Ahmet ÖRS
MÂLÎ YARDIM ÇALIŞMALARININ MANTIĞI
MÂLÎ YARDIM ÇALIŞMALARININ MANTIĞI
Son yıllarda gerek büyük organizasyonlar, gerek yerel çalışmalar şeklinde olsun ekonomik yardım faaliyetlerinin arttığını gözlemliyoruz. İslami iddialarla kurulan bazı televizyonlardaki yardım programlarının geniş kitlelerle buluşması bu organizasyonların çoğalmasına, çeşitlenip büyümelerine öncü oldu diyebiliriz.
Mağdur durumda olan, herhangi bir ekonomik kaynağa sahip olamayan insanlara, toplumlara yardım eli uzatmak son derece takdire şayan soylu bir davranıştır. Dünyanın pek çok ülkesinde çeşitli sosyal organizasyonlar ideolojik gayeyle ya da salt yardım anlayışıyla bu çalışmalarına devam ediyor. Müslümanların bu meseledeki tutumları insani duygulardan evvel inanç alanlarıyla ilgili olduğundan yardım çalışmalarında öncülük yapma sorumluluğunu üstlenmektedirler.
Küresel emperyalizmin azgın iştahının bütün yeryüzünü kuşattığı, herhangi bir ayrıma tabi tutmadan insanlığı bütün unsurlarıyla tehdit ettiği bir zaman dilimine tanıklık etmekteyiz. Muhakkak ki insanlığın varoluşundan bu yana doyumsuz saldırganlıklarla yaşadıkları dönemde her türlü sömürüyü sistemleştiren kişi ve kurumlar oldu ancak bütün bir yeryüzünü en ücra noktalarına kadar ihmal etmeden sömüren, insanlık üzerinde en aşağılık baskıları oluşturan bu boyutta bir sömürü sistemi görülmedi.
Yoksulluk tarih boyunca hep üretildi. Elbette ki insanoğlunun yeryüzündeki imtihanının en önemli parçalarından biri budur ve yoksulluğu üreterek insanlığın haysiyetiyle oynayanlar ve ona karşı direnenler imtihanın taraflarıdır.
Kur’an, vahyin ilk yıllarından başlayarak yoksulluğu üretip bunu bir sosyal katman olarak insanlara dayatanlarla İslam inancına sahip olanların mücadele etmesini irade buyurmaktadır. Bu en temel İslami yükümlülüklerden biridir. Rableşme iddiasında bulunanların insanlar üzerindeki en önemli zorlama ve biçimlendirmelerinden biri de onların sosyal durumlarını kendi tasarruflarında, kendi inisiyatiflerinde görmeleri, bunun da herkes tarafından kabul edilmesini beklemeleridir. İşte tevhid inancı bu Rableşme alanını ortadan kaldırmayı hedefleyerek sosyal pozisyonlara müdahale etme karakterine sahiptir.
Kur’an’da salih amellerden en çok vurgulananlardan biri mali bir yükümlülük olan “ihtiyaçtan arta kalanını karşılıksız yardımda bulunmak”tır. Şirk güçleri mallarını, insanları daha da yoksullaştırarak artırmak amacında iken İslam inancı Müslümanlardan mali imkânlarını ihtiyaç sahipleriyle paylaşmayı istemektedir. İslam’ın insan haysiyetini ayağa kaldıran bu hükmü, iradesi her zaman insanlığın en büyük kurtuluş reçetelerinden biri olacaktır.
İslam’ın Müslümanlardan istemiş olduğu mâlî fedâkârlıkların her zamanki ehemmiyeti bugün üzerinde daha fazla düşünmeyi hak etmektedir. Mü’minler bugün egemen şirk güçleri, gayr-i İslami yönetimler altında yaşıyorlar. Yaşadıkları coğrafyalarda inançlarını şekillendirme, mevcut zulümlere muhalefet etme çabasını diri tutmaya çalışıyorlar. Bu çalışmaları yaparken elbette mali kaynaklara ihtiyaç duyuyorlar.
İslam’ı bilinç düzeyinde, ideolojik temelde yaşayan Müslümanların tevhid ve adaleti ayakta tutma, Kur’an neslini inşa etme çabalarında kendilerine düşünsel ve ekonomik yardımda/katkıda bulunacak çevre ve kişileri son derece az. Dolayısıyla bu çalışmaları yaparken kıt imkânlarla yola çıkmaktalar. Hayır hasenat bağlamında değerlendirebileceğimiz yukarıda bahsettiğimiz faaliyetler “müellefe-i kulûb” bağlamında tekrar ele alınmalıdır.
Dünyadaki yoksullukla elimizdeki kısıtlı mali imkânları paylaşarak mücadele edemeyiz. Kur’an’da ifadesini bulan “yoksulu doyurmaya ön ayak olma” yükümlülüğünü yerine getirecek bir Kur’an neslini inşa etme zorunluluğumuz var.
Tevhid ve adalet mücadelesini verecek bir kuşak oluşturulamadığı sürece yoksulluk ve sömürü ile hesaplaşabilmek mümkün değildir. Müslümanlar bu mücadeleyi verecek kuşakları yetiştirmek için ekonomik ve düşünsel çalışmalara yoğunlaşmak durumundadırlar. Düşünsel ve siyasi emeklerin yanında mali imkânların kullanımı kesinlikle bilinçli ve istişari bir biçimde yapılmalıdır. Klasik anlamda hayır hasenat mantığını aşmak durumundayız.
“Kalpleri İslam’a ısındırılacaklar” terimini iyi anlamak gerekiyor. İnsanlara İslam’ın götürülmesinin elbette ki birçok yolu var. Öğrenci eğitim ve barınma ihtiyaçları; kitap, dergi, internet gibi tebliğ/propaganda alanları; siyasi ve sosyal faaliyetler gibi İslami bir dönüşümü hedefleyen çabalar mali desteklere ihtiyaç duyan alanlardır. Kalpler doğrudan yardımla İslam’a ne kadar ısındırılabilir? İslam’a ısındırmak insanlara dinin doğru anlatılması, toplumsal şahitlik yükümlülüklerinin yerine getirilmesiyle gerçekleşebilecek bir eylem değil midir? Kur’an’daki değerlendirmeyi bu şekilde anlamak gerektiği kanaatindeyim. İnsanların ihtiyaçlarını uzun vadede, inançlarıyla birleştirerek bilinçli bir duruşla çözmek en sağlıklı tercih olacaktır.
Yoksulu doyurmaya ön ayak olmak, ancak yoksulluğu ve sömürüyü üreten anlayış ve sistemleri tanımak ve onlarla mücadele etmekle olabilir. Bunun için de insanların bir eğitim ve ilgilenme sürecine ihtiyaçları vardır. Bu süreçler de düşüncenin, imanın ilkelerinin kısaca Kur’an’ın insanlara ulaştırılması ile mümkündür. Müslümanların da kısıtlı ekonomik imkânlarını bu çerçevede değerlendirmeleri gerekmektedir.