Süleyman DİLMEN

22 Ağustos 2009

MUHYİDDİN İBN ARABÎ'Yİ TANIMAK

Çok merhametli ve en iyi koruyucu Allah’ın adıyla.

Bu konuyu ele almamın nedeni şüphesiz Kuran’ın akletmeye büyük önem vermesi ve şirkin ne kadar büyük ve affedilemez bir günah olduğunu vurgulamasıdır. Yüce Allah Yusuf suresinde ve daha birçok yerde insanların çoğunun ancak şirk koşarak iman ettiklerini söyler. O halde biz Müslümanlar imanımıza bulaşan şirki temizlemek durumundayız. İşte üzerinde belki yıllarca düşünülmesi gereken bir ayet: “Onların çoğu Allah’a ancak ortak koşarak inanırlar.” (12/ Yusuf 106)

 

Müslümanların en çok korkması gereken şirk türü gizli şirktir. Bu durumu Allah Resulü Hz. Muhammed şöyle ifade eder:

 

“Ümmetim adına en çok korktuğum şey Allah’a şirk koşmaktır. Ancak benim söylediğim, onların Güneş’e, Ay’a, puta tapmaları değildir. Benim korktuğum bu şirk, Allah dışındaki şeylerin hoşnutluğunu gözeterek ameller yapmak ve bir de gizli şehvettir.” (İbn Mâce, zühd, 21)

 

İşte bu yüzden yüzyıllardır ve günümüzde de tarikatların din anlayışlarının temelini oluşturan ve peygamberimizden yaklaşık 200 yıl sonra ortaya çıkan Tasavvuf yolunu sürdüren tarikatçılar ile mutasavvıfların[1] Şeyhül Ekber (en büyük şeyh) olarak tanıdığı İbni Arabi’yi tanımalıyız. Onun sözlerini fazla yoruma girmeden vereceğim. Biliyorum ki herkes benzer manayı çıkaracak. Çünkü çok açık konuşuyor kendileri.

Ø     "O bana hamd eder, ben de O’na hamd ederim. O bana ibadet eder, ben de O’na ibadet ederim. Bir durumda O’nu kabul ederim, ama ayan (eşya)'da onu inkar ederim. O beni bilir, ben O’nu inkar ederim. O’nu bilir ve müşahade ederim..."[2]

Ø     "Delillerimiz sabit olduğu şekilde biz hem O’yuz, hem biziz. Benim varlığımdan onun bir varlığı yoktur. Biz, biz olduğumz gibi, O'yuz da. Benim iki yüzüm vardır. O ve ben. Ama O’nun ben ve benimlesi yoktur. Sadece bende görünüyor. Onun için biz ona bir kab mesabesindeyiz."[3]

Ø     "O, bütün kainattır. O, vücudum vücudu ile kaim olan tektir. Onun için 'besliyor' dedim."[4]

Ø     "İnsan dediğimiz zaman, bil ki biz onun kendisiyiz. İnsan olmak seni perdelemesin. O sana bir delil vermiştir. Hem hak, hem de halk ol, o zaman Allah ile rahman olursun... Biz, ona bizde görünecek şeyi verdik. O da bize verdi. Böylece iş bize ve ona bölündü."[5]

Ø     “Fakihler bu ümmetin firavunlarıdır.”[6]

Ø     “…hissedilen alemden başka varlık yoktur. Buna ise tabiat ya da tanrı demek fark etmez. Nasıl olsa iki ayrı isim de aynı şeyi ifade eder.”[7]

Ø     “Hıristiyanlar ilahlığı sadece İsa ve Annesine hasretmekle yanıldılar…”[8]

Ø     Yaratıkların sıfatları O’nun için hak olduğu gibi, O’nun sıfatları da yaratıklar için haktır."[9]

Ø     "İnsan dediğimiz zaman, bil ki biz onun kendisiyiz. İnsan olmak seni perdelemesin. O sana bir delil vermiştir. Hem hak, hem de halk ol, o zaman Allah ile rahman olursun... Biz, ona bizde görünecek şeyi verdik. O da bize verdi. Böylece iş bize ve ona bölündü."[10]

Ø     Ey nefsinde eşyayı yaratan, Sen yarattıklarını benliğinde topluyorsun. Oluşumu tükenmeyenleri Sen de yaratıyorsun, Sen dar ve genişsin."[11]

             Allah'ın yaratan ve yaratılan olduğunu, zatının bütün yaratıkların zatı olduğunu ve yaratık çeşitlerinden tükenmeyen şeyleri nefsinde yaratmaya devam ettiğini, hak oluşu itibariyle dar, yani vasıflardan soyut, ama türlü, çok ve tükenmeyen yaratıklar oluşu itibariyle de geniş olduğunu söylemektedir.[12]

            O, Kur'an ayetlerini tahrif ederek kafir Hud kavminin sırat-ı müstakim üzere olduklarını, Firavun'un imanı kamil bir mümin olduğu gibi, Nuh kavminin de mümin bir kavim olduğu ve bu imanlarından dolayı Allah onları mükafatlandırıp vahdet deryasına batırdığı, nimetini tatmaları için ilahi sevgi ateşine soktuğu, Hz. Harun'un İsrailoğullarını buzağıya tapmaktan alıkoymakta yanıldığı, çünkü buzağının gerçek mabud veya onun suretlerinden bir suret olduğu, Nuh kavminin Ved, Yeğus, Yeûk, Suva' ve Nesr putlarına tapmayı bırakmamakla isabet ettikleri, çünkü bu putların ilahın birer görünümü oldukları, tatlılık kökünden gelen azabın gerçekte rahmet ve hoş bir şey olduğu, rahmete uğramayan ve rızaya kavuşmayan hiçbir insanın bulunmadığı, birşey var olmadan önce Allah'ın onu bilemeyeceği, çünkü bir şeyin varlığının ilmin varlığı demek olduğu, hatta herşeyin varlığının Allah'ın varlığının tercümesi olduğu ve benzeri İslam dışı şeyleri söylemesine rağmen[13], İbn Arabi bunların hepsini eksiltmeden ve çoğaltmadan doğrudan Rasululah'tan[14], hatta Allah'tan[15] aldığını söylemiş ve Rasulullah'ın bunları insanlara tebliğ etmesini emrettiğini de iddia etmiştir.[16]

 

           İbn Arabî, Hz. Muhammed'in son peygamber olduğu gibi kendisinin de en son ve en büyük veli olduğunu[17], böylece “Hatemu'l-Evliya” bid'atını ortaya atan ve haksız olarak el-Hakîm diye adlandırılan Muhammed ibni Ali et-Tirmizi'nin yolunu izlediğini görüyoruz.[18]

           İbn Arabi, bir başka zaman da, dinin naslarının sembolik olduğu, çoğunun gerçekle ilgisinin olmadığı, sadece halkı biraz düzene sokmak için ifade edildiğini söylemekten çekinmiyordu. Ona göre cehennemdeki azap bile sembolikti. Gerçek olsa bile alışılıp, azabı sona erecek olan bir şeydi.[19]

         Aynı zamanda İ. Arabi, Kur’an’ın tamamıyla şirkle dolu olduğunu iddia edecek kadar Vahdeti Vücudçudur. Birkaç sözüne bakalım: “Kur’an yaratan-yaratılan ayırımı yapmaktadır. Halbuki Bir’den başkasının varlığını kabul Şirktir.[20] Kendisi 3/ Ali İmran 191 ayetini “ Sen bunları(n hiç birini) anlamsız ve amaçsız yaratmadın…” ayetini de Vahdeti Vücud inancına uymuyor düşüncesiyle reddederek “ Kendisinden başka bir şey yaratmamıştır, eğer Hakk/Tanrı’nın dışında bir şey yaratmışsa batıldır…[21] Bu sözleri Vahiy medresesinin öğrencisi olan ve aklını kullanan bir kimse kesinlikle kabul edemez.
Aklını Vahiy/Kur’an dışında kimseye veya başka bir düşünceye teslim etmeyen ve delilsiz konuşmayanlara selam olsun. 10/ Tevbe 100: ... (Allah) pisliği (rezilliği) aklını kullanmayanlara verir. (Ayrıca bkz. 31/ Lukman 20-21)
[22]
“Tasavvufçuların dinlerin birliği konusunda ördükleri hurafeleri yine kendi sözlerinden sergilemeye çalışacağız. İbn Arabi şöyle demektedir:

"Bugüne kadar, dini dinime yakın olmadığı için arkadaşıma karşı çıkıyordum. Ama bugün kalbim artık her şekli kabul eder oldu. Ceylanların çayırı, rahiplerin manastırı, putların barınağı, tavaf edenin kabesi, Tevrat'ın sayfaları ve Kur'an'ın musfahı oldu. Süvariler ne tarafa yönelirse yönelsin, ben sevgi dinine inanıyorum. Din, benim dinim ve imanımdır."[23]( Fususu'l-Hikem Bâlî Şerhi, 191, hicri 1309 baskı.)

    İbn Arabi, taraftarlarını muayyen bir dine bağlı kalmaktan ve onun dışında kalan dinleri kabul etmemekten sakındırmakta ve şöyle demektedir:

"Sakın sakın, muayyen bir kayıtla kayıtlı kalıp onun dışındakileri reddetme. Böyle yaparsan, çok çok hayırdan mahrum kalırsın. Hatta işi olduğu gibi anlamaktan yoksun olursun. Onun yerine bütün inançlar için nefsinde heyûlî[24] ol. Zira Allah, nesiller arasından sadece bir nesille (yahut zamanlardan sadece bir zamanla) sınırlanmayacak kadar büyüktür. Hepsi de isabet etmiş ve her isabet eden mükafatını almıştır. Mükafat alan herkes de mutludur, her mutludan da Allah razıdır."[25]( Fususu'l-Hikem Bâlî Şerhi, 191, hicri 1309 baskı.)

      Bu mitolojik din ister istemez ahirette azabın inkar edilmesini gerektirecektir. Çünkü İbn Arabi'nin dininde insanlar hangi şeye taparsa tapsın, aynı zamanda hakka tapmış olurlar. Çünkü müşrik ve muvahhid olarak insanların taptıkları şeyler zaten Allah'ın kendisidir. Tanrının kendi kendine azap etmesi de mümkün değildir. Onun için İbn Arabi şöyle demektedir:

"Va'dinde (sözünde) doğru tek (Allah'tan) başka kimse kalmadı, Hakk'ın vaidi (tehdidi)ni de gözetleyen bir göz yoktur.[26]( Va'd'dan maksadı ahiretteki nimettir. Vaidden maksadı da ahiretteki azaptır. Buradan hareketle müşrikler için bile ahirette azabın tatlı olacağını söylemektedir.)

Bedbahtlık yurduna (cehenneme) girseler bile onda bir lezzet ve farklı bir nimet içindedirler.

Ebedi cennetlerin nimeti. Emir birdir, ama tecelli esnasında aralarında farklılık meydana gelir.

Tadının lezzetinden azap diye adlandırılır, halbuki bu onun kabuğu gibidir ve kabuk koruyucudur."[27] (Fususu'l-Hikem, Dr. Afifi tahkiki, 1/94. İbn Arabi’nin dinleri aynı gören anlayışı için ayrıca bakınız, Dr. Abdulkadir Mahmud, el-Felsefetu’s-Sufiyye fi’l-İslam, 516-522.)

     Bu şekilde İbn Arabi, korkunç çelişkiler içine dalmaktadır. Rabbin, kulun bizzat kendisi ve imanın da küfür ile şirkin tıpkısı olduğunu söyler. Böyle olunca va'd ile va'idin (mükafat ile tehdidin) aynı şey olduğuna inanmaktan ne alıkoyacaktır? Cennet nimetleri ve kevserinin cehennem azabı ve irinleriyle aynı olduğuna inanmaktan alıkoyacak nedir? Böyle olunca, onu alıkoyacak elbette birşey olmaz. Onun için gördüğünüz şekilde bunu sarahaten bütün insanlara ilan etmektedir.

    Şimdi Allah için söyleyiniz, din ve ahlakı öldürme açısından bundan daha tehlikeli ne olabilir? Salih amel ve kötü amel bir olduktan ve faziletle rezalet, hayır ile şer, Allah'a itaat ederek iyilik yapan ile putperestlik veya inkar içinde kötülük yapanların sonucu aynı olduktan sonra, din ve ahlak için bundan daha tehlikeli bir zarar olabilir mi? İnsanlık bu tasavvufa inanacak olursa, söyler misiniz, sonu ne olur?[28]

Son olarak şunu söyleyebiliriz ki bu yazıda yoğunlaştığımız İbni Arabinin çarpık din anlayışı onunla sınırlı değildir. Kültürümüzde çok büyük alim olarak bilinen Mevlana denilen tasavvufçuların mevlası Celaleddin-i Rumi, Beyazid-i Bistami, Abdulkerim el cili, Hallacı Mansur, İ.Rabbani ve günümüzde yaşayan birçok kişi bu inanca çok sıkı bağlıdır. Bu konuda geniş, aydınlatıcı ve kuran ve sünnet merkezli bilgi için şu eserlerin okunması büyük bir öneme haizdir.

Ø     Kur’an Işığında Aracılık ve Şirk - Prof.Dr. Abdülaziz Bayındır- Süleymaniye vakfı yay.

Ø     Tarikatta Rabıta – Nakşibendi şeyhi İken Kur’an’a yönelip şeyhliği terkeden Ferid Aydın - Süleymaniye Vakfı Yay.

Ø     Vahiyden Kültüre- Celaleddin Vatandaş- Pınar yay.

Ø     Tasavvuf ve İslam- Prof.Dr. İbrahim Sarmış- Ekin Yay.

Ø     Tasavvuf ve İslam- Ercümend Özkan- Anlam Yay.

 

Allah bizi şirkten ve aklımızı, vahyin öngördüğü ve vurguladığı şekilde kullanmamaktan muhafaza etsin.

DİPNOTLAR

1- Tasavvuf yolunu takip edenler
2- İbn Arabi, a.g.e., 83.
3- İbn Arabi, a.g.e., 84.
4- İbn Arabi, a.g.e., 111.
5- İbn Arabi, a.g.e., 143.
6- İbn Arabi, Futuhat 2A 11
7- İbn Arabi, Futuhat 2B 405, İbn Arabi, Fusus, s.139, açıklama için bkz. Vahiyden Kültüre, s.199, Celaleddin Vatandaş- Pınar Yay.
8- İktibas Der., Sayı: 104-S. 26
9- İbn Arabi, Fususu’l-Hikem, 80.
10- İbn Arabi, a.g.e., 143.
11- İbn Arabi, Fususu'l-Hikem, 88, Afifi neşri.
12- Yine ona atfedilen kaynaklarını bulamadığım sözler:
"Arif, Hakk’ı her şeyde gören, belki herşeyin kendisi olarak görendir,”
“Allah’ın rablık, ilahlık, yaratma, rızık verme ve diğer bütün sıfatları yaratıklar için de haktır.”
“Emir O’ndan sana olduğu gibi, senden de O’nadır.”
“O bana hamd eder, ben O’na hamd ederim. O bana ibadet eder, ben O’na ibadet ederim.”
“O bütün kâinattır. O, vücudum, vücudu ile kaim olan tektir.”
13- Bkz. İbn Arabi, Fususu'l-Hikem, Nuh, Harun, Musa, Muhammed gibi Fas’lar.
14- Fususu'l-Hikem, 1/47, Afifi Tahkiki, Beyrut 1980.
15- A.g.e., 1/48-56, Afifi tahkiki.
16- A.g.e., 1/47, Afifi tahkiki.
17- İbn Arabi hatemu'l-evliya (en son veli) olduğuna göre, ondan sonra veli kalmamış demektir. O zaman tasavvufçuların evliya ilan ettikleri bu kadar kişinin veliliği yalan mı olmaktadır?!
18- Tasavvuf ve İslam s.96- Prof.Dr. İbrahim Sarmış- Ekin yay.
19- İbn Arabi, Futuhat 2A 168, Fusus 324, Açıklama için Sarmış, a.g.e., s.208.
20- Nicholson, 74 ve Vahiyden Kültüre, 194- 201- Pınar yay.
21- Bkz. Cerrahoğlu 2/9
22- Ayrıca Vahdeti Vücud inancının Hıristiyanlığın temel düşüncesi olduğunu görmek için bkz. 10/ Yuhanna 38 ve açıklama için: Kur’an Işığında doğru bildiğimiz yanlışlar, 23-28 Prof.Dr. Abdülaziz Bayındır- Süleymaniye vakfı yay.
23- İbn Arabi, Zehairu'l-Ahlak Şerhu Tercümani'l-Eşvak, 39, Beyrut 1312 h. Ayrıca bkz. Dr. Kemal Muhammed İsa, Nazarat fi Mutekadat-i İbn Arabi, 48-51. Daru'l-Muctema.
24- Fususu'l-Hikem Bâlî Şerhi, 191, hicri 1309 baskı.
25- Fususu'l-Hikem Bâlî Şerhi, 191, hicri 1309 baskı.
26- Va'd'dan maksadı ahiretteki nimettir. Vaidden maksadı da ahiretteki azaptır. Buradan hareketle müşrikler için bile ahirette azabın tatlı olacağını söylemektedir.
27- Fususu'l-Hikem, Dr. Afifi tahkiki, 1/94. İbn Arabi’nin dinleri aynı gören anlayışı için ayrıca bakınız, Dr. Abdulkadir Mahmud, el-Felsefetu’s-Sufiyye fi’l-İslam, 516-522.
28- Bkz. Sarmış a.g.e. "Dinlerin Birliği" kısmı