Şahin YETİK
HİLAFET ÜZERİNE
Yıl 3 mart 1924. Şeklen de olsa var olan Hilafet ilga edildi ve fakat Müslüman toplum sesini çıkarabilecek durumda değildi. Bu bir gerçek zira savaşlardan ve dostun mu düşmanın mı olduğu belli olmayan askerlerden çok çekmişti halk ve neredeyse Allah diyenler sallandırılır hale gelmişti. Elbette Hilafet hokus pokus olup bir anda yok olmuş da değildi.
Bu çöküşe gelinceye değin Kur'an'ın rehberliğinden uzaklaşma ve Batının habis doğasına olan hayranlıklar ve dahi yapılan zulumlere sessiz kalma bid'ati alıp başını yürümüştü. Evet aradan 90 sene geçti ve çıkarılması gereken dersler, tarihin iz düşümleri, ibretlik sahneler var demeye gerek var mı bilmiyorum ancak bütün bu yaşanmışlıkları ve akıbetlerini Yüce Rabbimiz, hükmün sahibi Allah Teala bizlere Kur'an'da apaçık berrak ve net bir şekilde bildirmişti halbuki.
Allah'ın hükümlerini hiçe sayan, kaale almayan toplumalrın, kadrini kıymetini bilmeyen halkların nasıl rezil ve rüsva olduklarını anlatmış, tuğyana kalkışan tağutların ve yaltakçılarının, sesli veye sessiz destekçilerinin nasıl Allah tarafından düşman ilan edildiğini öğretmişti. Dahası bir toplumun üzerinde bulunanın bizzat o toplum tarafından fiili olarak değiştirimesi için adım atılmadığı takdirde Allah'ın da o toplumun üzerinde olanı değiştirmeyeceği gayet açık olarak bildirilmişti.
Sözde Kur'an'ın evrenselliğine toz kondurmayanlar, fiiliyatta Kur'an'ı hala tarih kitabı olarak raflarının en ulaşılmaz yerlerine hapsetmeye devam ederlerken günümüz tağuti sistemine karşın dik duruşumuzu ve safımızı ayrıştırmalı ve korumalıyız dediğimizde bizlere maalesef daha rahat bir ortam masalları, üç beş tasavvuf aliminin sözleri ve namazlı, abdestli gri tonların neredeyse Halife olabileceğinden bahsetmekte ve apaçık olan Allah'ın ayetleri için "farklı yorumlar yapılabilir, bir başkasıda başka bir anlam çıkarabilir" diyerek "tevil olsa öp de başına koy" dedirtecek cinsten savunmalar ile Kur'an'ı tarihselleştiren ve Peygamber (s) zamanı ile şuanki zamanın konjonktürel olarak farklılıklar arzettiğini gündem ederek üzerlerinde olandan memnun bir toplum olma hırs ve sevdasının mücadelesini maalesef biz muvahhid müslümanlardan çok daha yoğun bir şekilde vererek tebliğlerde bulunuyorlar.
Ve bütün bunların hepsi daha iyi daha rahat bir dünya hayatı için. Daha rahat dernekler kurabilmek, daha rahat sohbetler yapabilmek, müslümanların fikirlerini daha rahat ifade edebilmesi, daha rahat bir ekonomik seviyeye çıkmak... Biraz da ironi yapalım... Daha rahat müslümanlara küsüp farklı gruplar, oluşumlar kurmak, daha rahat sisteme entegre olmak, daha rahat hırsızların çalabilmesi, daha rahat yandaşların mahkemelerde pozitif ayrıcalıklı muhakeme olması, daha rahat yolsuzluklar yapılması, daha rahat toplumun Kur'an'dan uzaklaştırılması, daha rahat toplumun sürüleştirilmesi, daha rahat fakirin daha da fakirleşmesi, daha rahat zekat vermekten kaçınılması, daha rahat...
Sahi zekat da neydi yahu, yeni tanımlar icat etmeyelim (!) şimdi değil mi şu kadar borcun, faizin, bankaların içinde, neyse nerede kalmıştık... Daha rahat işçinin sömürülmesi, daha rahat cehenneme sözüm ona iyi niyetlerle kendi odunlarının taşınması vesaire... Oysaki Allah'ın mü'min kulları için belirlemiş olduğu rahatlık mekanı cennet değil miydi? Yoksa biz bizden öncekilerin çektiklerini çekmeden cennete girmeyi hayal etmeye ikna edilmiş olabilir miyiz acaba?
Savaşta olan bir mü'min için bu dünyada nasıl bir rahatlık hayali olabilir ki, sormak lazım. Hakkın batıl ile olan savaşında yeryüzünde fitne ve fesat kalmayıncaya ve din yani hüküm koyma ve muhakeme etme yetkisi yalnız Allah'ın oluncaya değin cihad edin emri Müslümanları bağlamıyor mu? Mekke oligarşisi içerisindeki hanif insanlar geliyor aklıma. İçerilerinde bulundukları şirk sisteminin onlarla ve onlarında şirk sistemi ile bir sorunları yoktu ve fakat Hz. Peygamber geldiğinde, topyekun bir linç girişimi... Evet burayı iyi anlamak lazım, zira hanifler içlerinde bulundukları sistem dahilinde nasıl daha iyi ve rahat konforlu bir yer edinebileceklerinin hesaplarını yapıyorlardı ve bu yüzden sistemi de dolaylı yoldan besliyor, destekliyorlardı.
Oysaki Muhammed aleyhisselam şirk sistemini ve tuğyanı ortadan kaldırmak ve muvahhid olarak yalnızca Allah'a kulluk ve ibadet edilen İslam sistemini hayata geçirmek için gelmişti. Öyle ya, biz insanlar ve cinler yalnızca Allah'a kulluk edelim diye yaratılmamış mıydık? Şimdi bir de kulluk kavramı üzerinde konuşmak gerekecek elbette, zira bu kavramımızın da içini tıpkı diğer kavramlarımızın içini boşalttıkları gibi boşalttılar ve maalesef değerli bir büyüğümüzün de dediği gibi insanlar artık kulluk deyince "namaz, oruç, zekat, hac, her şeyi bırak cennete kaç" olarak anlamakta ve yaşamaktalar.
Emribil maruf, nehyi anil münker, salih amel, şahit olma, zalime karşı mazlumun yanında olma, zalim sultana hakkı haykırma ve daha nice prensipler kulluktan değil, maalesef yapılması makbul ve mübah olan işlerden görülmeye başlanmış durumdadır. Şu an bu halimiz ile 1924 toplumundan çok da farklılık arzetmiyoruz. Yakında halifeliğin muadilinde sahip olduğumuz bir değerimizi dahi ilga ederlerse çok da tepki verecek bir durumda değiliz.
İslam dinin yeryüzüne tekrar hakim olmasını istiyorsak, Kur'an'ı artık tarih kitabı gibi olarak görmekten vazgeçip, emirlerinin ve nehiylerinin, harfiyyen işittik ve itaat ettik düsturunca, en iyiyi Allah bilir deyip gereğini yerine getirmeliyiz.
Apaçık ayetleri tevil etmeye veya farklı anlamlara çekmeye çalışmamalıyız. Söz gelimi Allah'ın hükümleri ile hükmetmeyenler için Allah Teala kafirdir, fasıktır, zalimdir diyorsa peşpeşe üç ayet ile hala Allah'ın hükümleri ile hükmetmeyenlere dostluk ve sevgi besleyemezsiniz. "O zaman ne yapacağız?" diyorlar her seferinde. Biz Kur'an'ı yaşayan bir toplum olduk da, Rabbimiz Allah bizden halife mi esirgedi diyorum ben de.