Fatih PALA
KİMDİR RAMAZAN?
Açlıktan kıvrandıran, susuzluktan yandıran, solukları hızlandıran; ama günün son ışıklarıyla gelen Muhammedî davete kadar mazaret kabul görmeyen.
Gözlerde fer, dizlerde derman, akıllarda ferman koymayan; lakin akşamın ‘merhaba’sıyla müjde doğan yüreklere kan getiren, onları diri tutan.
Midecağızı aç ve susuz bıraktığı kadar, aklı ve zihni daha bir bileyerek daima uyanıklaştıran, müreffeh kılan.
Acıkırken acıkmışları, susamışken susamışları, takati kesildiğinde takatsizleri hep hatırlatan, hep akılda tutan ve hep duyarlı kılan.
İftarında hamd ve şükür ve dua meyveleri bitiren; sofradaki aşa uzanan el sayısının çokluğu oranınca sofra ehlinin mutluluğunu kat be kat ziyadeleştiren, ihlasını zenginleştiren.
Günü hakkınca omuzlayabilmek için gözleri sahurlara binbir hevesle açtıran; her lokmayı bir saate müsavi sayan, bereketli duruşlarla aşk kaynatan.
Sadece kendi için yaşamaktan vazgeçiren, başka canlara doğru yelken açtıran; ümmetçe vahdet olmayı öğreten, bireyden topluma virajsız yol bulduran.
Paylaşmanın ve aklaşmanın destanını keselerle açtıran; temizlenmeyi o keselerden olabildiğince vazgeçmekte bulduran, verdikçe erdiren, yığdıkça yerdiren bir anlam harikası.
Bütün bir müslüman coğrafyayı yürek sofrasına davet eden; onlarla yiyen, onlarla doyan, bir tek buyrukla tüm uyrukları dize getirmeyi öğütleyen.
Gündüzlere açılan gözlere, gecelerin kıymetini bildiren; karanlığın en koyu anını, aydınlığa gebe olduğuna müjdeci yapan, nurlanmış çehreleri seherlerde seferlere çıkaran.
Tekbirle başlayıp tevhidle taclanan bir eşsiz daveti, günlere adres yapan; bir nida ile ezberi bozan ve bir diğeriyle de şükrü getiren esrarlı misafir.
Kötüyü, hatayı, yanlışı ve günahı lügatından sürgün eden; onları ikliminden fersah fersah uzaklara süren; uğradığı mekanlara iyiyi, güzeli, doğruyu ve sevabı nakış nakış, gün gün ve rahmet rahmet işleyen.
Şeytanlara ve şeytanlaşmalara karşı olan ezelî düşmanlığını sıcağı sıcağına sürdüren; elinde sağlamca zincirlerle onları tutsaklaştırma adına sokak başlarını, hane taşlarını tutan.
Gün, salına salına batı yuvasına doğru süzülürken, nimetleri bağışlayana eğilme vaktidir diyen; eğildikçe yükselmenin lezzetine sevk eden, dinlene dinlene tekrar tekrar mirac rüzgarları estiren.
Çehresine tebessümü ve sevgiyi giydiren; böylece çevresine emniyet ve huzur yayan insanları, geniş havzasında, oruç desenli tahtlarında ağırlayan.
Elde Kur’an’ı, kalpte iman’ı hareketlendiren; ayet ayet, sure sure tüm müminler atlasını kuşatan, kavurucu sıcakların dolayımında vahiyle serinlik taşıyan.
Ve nihayetinde kalpleri buluşturan, merhameti yoğuşturan, vuslat yanığı bedenleri ovuşturan, mütebessim simaları arzın iki ucuna bir mahya gibi tutuşturan, böylece melekleri kıskandıran...
Günlerin kemale erdiği noktada, yolculuğa hazırlanan, ‘onbir kardeşine’ dünyayı emanet bırakıp bir daha ki gelişine ümitler yayan; ışıl ışıl parıldayan gözlerde nehirler akıtan bir sevda sancağıdır o.