olarak Kürt meselesi turnusol kâğıdı mesabesinde bir role sahiptir. Hiçbir toplumsal problem yekdiğerinden bağımsız değildir. Kürtler inkâr politikalarına kurban edilirken diğer toplumsal kesimler, Kürtleri de içine alan Müslümanlar bundan ayrı tutulamaz. Sahih İslami kimliklerin inşasının yanında cumhuriyet sürecinin tahrip ettiği İslami kimlik, halkın önünde ve zalimler aleyhine açıkça tartışılmalıdır.
Bu meselelerle bağlantılı olarak eğitim alanındaki dayatmaların, tek tipleştirmelerin önüne artık Müslümanlar daha nitelikli ve cesur adımlarla gitmelidir. Bilimsel ve siyasal ayaklarıyla mesele çok boyutlu etkinlik ve yayınlarla bir propaganda mantığı ile ele alınmalı ve sürecin zalimleri 28 Şubattan başlayarak geriye doğru mahkûm edilmelidir.
Eğitimin kitleleri değiştirip dönüştüren işlevselliği onun Müslümanlar için ne kadar hayati bir mesele olduğunun tartışılamaz kanıtıdır. Çocuklarımızı ifsad edici zorunlu eğitim tornasından geçirmekte ısrarcı egemenlere artık karşı koymak, sendika ve dernekler ya da başka araçlarla muhalefet etmek geciktirilemez sorumluluklar olarak değerlendirilmelidir.
Mücadele araçları olarak yukarıdaki alanlarda dinamik bir biçimde kullanılabilecek birçok seçenek mevcuttur. Müslümanların gerek kendilerinden gerekse de başka siyasal hareketlerin tecrübelerinden yararlanacakları önemli imkânları içeren bir geçmiş vardır. Bilimsel çalışmalar olarak sempozyum ve konferanslardan yayınlara kadar, eylem ve mitinglerden sanatsal faaliyetlere kadar geniş bir yelpaze fedakâr adımları bekliyor.
Topyekûn bir hareket, egemen zulmün geriletilmesini ve sağlıklı bir toplumsal bilincin yaygınlaşmasını sağlayacaktır. Toplumsal dönüşümler zamana yayılan çabaların nihayetinde mümkündür. Kulluk vazifesi ise herhangi bir neticeyi dayatmayacak genişliktedir.
Siyasal mücadele alanında dernek ve sendikaların yanı sıra uygun koşulları gözeterek Müslümanlar siyasi parti oluşumlarını da düşünebilmelidir. En nihayetinde legal sistem içi araçlar bahsinde değerlendirilebilecek bir parti imkânı toplumsal bir hareketin elini güçlendirecek, propaganda ve siyaset üretme potansiyelini artıracaktır.
Hâsılı, büyük bir statüko geçmişinden sonra yaşanan yine büyük siyasal ve toplumsal dönüşümlerin eşiğinde, her ne niyetle olursa olsun kırılan paradigma sürecinde inisiyatif mücadelesinde avantajlı konuma geçme mecburiyetimiz vardır.
Hadi bakalım…