Süleyman DİLMEN
HASTANE ANILARIM
Kütahya’da hastanede kaldığım 15 gün içinde birçok kayda değer hatıram oldu. Bu hastanede çok şey öğrendim ve öğretmeye azmettim çok şükür. “İki günü bir olan ziyandadır” hadisinin muhatabı olmama azmini doyasıya yaşadığım hayatımın en önemli ikinci dönemi (birincisi umreydi) olan hastane günlerimi özetlemeye geçmeden evvel bir giriş yapmak istiyorum. Birçok hasta hastaneye yatmadan evvel endişelerle doludur. Yine çoğunun endişeleri ilk günler devam eder. Ama günler geçtikçe bu kaygı birçoğu için azalır ve kaybolur. Hatta yeni ufuklar ve pencereler açılır hayata bakışlarında. Demek ki her şer sandığımız hususun altında birçok hayır varmış. Kuranı Kerim birçok yerde insanın cahil ve gerçeği görmezden gelme özelliğinin[1] olduğunu, tüm yönleriyle Hakikati algılamada sınırlı yaratıldığını vurguluyordu. Yine Hayat Rehberi Kitabımız aklını kullananların ve gerçeği bulmada tefekkürü ve iyiliği elinden bırakmayanları yüce manevi hazlara nail olacağını vurgular. Zaten iyilik, aydınlık[2] ve sıcaklık asıl olan kavramlardır. Fizik Bilgini Einstein’ın dediği gibi Allah kötülüğü yaratmamıştır. Kötülük, iyiliğin yokluğu halidir. Zulümat olan karanlıklar da Nur olan aydınlığın yokluğu halidir. Nur aynı zamanda Sevgili Kitabımızın isimlerindendir. İnsan Nur’u (Kitabını) göz ardı ederse Zulümata (karanlıklara) maruz kalır. [3] Özetle fen kanunlarının da doğruladığı bir hakikat şöyledir. Kötülük, karanlıklar ve sıcaklık gibi kavramlar bizatihi var değildirler ve zıtlarıyla bilinirler. [4]DAVETİN ÖNEMİ (Rabbinin nimetini durmaksızın anlat –Duha11-)
İlk gün doktorum için getirdiğim ‘Pasif İyiden Aktif İyiye’[5] kitabını hemşireye ise Kur’andan Mesajlar kartelâsını hediye ettim. Genel olarak kitap hediye ettiğimde ya da emanet binciyle verdiğimde ‘Ben bu kitabı okurken çok etkilendim ve başkalarının da okumasını istedim, kabul ederseniz bunu sizin için getirdim, okumak isterseniz bir iki gün sizde kalabilir gibi sözler söylerim. Bunu ilk olarak Kur’anda geçen ‘Kendinizi ve ailenizi yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun’, ‘Kuran ulaştığı herkesi uyarman için gönderildi.’ Gibi ayetler doğrultusunda yaklaşık on sene önce davet üzerine okuduğum kitaplardan ‘yürek devleti’ kitabında geçen peygamberimizin savaş hazırlıkları yapan Hz. Ali’ye “ Yavaş ol ey Ali, vallahi senin elinle bir kimsenin hidayet bulması güneşin üzerine doğduğu her şeyden daha hayırlıdır.” (Buhari, Cihad 4/58, Müslim, F.sahabe 2406) hadisi ve okumak üzerine okuduğum bir kitaptan esinlenerek ve ülkemiz koşullarına uyarlayarak geliştirdim. Kitapta şöyle yazıyordu “Bir Avrupa ülkesinde bankların üzerlerine kitaplar konulur ve içinde bir bilgi notu bulunurmuş: “Ben bu kitabı beğenerek okudum, sen de okur musun.” Bu sayede kitap tekrar başka bir banka bırakılır ve mali yük olmaksızın yüzlerce kişi kitabı okur. Bunu inancımızla ilişkilendirip hayatımıza da uyarladığımızda bir hayrı başlatmış ve birçok kişinin bilinçli iman inşasına katkı sağlamış ve dünyanın en mutlu insanı olmaya aday olmuş oluruz.
HAL TEBLİĞİ
Tabi bizi Kuran sürekli hal tebliğine yönlendiriyor. Hz. Ebu Hanife’nin imanı tarif ettiği gibi iman, marifet, tasdik, ikrar ve ameldir. Yani inandığın şeyin hikmetiyle bilgisine sahip olmak, bildiğini kalben onaylamak, onayladığını gerektiğinde dil ile ifade etmek ve hayatının her alanına davranışlarınla uyarlandır. Biz öyle bir halde olmalıydık ki farkımız belli olsun. Görüldüğümüzde Allah’ı hatırlatanlardan olalım. En güzeli örnekleyelim yaşantımızla. İlk günler önce oda arkadaşlarımla tanıştım. Daha sonra yavaş yavaş hastanenin temizlik, yemek vb. personeli, hemşiresi ve diğer sağlık memurlarıyla tanıştım. Yine özellikle çok yaşlı olan ve tekerlekli sandalyede olmak üzere tedaviye giderken tedavi ünitelerindeki[6] diğer hastalarla tanıştım. İlk günler sadece hastalık öykülerini dinledim ve ümitlendirici konuşmalar yaptım ya da dinledim. Hastalar sohbetimden memnun oluyorlardı. Oda oda ziyaret yapmaya başladım zaten hastaların çoğu yaşlıydı ve ziyaretimden, sohbetimden çok memnun kalıyorlardı. Buna çok ihtiyaç olduğunu gördükçe bu hazzın büyümesini istiyordum. Annemin odasını da ziyaret etmiş Sevgili Havva, Miyase ve Latife teyzelerle de tanışmıştım. Annem kısa bir sohbet yapmamı istedi ve hepsi çok memnun kaldı ve her gün olmasını istediler.
İLK KUR’AN HALKASI
Çok şükür ilk sohbet (Kur’an) halkası 3. Gün kuruldu. Her gün akşam yatsı arası Kurandan dersler yapıyorduk. Kurandaki Peygamber ve ibretlik kıssaların manalarını veriyor ve namaz surelerin anlamını çalışıyorduk. Çünkü kimse her gün kırk küsur kez okuduğu Fatiha’nın bile anlamını bilmiyordu maalesef. Yine 5 vakit namazı cemaatle hastanemizin mescidinde kılıyor umredeki heyecanıma benzer bir heyecan yaşıyordum namaz öncesi hazırlık ve cemaate yetişmek için hastane koridorlarında koşan insanlar. Bu gerçekten çok hoş bir manzaraydı. Hastanenin görevli imamı yoktu. Ve Türkiye’de çok sayıda yurdu olan bir cemaatin emekli imamı olduğunu söyleyen Mehmet amca namaz kıldırmak istedi ve o kıldırmaya başladı.
MEŞHUR CEMAATLERİN ÜYESİ OLMAMIŞ OLMAM DIŞLANMA NEDENİM
3. Gün zaten ilk günden beri kendisiyle sohbet ettiğim Mehmet amcaya namazlardan sonra her gün okuduğumuz ‘Amener Rasulu’,’ ‘Huvellahullezi’ gibi ayetlerin manasını da okumasını istedim bir ara odasına gidip... Arapçası olduğunu söylemişti ancak mana vermek istemediğini söyledi. Ben de Arapçasıyla birlikte manasını da okumak istediğimi söyledim o da ‘oku bir tecvidine bakalım’ dedi. Ben ayet ayet hem Arapça hem manasını okudum. Hem hanımlar duyuyordu hem de erkekler… Okuduktan sonra tecvitli okumamda herhangi bir kusur olmadığını söyledi. Namazdan sonra yanıma gelip tanışmak isteyenler oldu. Cemaatin nerdeyse tamamı memnun kalmıştı. Hem oda arkadaşlarım hem de ziyaretlerine gittiklerim bakışlarıyla bunun devam etmesini istediklerini ima ediyorlardı. Açıkçası ben de Kuran’ın ‘Hakka çağırmak, Sabra davet etmek, Batıldan da sakındırmak’ gibi emirleri gereği bunun devamını istiyordum. Tecvidimde herhangi bir sorun olmadığı söyleyen hoca birkaç gün sonra benim namaz kıldırmamı isteyen bir amcaya herkesin önünde ‘olmaz onun ilmi de tecvidi de yok’ diye çıkıştı. Ben de illa kıldırayım diye ısrarcı olmadım ve insanlara güler yüzle selam vermeye devam ettim ama üzüldüm. Bu tatsız hadisenin en önemli nedeni Allah daha iyi bilir aramızda geçen şu olay olabilirdi. Yatsı namazı sonrasında tadili erkân ile ilgili ders yapıyordu, ders sırasında şöyle bir hadise anlattı: Peygamberimiz namaz kılan cemaatten birine ne kadar zamandır namaz kıldığını sormuş. Ve adamın kırk yıldır kıldığını söylemiş, hâşâ peygamberimiz ‘kıldığın namazların hiçbiri kabul olmadı’ demiş. Bu hadisedeki bilgileri tarihi gerçeklere ve peygamberin kuranda bahsedilen merhamet ve davet yöntemine aykırı bulmuştum namazdan sonra odasına gidip konuşmak istedim. O da kabul etti. Peygamberimize 40 yaşında peygamberlikle şereflendiğini ve 80 yaşından evvel vefat ettiğini, insanları nefret ettirmekten çok müjdelediğini, bize kurandaki peygamberleri anlatıp anlatamayacağını sordum. O da bana öfkeyle sen hadis inkarcısı bir vahabisin dedi. Vahabi olduğumu nereden çıkardınız diye sorduğumda onlarda kurana çağırıyorlar dedi. Ben Kuran, Kurana çağırmayı emrediyor dedim. Yazıklar olsun sana dedi. Daha sonra selam dedim ayrıldım. Yine bu olayı büyütmemeye çalıştım ancak benim 2 gün evvel başlattığım akşam namazı sonrası yaklaşık on beş dakika süren namaz surelerinin anlamı dersini dinleyen yaklaşık 30 kişinin 20 si katılmamaya başladı. Bir fitnenin baş gösterdiğinin işaretlerini anlamış Allaha sığınıyordum. Daha sonra o da ben de derslere devam ettik ve namazlarda okuduğumuz yaklaşık on surenin anlamını ve 3-4 peygamber kıssasını mescide anlatmak nasip oldu. Ve Fitne büyümesin diye o derslerime katılmadığı halde ben onun düzenlediği derse katılıyordum.
HASTANEYE ATANAN GÖREVLİ İMAM
Taburcu olmamıza bir hafta kala hastaneye yeni atanan gür sesli görevini seve seve yapmaya çalışan genç imam namaz kıldırdı. Yanına giderek tanıştım ve yaptığım derslerden bahsettim, kendisine devam etmesi konusunda ricada bulundum. O da siz devam edin biz de sizin ilminizden istifade edelim dedi. Sağ olsun memnun kaldığını ve derslere devam edebileceğimi söyledi. Bu ilgisi beni memnun etmişti. O günlerde hastaların ve hastane görevlilerin çoğuyla tanışmış, onlara kitap ve kartela yetiştiremez olmuştum. Doktordan ihtiyaç izni alarak şehir merkezinde bulunan müftülüğün kitapevine gittim ve kitaplar aldım ve çok şükür emanet bilinciyle daha fazla dolaşmasını sağladım.
Genç imam birkaç gün sonra hasta ziyareti yapmamızı istedi birlikte ben de kabul ettim. Hasta ziyaretleri sırasında iki amca Avrupa’da hastanede yatarken papazların düzenli ziyaret ettiklerini, kısa bir vaaz ve dua ile hal hatır sorduklarını söylemişti. Bundan kendisi de biz de çok etkilendik. Bu konudaki önemli ihtiyacı hücrelerimize kadar hissetmiş olduk böylece. Hastalarla muhabbetimiz artıkça bana olan güvenleri artmış ve sorular sormaya başlamışlardı. Ben de bildiğim kadarıyla cevaplıyordum bilmediğim için Kurana başvuruyordum onların önünde. Bu hoşlarına gidiyordu özellikle annemlerin odasındaki ders halkası gittikçe genişliyordu. Memnun olanlar başka hanımları da çağırıyor on gün yaptığımız ders son günlerde yaklaşık otuz kişilik katılıma ulaşmıştı. Yatakların üzerinde oturan bu kadınların çoğu yaşlıydı ve hepsinin rahatsızlıkları söz konusuydu. Yine de peygamberleri ve Kurandaki dersleri öğrenmek için can atıyorlardı. Gelenlerden biri 70 yaşında tekerlekli sandalyesiyle gelen Fadime Teyzeydi. Hastane insanların gerçekten en çok etkilenebileceği yer ve gerçekten bazılarının hiç sohbet ortamı görmemiş olmaları söz konusu.
YAŞLILARIN VE ÇOCUKLARIN MADDİ MANEVİ İHTİYAÇLARI
Yaşlılara temel ihtiyaçları konusunda yardım etmek, cami giriş çıkışlarında onlara ve tekerlekli sandalyelilere yardım etmek, dualarını almak gönüllü olan, az da olsa hastalara vakit ayırabilen herkese ısrarla tavsiyemdir. Bu haz tarif edilemez.
Çocukları da düşünmüştüm hastaneye gitmeden evvel masal kitabı ve balonlar götürmüştüm. Okul öncesi çağındaki engelli çocuklar özellikle ilgi alanıma giriyordu. Onlarla oyunlar oynuyor, okşuyor ve balonlar hediye ediyordum. Ama bunu gönüllü yapıyor olmam insanları nadiren ve hafif bir düzeyde de olsa endişelendirebiliyordu. Ne kadar yazık ki bu konuda pek örnek davranış gösterecek gönüllü hayırseverler görememişler, göremiyorlar. Okul öncesi öğretmenlerinin bilhassa Fizik Tedavi Hastanelerinde staj yapmalarına imkan doğar temennisi içerisindeyim. Yine her zaman gönüllülüğün yayılarak artmasını niyaz ediyorum bu konuda. Azra, Mahmut ve Ümmügülsüm isimli hasta çocuklardan da kısaca bahsetmek istiyorum. Azra 6 yaşında ve hem annesi hem de kendisi engelli. Zorlanarak yürüyebiliyorlar ama denge mekanizmaları zayıf. Azra’nın hastalığının ilerlememesi için düşmemesi gerekiyor ancak Azra ile çok kez hastane koridorlarında döne döne koştuk. Çok şükür düşmedi. Annesi bu konuda çok kaygılıydı aynı ünitede tedavi görüyorduk ve bir gün annesi tedavi görürken Azra yerinde duramıyordu onun yaşındaki her temiz güzel çocuk gibi. Ben de kolumdaki havluyla Azra’nın peşinden koşmuştum kolumdaki ilaçlı havluyla annesine endişelenmeyin ben onunla ilgilenirim diyerek… O gün Azra ile çok eğlendik ve inşallah annesinin duasını aldık, gülüşünü unutamıyorum sevgili Azra’nın. Annesine ara sıra çocuk eğitiminde kaygı ve çocukların bilişsel ve ruhsal gelişimi hakkında bilgi veriyordum. Annesi çok açık bir hanımdı ancak dini konulara merak salmaya başlamıştı. Dağıttığım kartelalar onun da ilgisini çekmiş ve üst üste birkaç tane okumuştu. Yine Azra’yı ne zaman görsem izin almadan onunla oynuyordum. Çünkü annesi rahatsızdı ve Azra’yı alıp odama götürmemden bile rahatsız olmuyordu.
Diğer örneğimiz Mahmut’tu. Mahmut doğuştan yürüme engelliydi. 11 yaşındaydı. 6. Sınıfa geçmişti. Çok güzel gülümsüyordu. Ona dayısı bakıyordu. Dayısı Burdur’dan bir tüccardı. 2. Kez 21 gün boyunca yeğenine bakıyordu. Bu durumdan çok etkilenmiştim. Ticareti düşünmeyip asta olmadığın halde yeğenine bu kadar bakabiliyordun gerçekten bunu herkes yapamaz diyordum. O da Annesi rahatsız babası da vefat etmiş ben bakmazsam kim bakacak diyordu. Mahmut ve Ümmgülsüm onlardan erken taburcu olacağımı kabullenemediler ve çok üzüldüler. Sadece gözlerinin içine bakarak hal hatır soruyorsun. İyileşeceklerine dair motive edici sözler söylüyorsun. Allahın rahmet kaynağı olduğunu ve ümidin önemli bir güç olduğunu söylüyorsun. Belki bir iki kitap veriyorsun ellerine ya da sen okuyorsun. Yanaklarından öpüyorsun, sandalyesiyle gezdiriyorsun. Dünyalar onun oluyor.
BANA KUR’AN ÖĞRETİR MİSİNİZ?
Ümmgülsüm isimli hasta kızımız da hem aksayarak yürüyor. Hem de kol ve bacaklarında hareket kısıtlılığı vardı. 11 yaşındaydı. Onu ilk başta herkes yemek servisi yapan görevli personelin kızı sanıyordu. Ben de öyle sanmıştım. Çünkü Ümmügülsüm yemek dağıtılırken hep onunla gezerdi. Her görüşümde biraz ilgi gösterirdim o da naz yapardı. Bir gün kolay gelsin demiştim, o da kolaysa başına gelsin demişti. İşte ondan sonra Ümmügülsüm’le daha uzun sohbet ettik. Ona da dua ayetleri ve manaları kartelâsını vermiştim. Günler geçiyorken bir gün namaz çıkışında beni beklediğini fark ettim. Utana sıkıla ‘sizden bir şey isteyebilir miyim?’ diye sordu. Ben de tabii ki Ümmügülsüm dedim. ‘Ben Kur’an öğrenmek istiyorum’ dedi. Ben de o kadar çok sevindim ki ‘Maşallah o halde hemen başlayalım mı? Diye sordum. O zaten dünden razıydı. Onun gibi utangaç birinin böyle bir girişimde bulunması güvenilirlikle ilgili idi ki bu haz anlatılmaz gerçekten. Çünkü Kurandaki iman esaslarının aksine batı kafası bize de ‘babana bile güvenme’ safsatasını yutturmaya çalışıyor. Hemen mecsidte Elif Ba aradım. ‘Allah’ım inşallah vardır’ diye içimden dua da ediyordum. Onlarca risale kitapçıkları ve hakikat yayınlarının hurafelerinin olduğu kitaplıkta bir adet meal yoktu. Ancak zor bela bir tane Elif Ba buldum ve hemen derslere başladık. Akşam namazı yakınken bıraktık. İlk dersimiz sohbet ağırlıklıydı buna çok ihtiyacı vardı. Annesi zihinsel engelli, babası ise çok yaşlıydı. Annesiyle birlikte hastanede kalıyor. Ancak gece yarısına kadar odasına gitmiyordu. Ona bu konuda da ibretlik kıssalar anlatmalıydım. Çok şükür sonraki günde 3 kez ders yaptık. Gündüz dinlenmemi bile istemiyordu. Ben de rahatsızlıklarımdan ve tedavinin verdiği rehavetten ve günde üçe çıkan düzenlediğim sohbetlerden ötürü bir saat uyumak istiyordum. İkinci gün ısrarla telefonumu istedi dört gün sonra taburcu olacağımı öğrenince çok üzülerek. Ben de iyi kuran öğrenirsen veririm demiştim. Derslere devam ederken bir gün acil ünitesinde çalışıyorken kardeşini arı sokmuş köylü bir kızın da Ümmügülsüm yaşlarında olduğunu fak ettim. O da ilgiyle ne yaptığımıza bakıyordu. Tanıştırdım onlar ve ona da Kur’an bilip bilmediğini sordum. O da bize katıldı. O gün hem çocuklar için hem de benim için çok heyecan vericiydi. Tabi Allah’ın bu güzel sözlerinin manalarının da çok güzel ve öğrenmenin önemi üzerine de konuştum.
Sonraki sabah Fizik teknikeri Rıdvan Bey’e namaz sureleri ve manaları kartelâsını ben okudum çok faydalandım siz de namazda okuduğumuz surelerin anlamını öğrenmek ister misiniz diye sorunca çok memnun kaldı ve babam da imamdır bana küçükken manalarıyla birlikte öğretmişti ama unuttum beni çok sevindirdiniz. Çok önemli görev üstlenmişsiniz. Kur’anda dualar kartelâsını da istiyorum dedi. Ben de dua kartelâsı olan personele okuduktan sonra Rıdvan Bey’e vermesini rica ettim. O da o gün vermiş. Çok güzel bir dayanışma oldu.
DİYANET İLE İLİŞKİNİZ NEDİR?
Hemşire Ayşe Hanım, bir temizlik personeli bir de aşçı ile olan diyaloglarımız da gerçekten çok önemliydi. Ayşe Hanım ve birkaç hemşire daha tüm kartelaları okumak istiyordu. Ayşe Hanım bir gün bana sizin diyanetle herhangi bir bağınız var mı diye sormuştu. Ben de Diyanet görevlisi değilim ama sadece dinimi seviyorum diye cevap vermiştim. Bu cevaptan çok etkilenmiş görünen hemşire Maşallah dedi gülümseyerek. Bir temizlik personeli de kendisine Allah kolaylık versin demem üzerine Allah razı olsun dedi içtenlikle. Ben de Allah sizden de razı olsun deyince Allah size de şifa versin dedi. Karşılıklı dualaşmanın ardından kendisine kartelalardan üç tane getirdim ve ilgiyle okuduğunu söyledi sonraki gün. Diğeri de aşçıydı. O da işini çok güzel yapmaya çalışan güler yüzlü bir personeldi son gün yemeği verdiğinde ben de ona Ahmed Hamdi Akseki’nin namaz sureleri tefsirini verdim. O kadar çok sevindi ki anlatamam. Kızımla birlikte okuyacağım çok mutlu oldum gerçekten bu hediyeden ötürü dedi.
YASİN KARDEŞİM VE AÇIK HAVA SOHBETİ
Üzerine duvar düştüğü için kollarını ve bacaklarını kullanamayan ve yanında anne ve babası refakatçi olarak kalan tekerlekli sandalyeli imam hatip mezunu Yasin kardeşimiz ilk tanıştığımızda kartela okumak istememiş –belki ücretli olduğunu düşünmüş olabilir- ancak herhangi bir ücret talep etmediğimi ve Kurandaki mesajların onlara manevi destek olacağını söylemem üzerine başta annesinin okuyacağını söylemiş sonra annesiyle birlikte her gün okuyor ve fizik tedavi ünitelerinde her sabah yenileriyle değiştirmeye başlamıştı tedavide buluştuğumuzda. Babasıyla da sürekli selamlaşmamıza mesajlar vermeye çalışmamıza rağmen pek başarılı olamıyorduk ilk başlarda çünkü bir ön yargısı var gibiydi dini mevzulara. Bu konuda Yasin de çok ısrarcı oluyordu bana ne olur babama da anlatın der gibiydi. Bir gün hastanenin bahçesinde bana el salladı ve yanlarına gitmemi ister gibiydi. Ben de gittim, Süleyman ağabey bana anne ve babama Kur’anda sabırdan bahseder misin uzun süren bu tedavide öncellikle anne babam olmak üzere hepimiz yıprandık. Kuranda sabır ifadesi önceki günlerde yürüttüğüm tedrici davet çalışmasının ürünüydü hüsnü zannıyla çok mutlu olmuştum ve ezberimden anlatırım ama elimde Kuran olması daha iyi olur ben bir koşu kuran alıp geleyim dedim orada bulunanlar da dinlemek ister gibiydi. Ben odama gitmeden evvel hastanenin acil girişi önünde Yasin ve ailesiyle birlikte 5-6 kişi vardı, üç dakika sonra döndüğümde ise 10-12 kişi olmuşlardı. Ben de sabah namazında genç Ali Osman hocamızın okuduğu ayetlerin meallerini mescitteki derste okumak için hazırlanmıştım. Ezana 30 dakika kalmıştı ve 20 dakikada Kur’an dersimizi dinleyen kişi sayısı beşi erkek olmak üzere yirmiyi bulmuştu. Çok memnun oldukları gözlerinden okunuyordu. Tekrar ne zaman ders olacak der gibiydiler. Hatta bir hanım kardeşimiz yarın da ders yapalım mı diye sordu. Ben de olabilir, niye olmasın? Hatta açık hava konseri oluyor da açık hava sohbeti niye olmasın diye sordum o an doğaçlama aklıma gelen açık hava sohbeti ifadesini kullanarak. Sonraki gün akşam yemeğinden sonra buluşmak üzere Fatiha dedik. O gün ben açık havada ders yaparken cemaatten yaklaşık on kişi hocanın yanına giderek ben şikâyet ve tehdit etmiş gıyabımda. Hiçbir şeyden habersiz olarak namazı kıldım ve namaz sonrası ders yapmayı düşünürken Ali Hocamız beni yanına çağırdı ve senle biraz konuşmamız lazım dedi. Ben de arkadaşlarımla sözleştim düzenli ders yapıyoruz şimdi ders yapmak istiyorum yatsı sonrası konuşsak olur mu diye sordum. Ancak o ayakta benle biraz daha konuştu ve mescitte onla konuştuğumu gören bazı cemaat ders olmayacak düşüncesi ile mescitten ayrıldı. Hala çok üzülürüm o gün bazı kardeşlerimin namaz sureleri ve anlamı dersimizi dinleyememiş olmalarından ötürü bazı fitnecilerden ötürü. Ama yine de imamı daha önce bu konuda müsaadenizi almıştım dersi şimdi yapmak istiyorum diyerek ikna ettim ve dersi işledim heyecanla. Ders sonrasında aklıma gelen Hz. Aişe annemize atılan iftira olayından ötürü “ Bu bir fitnedir demeniz gerekmez miydi” ayetini hatırlattım kardeşlerime. Daha sonra yatsı vakti Ali hocamız ve derslerin müdavimi olan sevgili 37 yıllık öğretmen ağabeyim Numan Hocam ile bir saatten fazla istişare ettik. Çıkan fitnenin kaynağı olarak birçok adres Emekli İmamı gösteriyordu ancak ben yine de hiç kin gütmedim kendisine ve ama o ısrarla sürdürünce havale ettim sonunda Allah’a. Ali hoca son fitnenin ve tehdidin şu şekilde olduğunu söyledi: Gelen grup Süleyman Hoca kadınları başına toplamış sen ne yapacaksan yap yoksa biz ne yapacağımızı biliriz. Bunu duyunca Fe Subhanallah dedim. Kimseden korkum yok çok şükür gelenlerin çoğunun kadın olması onların daha fazla ihtiyaç sahibi olduğunu gösterir zaten 2-3 tanesi hariç 50-60 yaş üstü idi hepsi. Başta tutanak tutmaktan bahseden hoca sonunda niyetimi ve yaptıklarımı öğrencince sırtımı sıvazlayarak istediğin yerde istediğin zaman ders yapabilirsin dedi çok şükür.
Yasin’le samimiyetimiz arttıkça Onu gezdirmemi istemeye başlamıştı. Ben de bedava gezdirmem seni mescide de götürürüm diye latife de yapmıştım. O da heyecanla nasıl abdest alacağım diye sormuştu. Ben de ben sana aldırırım deyince hem hayret etmiş hem de çok memnun olmuştu. Mescide her gün giden annesi Yasin’in yaralı el ve ayaklarını yıkadığımı görünce memnuniyetle izlemişti. Ben bu şekilde abdest aldıracağımızı bilmiyorum demiş ve çok teşekkür etmişti.
Açık hava sohbetini yaptığımın ertesi günü engelli bir erkek dışında bekleyenlerin hepsi kadındı. Yaklaşık on kişilik üç tane bank ve 4-5 tane de bireysel sandalye vardı. Ayaktakilerin sayısı da dakikalar geçtikçe artıyordu. Ancak hasta insanların ayakta dinlemeleri beni ve oturanları rahatsız ediyordu. Ben de acaba başka nerde ders yapabiliriz diye sordum. Bir hasta ziyaretçi salonu geniş dedi ve hep beraber ziyaretçi salonuna gittik. Son 5 gün orada geniş katılımlı ders yaptık. Derslere niyeyse annesi geliyor ancak Yasin gelmiyordu. Ben de ona çok ısrar ettim bu dersleri sen başlatmış sayılırsın ama seni göremeyince üzülüyorum dedim. Son gün bugün inşallah geleceğim dedi ve ders saatine 5 dakika kala onu salonda gördüm. Ama çok duyguluydu, babam burada yok onun da gelmesini istiyorum dedi. Ses tonu öyle anlamlıydı ki sanki baba gelmezse sen de ders yapma der gibiydi. Ben de inşallah konuşmaya tekrar çalışacağım dedim. Odasına gittim ve davet ettim ama gelmem dedi. Yasin siz yoksunuz diye neredeyse ağlayacak. Lütfen gelin ve beğenmezseniz selametle ayrılın kimsenin size diyecek sözü olmaz dedim. Tamam, geliyorum dedi ve benden iki dakika sonra geldi çok şükür. Yasin’in yüzünde güller açmış gibiydi. Tekerlekli sandalyeli sayısı çok şükür altı yedi tane olmuştu. Onlara hem ayetler okuyor hem de ümitli olmalarına yönelik sözler ediyordum. Tekerlekli sandalyeli Fizik Profesörü Stephen Hawking’in Ümit ve Yaşam adlı sözlerini okumuştum. Bu sözler beni de onları da çok etkilemişti.
İMAM OLMAK HİÇ BU KADAR SUÇ SAYILDI MI?
Taburcu olmamızdan iki gün evvel görevli imam Ali Hoca izin gününü kullandı aynı zamanda emekli hoca da erken taburcu oldu. Kimin imam olacağı düşünülürken kendilerini yazıcılardan olarak tanıtan 73 yaşındaki Şerif amca mescitteki tüm derslerime katılmış biri olarak benim namaz kıldırmamı işaret etti. Yine bana tavır alanların imamlık yapmasını istediği ancak sesi bazı cemaat tarafından pek beğenilmeyen 70 yaşlarındaki Mehmet amca da benim namaz kılmam için işaret etti. Gençler zaten benim kıldırmamı istiyordu. İsmini hatırlamadığım bir hasta Mehmet amca kamet getirdikten sonra bu iş teklif edilir seni hadis inkarcısı nerden çıktı şimdi senin imam olman kimse senin arkanda namaz kılmak istemez dedi yüksek sesle. Ben de sakin bir şekilde zaten teklif edildi, Kametle namaz arasında konuşmak mekruhtur gibi sözler söyledim. O sırada 37 yıllık öğretmen Numan Hoca Allahtan korkun var mı içinizde onun kadar Kur’an’ı bilen alnından öpmeniz lazım her namaz kıldırana bu tepkiyi veriyor musunuz kıldır kardeşim kıldır dedi. Namazdan sonra imamlık şartlarını konuşabiliriz dedim. Allah’a sığınarak namazı kıldırdım ve çok şükür Huvellahullezi ve manasını da okudum. Sonra yapacağımız derse başlamadan önce şimdi imamlık şartlarını konuşabiliriz diyecektim aynı kişi bağırarak sen git sakalını kes. Sakalın sorumluluğu var diye ayakta bağırarak mescitten çıkmak istedi. Lütfen oturur musunuz dediğim halde çıktı onunla birlikte 7-8 kişi daha mescitten çıktı. Bu kişi ilk tanıştığımızda bana Saidi Nursinin hastalar risalesini ödünç vermiş ve ben de okuyup teşekkür etmiştim. Namaz sureleri dersine devam ettim ve on beş dakika sonunda cemaatin sorusu olup olmadığını sordum. Dinleyen yaklaşık on erkek ve on kadın namaz çıkışı teşekkür eder gibiydiler. Ben çıkan fitneden dolayı sürekli Allah’ın yardımına sığınmak istiyor ve öfkemi dualarımla yenmeye çalışıyordum. Aklıma ayetler yazmak geldi Fitnenin katil olmaktan büyük günah olduğunu asla bir hadis inkârcısı olmadığımı benim derslerime katılmadan başkalarının sözlerine bakarak ya da nur cemaatinden olmadığımdan ötürü yargılanamayacağımı anlatmak istedim. Yine cemaat üyelerine yıllarca kamu kurumu içinde açık olma fetvası veren efendileri hazretlerinin kurum dışında başörtü takmalarını yeterli görmesini ve neden Allahın emri olmayan sakal kesme kesmeme konusuna bu kadar takıldığını soran sorular yazdım. Allah’ın adıyla başlayan bu mektubumu kendisine vermek üzere odasına gittim. Bahçede onu gördüm selam verdim zaten her zaman selam veriyordum ama o ve birkaç arkadaşı her zaman bana somurtuyordu hatta selamı almadıkları zaman oluyordu emekli hocanın selam almak farzdır diye cemaate söylediği halde Numan Hocanın selamını kendisi almadığı gibi. Yine somurttu. Siz bağıra bağıra beni karalamaya çalıştınız beni konuşturmadınız. Ben de içinde ayetler olan bu yazıyı sizin için yazdım. Lütfen okur musunuz dedim. Okumam dedi. Elinden risale düşmeyen kişi beni çok üzmüştü kâğıdı kabul etmeyerek. Taburcu olacağız bu kin neden dedim selamun aleykum dedim ayrıldım. Son gün mescitte ders yapmak istemedim.
NEDEN GÜNDE 3 AYRI SOHBET
14 günün 12 sinde günde 2 sohbet son 6 gün ise günde 3 sohbet düzenledim başta hiç böyle niyetim olmadığı halde. Toplam derse katılanların sayısı elliye yakındı. Bunlardan yaklaşık yarısı cami cemaatinin de yarısını oluşturuyordu. Yine sayısı elliye varan kardeşimizin elinde 7-8 kartela dolaştı. Yirmiye yakın camide görmediğim kişi de derslere katılmış hayretle dersleri takip etmişti. Son ders de tekerlekli sandalyeli sayısının iyice artması da çok şükür çok sevindiriciydi. Ben onların ayağına gitmiştim aslında belki hiç sohbet ortamı görmemişlerdi, tedrici davet[7] çok şükür işe yaramıştı. Hasta psikolojisi hakkındaki malumatım da işe yaramıştı. Mustafa İslamoğlu Hocamızın kitabında tarif ettiği Aktif iyiliğin hazzını doyasıya yaşamıştım. Münib Engin Noyan Hocamızın Hakka davet yolunda başına iş gelmiyorsa kendini sorgulamalısın sözü sabrımızı artırmış mücadelemizin mübarek oluşuna delil olmuştu. Birçok vakıa planlama dışında oluyordu. O kadar çok ihtiyaç vardı ki görevi imama yaptıklarımı sürekli anlatıyor benden çok daha donanımlı olarak bunu tüm hasta gruplarına uygulayabileceğini öğütlüyordum. İnsanlar ağlıyordu dinlerken. Dünya meşgalesinin de minimum düzende olması onların manevi ihtiyaçlara yönlendiriyordu.
Ağızları açık keşke birileri bir şeyler anlatsa der gibiydiler.
SON GÜN VE HELALLEŞME
Son gün hemen herkesle helalleştik duygulu anlar yaşandı. Birçok yerden tanıdığımız oldu. İnsanlar adreslerini telefonlarını verdiler oda arkadaşlarım Ali ve Ramazan kardeşlerim, ‘abi tekrar hastaneye yatarsan bize haber ver bizde hastanede yatalım’ diyebiliyorlardı. Gerçekten dolu dolu geçen 15 gün sonunda sabah namazında mescide bağışladığım TDV meali saat on civarında gittiğimde yerinde yoktu. Çok üzülmüştüm Kur’an’ın anlaşılmaması için çaba harcayanlar hala aktifti. Ancak çok şükür şöyle diyenler ya da içlerinden geçirenlerin de sayısı bir hayli fazlaysı. ‘Bizde müftülükten kuran meali alacağız. Allah’ın bize ne demek istediğini anlamaya çalışacağız, kartelalar alıp senin gibi dağıtacağız, çevremize komşumuza ulaşacağız inşallah. Zaman, iyiliği yayma zamanıdır. Zaman, imanı yenileme zamanı[8]. Zaman, bireysel ev Müslümanlığından tabiri caizse sokak Müslümanlığına/ Aktif İyi olmaya geçme zamanıdır.
DİPNOTLAR
[1] Cehulen Kefura
[2] Karanlıkların aksine tekildir
[3] Nur kavramı Kuran’a aittir ve başka ideoloji ya da gruplara hizmet için kullanılmamıştır.
[4] Güneş de yok olmaz ancak kıymetinin bilinmesi ve daha birçok hikmetin tefekkür edilmesi için bulunduğumuz bölgeyi aydınlatmazken başka bir bölgeyi aydınlatmaya devam eder. Yine ölmek de yok olmak değildir, asıl hayat ahirettir.
[5] Mustafa İslamoğlu, Düşün Yayınları
[6] Her gün 3 farklı üniteye tedavi için gidiyordum.
[7] Bu konuda Mehmet Şanver’in Kur’anda Tebliğ ve Eğitim Psikolojisi kitabını Aktif İyi olmak isteyen her kardeşime ısrarla tavsiye ederim.
[8] Elbiseleriniz imanlarınızın eskimesi gibi eskir. İmanlarınızı yenileyiniz.