Fatih PALA
RAMAZAN VE ORUÇ İKLİMİ
Hamd ve sena Rabbimiz ALLAH'a, salât ve selam önderimiz Rasûlullah(s.a.v)'a.
Ne güzel iklimdeyiz!
Ne tatlı bir hava var göğümüzde!
Ne muhteşem rahmet sağanağıdır üzerimizdeki!
İnsanlar, neden yeyip-içmezler? Neden, birbirlerine kötü söz söylemekten ve birbirlerini incitmekten sakınırlar? Neden, normal günlerdeki gibi rahatça günah işlemeye yeltenmezler? Neden, yüzleri soluk ve bembeyaz? Neden, dudaklar kuru, bedenler halsiz, ayaklar biçare, mideler bigâne?
Neden, neden, neden!
Aslında bütün soruların cevabı İlahî olanda gizli... Ve aslında, bizler de çok iyi biliyoruz...
Rahmet ve merhamet menbaı olan kardeşimiz Ramazanın sınırlarındayız.
Dikkat edelim ve yürüyelim yiğitçe…
& & &
Rahmetin diriltici soluğuyla yavaş yavaş, derin derin Rahman'a adımlanıyoruz. Sabrın ve tahammülün en uç noktasını yaşıyoruz an be an. Bazen duraksıyoruz, bazen tekliyoruz, bazen süzülüyoruz. Her şeye rağmen, "bir sebep"ten ötürü ayakta durduğumuzun farkındalığını yaşıyoruz.
Açları, susuzları, garipleri, mahzunları anlamayı, onlarla hemhal olmayı belletiyor Rabbimiz bize, inceden inceye. Bu bilinci solumak gerek!
Mazlumlarla mazlum, mahzunlarla mahzun olmanın nirengi noktası oruc. İnsan olmanın hazzını ve çaresiz kalmanın nasıllığını, bizzat yaşamak için bir mektep niteliğinde oruc.Bizi rahmetin ve merhametin tam merkezine bırakan Malikimize, sonsuzlarca kere hamdler… Sabır sancağını, kanaat silahını kuşanmamızı nasip edene bitmez-tükenmez şükürler…
Sakin olalım, anlayalım ve pişelim. Vahyin "adam edici nidası" ile bir kez daha âdem olalım. Ve yürüyelim Mü’mince…
& & &
İlahî hazzın doruklarında gezinmek, namazlarda ALLAHU EKBER sadalarıyla, Rabbe kanatlanmak ne güzel. Her "tekbir"de ayrı bir his, ayrı bir sevinç, ayrı bir güç...
Düşünsenize, yüceler yücesi Alim ve Hakim olan Yaradanımızla beraberiz, randevuluyuz, görüşüyoruz, konuşuyoruz, secdeye varıp O’nu münezzeh kılıyoruz cümle varlıktan! Yer ile ne kadar yakın temasta isek, Rabbimizle de öyleyiz. Ona yakınlaşmanın, Onu hissetmenin, Onunla muhabbet kurmanın en ulvi adresi "alçaldığımız" secdedir.
Alçaldıkça yükselmenin tarifsiz ummanında Rabbe doymak... Rabbi razı etmek, Rabbden razı kalmak... İşte, şimdi anlıyoruz Rasulümüzün secdelerdeki mesaisinin bolluğunu, çokluğunu, bitmezliğini... Şimdi farkına varıyoruz, alnımızla toprağın musafahasının Rabbanî bir dem'i doğurduğunu.Ne kadar yerdeysek, o kadar gökteyizdir. Ne kadar, sücud halindeysek, o kadar vücud bulmuşuzdur. Ne kadar eğildiysek, o kadar yükselmişizdir.
Dünyanın faniliğinin farkındalığını yaşayan aziz kullar, namazın muazzam ve muhteşem ikliminden ayrılmayı bilmezler. Hele bir de, mübarek Şehr-u Ramazan günlerinde... Hepsinin üstüne şu İlahî nidayı hatırlamamak elde mi? "Şüphesiz Rabbinin katında olanlar, O'na ibadet etmekten büyüklenmezler; O'nu tesbih ederler ve yalnız O'na secde ederler. (Araf 206. ayet)"
& & &
Ayet ayet ve sure sure, soluya soluya geçiriyoruz rahmet günlerini. Şeytanların bağlandığı, rahmetin olabildiğince bol dağıtıldığı bilinciyle, rahmete sımsıkı sarılmanın telaşesindeyiz.
Nebevi söz, şeytanların bağlandığını haber veriyor. Lakin insanların, kendilerinin ısrarla şeytanlaşmaya devam ettiklerini görüyor ve üzülüyoruz. "Rahmet ve bereket ayı, Şehr-i Ramazan gelmiş" havasını insanlar üzerinde fazla göremiyoruz! Çıplaklar, yine aynı haldeler! Gıybetler, yine ayyukta! Fahşa sözler, yine dillere sakız... Bu ahvalleri görünce, iyiden iyiye, derinden derine düşüncelere dalıp tefekkür sınırlarını zorluyoruz.
Neden, insan denen eşref-i mahlukat, eşreften esfel'e yürüyor? Neden, ilahî müjdeye doğru yol alınmıyor? Neden, "verildikçe, kat kat fazlasıyla alınan" muazzam yol tercih edilmiyor? Neden, ALLAH'a borç verilmiyor? Neden, "Kimdir o yiğit ki ALLAH’a güzelce ödünç verir, ALLAH da onun verdiğinin mükâfatını kat kat artırır. ALLAH rızkı kısar da, bollaştırır da. Zaten hepiniz döndürülüp O’na götürüleceksiniz." diye buyuran hükm-ü ilahîye kulak verilmiyor?
"Yalnızca kendine iyi olmak" nereye kadar? Bu insanlar nereye gidiyor? Ve daha doğrusu/daha önemlisi, biz nereye gidiyoruz ve neredeyiz?
Rahmet ve merhamet sağanağının tam ortasında olduğumuz bu demlerde, kendimizi ve kimliğimizi daha bir sorguya çekme, muhasebeye alma zamanıdır. "Ben neyim ve bu hal neyin nesi? "(NFK) sorusuyla derinlikli tefekkür hallere kement atmanın tam vaktidir. Ki Ramazan da, bir anlamda mefkûre ayı değil midir?
Her dara ve zora düştüğümüzde, “koşup kitabımızın sözlerine saklanmak” çok güzel... Lakin, Kitap bizi alanlara itiyor, meydanın tam ortasına!.. Dar ve zor gelmezden evvel, mühimmatı kuşanmak gerek. Bedenimizin her hücresine yerleştirmemiz gerek vahy-i ilahîyi. Ne mutlu bu evsaftaki mü’minlere!
Mü’min kimliğimizi koruma ve yaşatma azmimizi her geçen gün daha da yükseltmemiz icab ediyor; bu küfrî ve fahşa dünyada...
& & &
Şimdi bütün hanelerde bir telâşe, bir yoğunluk, bir gayret hali var. Ezan vaktine, iftar saatine az kalmış, koşuşturmacalar var hanelerde ve yüreklerde. Rabbin rızasınca tuttuğumuzu taçlandırmak için, vakt-i iftarda gözlerimiz ve gönüllerimiz. İftarı hak etmenin sevinci ve huzuru var üzerimizde. Bîtap düşmüş bedenimiz, fersiz kalmış gözlerimiz saatlerin aksaklığına sitemli!
Ve düşünüyoruz kimsesizleri, garipleri, fakirleri; bizim bulduklarımızı bulamamışların hallerini. Duaya kalkıyor bütün mü’min damarlarımız... Ümmet yanığı hissiyatımız feveran ediyor: "Rabbimiz, onlara da ver, onları koru, onları rahmetinle sar ve berhudar eyle" niyazı düşüyor yürekçemize.
Hissettirene, hatırlatana sonsuzlarca hamd-ü sena! Orucu, geçmiş ümmetlere olduğu gibi, bizim de üzerimize farz eyleyene bitmez-tükenmez şükürler... Sevdamız Sensin Rabbimiz, bizi sevmeni dileriz. "Rahmet deryanda, ufacık bir damla" olabilir miyiz? diye iç geçiriyoruz. Ve aklımıza bir hükm-ü ilahin geliyor: ''Kullarım sana beni sordukları vakit, de ki, ben herhalde yakınım. Bana dua ettikleri zaman, onların duasını kabul ederim. O halde kullarım da benim davetime uysunlar ve bana inansınlar. Umulur ki doğru yolu bulurlar.'' (Bakara 186)
Elhamdulillah bir iftar anına daha kavuştuk, erdik vuslatımıza. Şimdi dualar düşer dilimize...
& & &
Oruc yoruyor, oruc zorluyor, oruc bîtap kılıyor... Ne kadar zorlanıyorsak, ne kadar açlığı-susuzluğu arıyorsak, o kadar orucun fevkindeyiz demektir.
Değil mi ki oruc, açları, açıkları, susuzları, yoksulları, kimsesizleri darda kalmışları anlamak; onların dertleriyle dertlenmektir.
Değil mi ki oruc, kendini bırakıp başka yüreklere yelken açmaktır.
Değil mi ki oruc, adam olmaktır; âdem olmaktır.Yorgun ve bitkin olarak kavuştuğumuz iftar vakitlerinde, yemek dozumuza dikkat etmemiz lazım gelir. Oruç da, nasıl her şeyden yoksun isek, iftarda ona mukabil, mideyi alabildiğince tıka-basa doldurmamak gerek...
Açlar, yoksullar, kimsesizler nasıl ki gündüzleri harap ve bîtaplar, akşamlarda da aynı haldedirler. Ama ne gariptir ki, akşam ezanıyla birlikte, unutuyoruz kimsesizleri; çünkü artık kendimizi kimsesiz ve garip hisseder oluyoruz...
Ümmetçe dikkat etmemiz gerekir, her şey tadında ve yerince olmalı ki, Şehr-i Ramazan yerini bulsun.
& & &
Ilgıt ılgıt esen rüzgâr, rahmet sağanağının nağmelerine eşlik ediyor. Rüzgâr, yanık yürekleri, kurumuş dudakları müreffeh kılıyor. Abdestlerle, rehavetimiz gidiyor; yerine serinlik ve esenlik geliyor. Varıp kıyam dururuz Rabbimizin huzuruna. Selamete erdirmesi için niyazlarda, dualarda bulunuruz. Biliriz, duyar bizi; biliriz, bekler kendine yanaşmamızı, kendine dayanmamızı, kendine sığınmamızı ve kendini tek korunak olarak görmemizi...
Gizli ve muhteşem İlahî bir güç, bizi tutuyor, bizi kolluyor, bizi bize bırakmıyor. Bizi bizden alıp, bizi Rabb’de kılıyor.
Ne hoştur, Rabbin huzurunda nefeslenmek...
Ne hoştur, saadeti yakalayıp şehadetle nikâhlanmak...
Ne hoştur, Hakikatin şuurunda olarak, Rahmanî rahmeti derinlemesine iliklerimize işlemek...
Ne hoştur, bize yol haritası çizen şu muazzam Şehr-u Ramazanda, Vahyin kapısında konaklamak...
Gidip gelip, aynı mübarek ayın sınırlarında kendimize yol bulmaya çalışıyoruz.
Muhasip duruşlar kuşanmayı öğretiyor Ramazan. Yeryüzünü teşrif kıldığı bu ay da, Kitabullah, bizi kendine davet ediyor: "Gelin bana ve felah bulun" nidası, fark edenlere umud ışığı niteliğinde. "Bana sarıldığınız, tutunduğunuz kadarınca cennetin kapılarını aralarsınız." sadası yüreklerden yüreklere, diyarlardan diyarlara aksediyor. Lakin anlayana, dinleyene ve isteyene...
Muazzez olmanın ulvi hazzını ve tadını kavramak için, Kerim Kitabımızın sözleri bizi bekler, durur; haydin Kitab'a, haydin davete!..
Rahmet eken Rabbimiz, rahmet biçmeyi bağışlasın Ümmete.