Ahmet ÖRS

04 Ağustos 2007

İNANCI ARINDIRIP BERKİTMEK, İNSANLIĞI KURTARMAK

İslam düşüncesinin günümüzde yaşadığı zafiyetlerin tarih içinde ortaya çıkan problemlerden bağımsız olmadığını görüyoruz. Tarihi kutsallaştırarak bir “tarih zindanı” oluşturan ve kendini bu zindana hapseden müslümanların günümüzde yaşadıkları problemlerden kurtulabilmelerinin yolu öncelikle kendi zindanlarıyla hesaplaşabilmekten geçmektedir.
 İslam düşüncesini Kur’an ve sahih sünnet damarından beslenerek oluşturamamanın bedelini bugün siyasi ve sosyal mahkumiyetlerle ödemekteyiz. Bazıları için son derece gereksiz ayrıntılardan ibaret olan bu alan esasında bizi hayatta tutacak ve diri kılacak yegâne tercihtir.
 Bizleri tanımlayan “müslüman” ismini bize vahiy vermektedir. Vahiyden kopuk olmamız, ondan bağımsız bir din anlayışı inşa etmemiz müslüman kavramını kökeninden koparmak demektir. Vahyi tam manasıyla tanımayan, onda eksiltme ve çoğaltma yapan anlayışların hem kendilerini tanımlamalarında hem de Kur’an anlayışlarında sıkıntılar olacaktır ve bu sıkıntılar da siyasi ve sosyal sonuçları kendiliğinden doğuracaktır.
 Modern zamanlarda geleneksel zafiyetleri de aşan sorunlar yumağıyla mücadele etmek zorundayız. Bugün müslümanlar yeni bir sıçrama yapma zorunluluğu ile karşı karşıyadırlar. İnsanlık bütün değerleriyle tükenmiştir. Cahiliye hemen bütün dünyayı egemenliği altına almıştır ve insanlığı her geçen gün biraz daha boğmaktadır. Batı formatına bürünmüş yaşam tarzı en ufak bir noktayı bile ihmal etmemek bilinciyle hareket etmekte ve muhalif potansiyelleri yatağında boğmaya çalışmaktadır. İslam dünyasının yanında birçok memleket işgal ve sömürü batağında çırpınıp durmakta, gelecek kuşaklar büyük bir tehdidin içine atılmaktadır.
 Müslümanların diri, kendine güvenen bir duruşla bu problemli zamana alternatifler üretmeleri gerekiyor. Ancak tarihten devraldığımız anlayışlarımızı yeterince sorgulayamamak bizim elimizi kolumuzu bağlıyor. İslam’ın insanlığa bir umut ışığı sunması gerekiyor. Modern insanın bireysel ve toplumsal çıkmazlarına cevap vermesi gerekiyor. Ama tarihin hemen hemen aynı gerekçelerle boğmaya çalıştığı, insanların zihninde sadece ‘yüreklerde taşınan bir inanç’ bağlamına indirgediği, özgürlüğün yolunu göstermeyen sahte bir İslam anlayışı modern insana bir şey sunamıyor, ezilen halkların özgürlük mücadelesine bayrak olamıyor.
 Aslında tarih içinde hep olumsuzluklar üretilmedi. Aziz İslam’ın bağlıları birçok dönemde yüksek düşünsel faaliyetlere, siyasi ve sosyal çalışmalara imza attılar ama o zaman da müstekbirlerin gazabına uğradılar. Egemen ideolojiler vahyin sosyal alanlardaki somutlaşmış taleplerine, yönlendirmelerine gem vurmaya çalıştılar, güç kullanarak ya da saptırmalarla o büyük yönelişleri kurutmaya çalıştılar. Tartışmalı yanlarına rağmen Mutezile gibi düşünce ve inanç akımları bahsettiğimiz gerekçelerle yok edildi. Bugün de İslam dünyasında cesur düşünce ve inanç akımlarına ihtiyaç vardır. Bu akımların somut etkileri toplumlarımıza ulaşmadıkça bahse mevzu problemlerin giderilmesine imkan olmayacaktır.
 İslam tarihindeki cesur, vahye dayanan hareketlere ve çalışmalara baktığımızda bizim bütün bu birikimin varisleri olmamıza rağmen son derece edilgen bir çizgide yürüdüğümüzü söylemek gerekiyor. Modern ve tarihi imkanlar elimizin altında olmasına rağmen yeterli bir kıpırdanış maalesef ki görülemiyor. İnsanlığın ve tarihin tek şansı olan vahiyle buluşmak ancak bizim elimizle olacaktır. Bunun için de gerekli çabaların ortaya konulması ertelenemez bir önceliğe sahip olmalıdır.
 Sağlıklı bir Kur’an ve Sünnet anlayışı zorunludur. Bu alandaki vurgu ve ısrar dünya durdukça sürecektir, sürmelidir. Kur’an’dan beslenmeyen hiçbir sosyal hareket insanlık için kurtuluş reçeteleri üretemeyecektir. Cahiliyenin bütün insanlığı kuşattığı bir vasatta tek kurtuluş olan vahyî anlayışı modern ve geleneksel kirlerden arındırmak öncelikli tercih olmalıdır. Müslümanların içinde sarsıcı, yapıcı tartışma ve üretimlerde bulunulmalıdır. Tekrardan yoğun okumalara yönelmek zorundayız. Kendimizi kandırmaktan vazgeçmedikçe belimizi doğrultma imkanımız yoktur. Vahye ve Peygambere ve onların bireysel ve sosyal hayattaki tesirlerine dair bildiklerimizi kökten sorgulamalıyız. Herhangi bir kompleks bizden uzak olmalıdır. Bugün birtakım siyasi hareketlere, onların İslamla bağlarına hemen hemen hiç bakmaksızın çözüm ve kurtuluşları havale etmek ancak bir tembellik ve teslimiyetin sonucudur. İnsanlığın uzun yürüyüşünde her şeyi ucuz siyasi söylemlerin çözüm(süzlük) gücüne teslim etmek vahiyle irtibatlı olduğunu söyleyen insanlara yakışmaz. Sadece yaşadığımız beş on yıla değil bütün asırlara karşı sorumlu olduğumuz unutulmamalıdır. İslami sorumluluklarımız bunu gerektirmektedir. Sadece yaşadığımız ülkeye değil bütün coğrafyaya, bütün insanlığa karşı sorumluyuz. İletişimin her yeri yakın ettiği bir zamanda gözlerimizi ve kulaklarımızı kapayıp cehennemî bir uçurumun kenarına kadar gelip duran insanlığın yakıcı sorunlarını görmezden gelemeyiz.
 Küresel ısınmanın ayrım yapmadan bütün insanların kapısını çaldığı, modern cahiliyenin coğrafya gözetmeden bütün insanlığı tehdit ettiği bir çağda sorumluluklarımız önceki çağlarda yaşayan müslümanlardan daha çoktur. Bu gerçeklerin psikolojik  sonuçlarını da hatırda tutarak vahye daha sıkı bir şekilde sarılmalıyız. Özgürlük ve adalet çağrımızı, inancımızı kirlerden arındırarak yinelemeliyiz. Kafası karışık müslümanları cesur ve kararlı bir şekilde aynı çizgide buluşmaya davet etmeli, sorgulamaksızın yaşanan hayatları radikal uyarılarla uykulardan uyandırmalıyız.