Fatih PALA

12 Mart 2013

KÂBE ÇOK GÜZELDİ, HERŞEY ÇOK GÜZELDİ-1

Nasıl anlatılır, nereden başlanılır ki! Duygular adeta sel olmuş akıyor. İnsanlar da öyle. Ne duygulara hakim olabiliniyor ne de insanlara. Bir akış var, evet bir yakarış. İnkar edilemez bir çoğalma... Yerlerin aklını göklerin aşkına bağlayan bir kement var. Elhamdulillah ne güzel mümin olmak...

Nasipmiş ki 25 Ocak – 07 Şubat 2013 tarihleri arasında, şanı pek yüce olan Rabbimizin lütf-u inayetiyle Umre yapma fırsatımız oldu. Şimdi dönmüş bulunuyoruz. Döndük, hem de çok döndük... Kendimiz için, kardeşliğimiz için, ümmetliğimiz için dönüverdik. Beytullah etrafındaki tavafımız ile yaşadığımız topraklara geri gelmemiz arasındaki “dönüş” benzerliğini, ömr-ü hayatımızda durağanlığı yok etmek için, toprağa gömmek için kullanıyorum.

Kalıbınızdan önce kalbinizi göndermeniz gereken kutlu diyara, ayak basar basmaz hayatınızın ayarının değiştiğini fark etmekte gecikmiyorsunuz. Tarifsiz bir rahmet çağlayanının insanı dingin kılan şırıltısında buluyorsunuz kendinizi. “Ben neyim ve bu hal neyin nesi?” diye sorgulamaya düşmeden bırakıyorsunuz bu güzelliğin kollarına bedeninizi ve tüm benliğinizi.

Orada ibadetlerle hayat duruyor, hayat duruluyor ve şeytanın kalbine kalbine vuruluyor. İbadet, itaat, kulluk... Bunlar kaplıyor dünyanızı, bunlarla kaplanıyor tüm dünyalar... Orada her dem dönersiniz. Bu dönüşünüzle isyankarlıkları delersiniz. Her dönüşünüzle dualar büyütürsünüz. Dua dua büyürsünüz. Hiç ama hiç düşmez dilinizden ilahi nağmeler. Ve kalbinizden de asla ama asla sökülmez olur yalvarışlarınızın ağırlığı.

Arzın merkezinde, tüm inanmış arz ehliyle birlikte yegane İlah ve Rabb olan Allah(azze ve celle)’a teslim oluyorsunuz ve böylece bütün uslanmazlıklarınızı teskin ediyorsunuz.

Her gün ve her an, bin dört yüz otuz dört yıl evvelin Mekke’sindeki Asr-ı Saadet’i solumayı yeğliyorsunuz. Ezan okunurken başınızı daha önce hiç olmadığı kadar bir çeviklikle Kâbe’nin damına doğru kaldırıyorsunuz Bilal’i görmek, Bilal’i duymak ve Bilal’e doymak için... Davet ediyor Bilal Rabbine, davet ediyor Sahibine, davet ediyor esenliğe ve davet ediyor mevcut bulunan bütün kullukları red edip yalnızca Allahu Teala’ya kul olmaya, kul kalmaya... Bu ne güzel ve ne soylu bir davettir ey Habeş’in gür sesli davetçi evladı Bilal(r.a)! Bugün senin kardeşlerinden o kadar çok var ki burada. Hepsine ‘sen’ gözüyle bakıyor ve aklımı o ulvi davetine takıyorum. Hatta ey Bilal, sana benziyor diye bir Bangladeşli kardeşimle kardeşliğimizi resimliyoruz. Ve ben şu yaşıma kadar beş vakit olarak duyduğum ezan’ı, burada, yani kainatın tam orta yerinde altı vakit duymaya başlıyorum. Zaman teheccütle başlıyor burada, teheccüdün ne kadar önem arz ettiğini müşahade ediyoruz Teheccüt Ezanı’yla...

Orada hiçbir statü yok, kimsenin kariyeri belli değil ve zaten hiçbir önemi de yok. Tek belirginlik var, o da alemlerin Rabbine kulluk... Her renkten, her coğrafyadan insan var orada. Renklilik cümbüşüne doyuyorsunuz. O zamana kadar kıldığınız namazlardan bambaşka namazlar gönderiyorsunuz Sahibinize. Doymuyorsunuz. Doymak da istemiyorsunuz zaten. Hep kana kana içeyim diyorsunuz ibadetlerinizi, ama bu lezzet hiç bitmesin, hiç gitmesin istiyorsunuz.

Kerim Kitabınızı, yani Kur’an’ı okuyorsunuz hiç bıkmadan. Orada Kur’anla muhatap olmak demek, vahye şahit olmak demektir. Vahyin kalbidir orası. Orada doğdu, orada filizlendi ve orada hükümran oldu çünkü. Birazdan Allah’ın Rasulü, büründüğü örtüyü üzerinden atıp çar çabuk bütün Mekke’yi davetine icabete bekliyor olacak sanki... Ama sizin kalkıpta yorulmanıza gerek yok. O davet ilk ağızdan çıktığı şekliyle elinizde zaten. Ve Rabbinize içtenlikle ve samimice bir hamd ediyorsunuz, “elhamdulillahi rabbil alemiyn” diyorsunuz. Koskoca yirmi üç onca sene boyunca ara ara, kısım kısım indirilen vahyin tümü, eksiksiz haliyle size açılmayı bekliyor; ki eğer siz kendinizi ona açarsanız! Ancak çevrenize bakındığınızda milyonlarla ifade edebileceğiniz kardeşlerinizin genelinin, vahyin anlamından ziyade lafzıyla muhatap olduklarını, muhatap kaldıklarını hayıflanarak seyrediyorsunuz. Hani nerede anladıklarımız? Hani nerede, üzerine inenlerde inkılap etkisi bırakan ve büyük bir değişim başlatan ayetlerin ayaklandırdığı ruhlarımız? Neyi okuduğumuzu, niye okuduğumuzu biliyor muyuz ey ümmet? Ne kadar büyük bir işin başında olduğumuzun farkında mıyız? Hayatın tâ kendisi olan Kitapla haşır neşiriz. Gözlerimiz onda, gönlümüz onda. Melekler bile gıbta eder olur bu vahiy kokan dillerden yükselen ilahi nidaya.

Devam edecek…