Fatih PALA

24 Ekim 2012

HER HANEYE BİR İSMAİL!

Tarihin birinde, bir kurban oluş destanı yazılmıştı. Bir destan ki, yiğitlik devşirildi yeryüzüne. Bir baba ve bir oğul; yani İbrahim ve İsmail Aleyhisselam. İki fail ve vuku bulan bir fiil. Söz tükendi, cesaretin, şecaatin ve teslimiyetin kareleri çizildi arza. Rabbe yakınlaşmanın muhtevası, büyük bir imtihanla insanoğluna öğretildi. Nebevî bir rüya; hüküm ise, “ezbehûke” (boğazlamak) idi. Bu ciddi, hakiki ve ispat isteyen vakâ karşısında, iman ehli evladın dirayeti ibretamizdir:

“O, kendisinin yanında yürümeye başlayınca dedi ki: Oğulcuğum; doğrusu ben, rüyada iken seni boğazladığımı görüyorum. Bir bak, ne dersin? O da dedi ki: Babacığım; sana emrolunanı yap. İnşAllah beni sabredenlerden bulursun.” (37-Saffat: 102)

Aman Allah'ım! Bu ne hoş bir iman, itaat ve teslimiyettir! Bu, ailesinden ve yakınlarından kopmuş, toprak ve vatanından hicret etmiş bir yaşlı İbrahim… İşte bu kişiye, ihtiyarlığında bir oğul veriliyor. Uzun zamandır, ümitle beklemişti onun gelmesini. Bu çocuk, Rabb'inin "uysal" diye nitelediği meziyete sahip bir "oğul" olarak dünyaya geliyor. İşte, İbrahim'i izliyoruz:

Tam oğluna alıştığında, oğlu çocukluktan kurtulup da onunla birlikte koşma çağına eriştiğinde ve yaşantısında ona eşlik edebilecek çağa geldiğinde... Evet, İbrahim ona tam alışıp bu biricik çocukla huzur bulduğu anda, rüyasında oğlunu boğazladığını görür. Bu rüyanın, Rabb'inden oğlunu kurban etmesi için bir işaret olduğunu anlar. Niçin? Tereddüt etmez. Aklına itaat ve teslimiyetten başka bir şey gelmez? Evet, bu bir işarettir. Sadece bir işaret... Açık bir vahy değil, direkt bir emir de değil. Ancak, Rabb'inden bir işaret... İşte bu yeter. Uymak ve boyun eğmek için bu yeterli. İtiraz etmeden, "Ya Rab! Biricik çocuğumu niçin boğazlayayım" diye Rabb'ine sormadan itaat için bu yeterli. Fakat, İbrahim bu isteğe can sıkıntısı içinde uymuyor. Sabırsızlık göstererek teslim olmuyor. Gönül huzursuzluğu içinde boyun eğmiyor. Asla! Tutumunda görülen kabul, hoşnutluk, iç huzuru ve sükûnettir. Bütün bunlar, korkunç durumu acaip bir iç huzuru ve sükûnetle oğluna açtığı sözlerinde görülüyor:

“Oğulcuğum; doğrusu ben, rüyada iken seni boğazladığımı görüyorum. Bir bak, ne dersin?”

Bu sözler sinirlerine hakim, yüz yüze geldiği emrin hak olduğundan emin, görevini yaptığına güvenen bir insanın sözleridir. Aynı zamanda bu sözler, karşılaştığı emir kendini korkutup da, acele ve telaşla bir an önce, ondan kurtulmaya ve işi bitirmeye çalışan ve işin sinirlerinin üzerindeki baskısını atıp, rahata ermeye çabalayan bir kimsenin sözleri değildir.

Durum, gerçekten zordur. (Bunda hiç şüphe yoktur) Kendisinden, biricik oğlunu savaşa göndermesi istenmiyor. Ondan, oğlunun hayatına mal olacak bir şeyi oğluna emretmesi de istenmiyor. Ondan, bu işi bizzat kendisinin yapması isteniyor. Bizzat, neyi yapacak? Oğlunu boğazlayacak. O, (bununla birlikte) emri bu şekilde karşılamakta, oğluna bu teklifi götürmekte, oğlundan kendi durumunu iyice düşünmesini ve bu konuda görüşünü bildirmesini istemektedir.

İbrahim, Rabb'inin işaretini yerine getirmek için oğlunu aldatmaya başvurmuyor. Aksine, oğluna bu emri alışılmış bir emir gibi sunuyor. Zaten bu emir, İbrahim’e göre diğer emirler gibidir. Rabb'i istiyor... Rabb'inin istediği olsun. Baş ve göz üstüne... Oğlu, bunu bilmeli. Emri, zorla ve mecbur ederek değil, itaat ve teslimiyet içinde kabullenmeli. Böylece o da, itaatin karşılığını elde etmeli, o da teslim olmalı ve teslimiyetin tadını tatmalı. İbrahim, kendisinin tatmış olduğu itaatin tadını, oğlu da tatsın istiyor. Kendisinin görmüş olduğu hayrı, dünya hayatından daha baki ve daha kazançlı olan hayrı, o da elde etsin istiyor. Babasının görmüş olduğu rüyayı tasdik etmek için boğazlanma teklif edilen çocuk, ne durumdadır? Oğul, kendisinden önce babasının yükseldiği ufka yükselmekte. "Çocuk; ‘Babacığım, sana emredileni yap, inşaAllah beni sabredenlerden bulacaksın’ dedi." Oğul, emri sadece itaat ve teslimiyetle kabullenmekle kalmıyor; fakat, bunun yanında hoşnutluk ve kesin bir inançla karşılıyor: "Babacığım." Bu sözde, sevgi ve yakınlık var... "Boğazlanma" durumu, onu huzursuz etmiyor; korkutmuyor ve doğru yolu kaybetmesine yol açmıyor. Hatta, terbiye ve sevgisini bile sarsmıyor. "Sana emredileni yap." Babasının kalbinin hissettiklerini, o daha önceden hissediyor. Rüyanın işaret olduğunu hissediyor. Bu işaretin de bir emir olduğunun farkında. Bu kadarı tereddütsüz, hileye sapmadan ve şüpheye düşmeden emri yerine getirmek ve emre uymak için yeterli. Sonra, bu söz, Allah'a karşı edeptir. Bu, kendi gücünün sınırını ve dayanma gücünün hududunu bilmektir. Bu, güçsüzlüğüne karşı Rabb'inden yardım dilemektir. Ve kurban olurken; itaat ederken bu gücü asıl verenin, Allah olduğunu bilmektir. "İnşAllah, beni sabredenlerden bulacaksın,” dedi. Oğul, kahramanlık, cesaret gösterisine kalkışmamış, umursamaksızın tehlikeye atılmamıştır. Kendi şahsında, ne gölge ne hacim ne de bir ağırlık görmemiştir. Bütün yaptığı, kendisinden yüce Allah'ın dilemiş olduğu şeylere, Allah'dan yardım görmüşse ve ona sabır gücü vermişse bütün üstünlüğü Allah'a bağlamaktır. "İnşAllah, beni sabredenlerden bulacaksın." Allah'a karşı ne güzel bir edeptir, bu! Ne hoş bir iman, ne şerefli bir itaat ve ne büyük bir teslimiyettir bu!

Oğlu İsmail’in cevabı gerçekten dillere destan. Bakın babasının bu sözüne cevaben diyor ki: “Ey babacığım, emrolunduğun şeyi yerine getir, inşAllah beni sabredenlerden, Allah’ın emrine teslimiyet gösterenlerden bulacaksın.” Bu, tüm çocuklara örnek bir tavırdır. Dünyanın tadını çıkarmak isteyenlere, Allah yolunda nasıl kurban olunacağını anlatan en güzel bir örnektir. “Babacığım, sen emrolunduğun şeyi yap. Allah’ın isteğini yerine getir. İnşAllah, beni Rabbimin emrine sabredenlerden bulacaksın. İnşAllah ben de, seve seve canımı Allah yolunda vereceğim.” Bir çocuk, kurban edilmekle karşı karşıya. Babasının Allah’a teslimiyeti, oğlunda billûrlaşıyor. Elbette, babasının bu denli Allah’a teslimiyetini gören evlât da, Allah’a teslim olacaktı. Kocasının Allah’a teslimiyetini gören kadın da, elbette, Allah’a teslim olacaktı. Çocuklarından teslimiyet isteyen babalar, hanımlarından teslimiyet isteyen kocalar, kendilerinin Allah’a ne kadar teslim olduklarına bir baksınlar. Onlar ne kadar teslim olmuşlarsa, ötekiler de, ancak o kadar teslim olacaklardır…

Derince düşünmenin zamanıdır… Zamanıdır, iyi bir vaziyet kuşanmanın…

Bu vakâ, teslimiyetin İsmailcesi... Yeni bir tarihin, başlangıç çizgisi... Numune-i imtisal... Bir mirasın, kurbanın nirengi noktası... Rabbe yakınlaşmanın, O’na feda oluşun en barizi... Söz kalabalığının ölüm; cana kasteden bir eylemin doğum günü… Vahye muhatap bir babayı, görevinde tutma telkini... Hayatı verenin de alanın da aynı merci olduğu ve bu hakikate damga olma bilinci…

Hanelere, İsmailleri serpiştirme vaktidir. İsmailleri doğuracak analar (Hacerler) ve onlara teslim ve temsil olma şuurunu nakşedecek babalar (İbrahimler) olma vaktidir.

Bıçağımıza düşen her kurbanın kanı, bir baba-oğul kurbiyyetini zikreder. Yaşamak için ölme gerçeğini düşürür yüreğimize, zihnimize ve çehremize. Dua ederiz yaradanımıza; “Bizi, Sana ve aziz yolun İslam'a hakkıyla adanmış kullarından eyle.”

Bu vesileyle bir kez daha, dilimizde mukim tutarız o cümleyi: “Bismillahi Allahu Ekber! (Yüceler yücesi olan Rabbimiz Allah Azze ve Celle, Senin isminle keseriz, Senin isminle kesiliriz.)”

Faydalanılan Eserler:
Fi zilal'il Kur'an – Şehid Seyyid Kutup
Besâiru'l Kur'an – Ali Küçük