Musab İÇEN

25 Eylül 2012

MODERNİZM ÜZERİNE

‘’Modernliğin Felsefi Söylemi’’ adlı kitabında Habermas; Foucault, Bataille ve Derrida'yı 'neo-struktüralist' olarak eleştirir. Hegel'in ilk olarak kullandığı bir sözcük olan 'modernite' "yi, Habermas, "tarihi bir bağlamda kullanılmıştır. Bu İngiltere'deki 'yeni zamanları' belirlemektedir. Aynı zamanda Fransa'da da 'lestempsmodernes' kullanılmıştır." Bu aşağı yukarı 1800'lü yılları içermektedir. O tarihlerde ise 'modernite' geçmiş olan üç yüz yılı kapsamaktaydı. Yeni Dünya'nın bulunuşu, Rönesans ve Reform, Orta Çağ ile modern zamanlar arasındaki tarihi eşiği içerir. Hegel aynı şekilde bu modern sözcüğünü Hıristiyan Germanik dünyasını tanımlamak için de kullanır. Bu da greko-romen bir Antikiteden gelmektedir. Görüldüğü gibi modern sözcüğü, tarihi uzantısı belli olmayan ama mekânı Avrupa kıtası olarak belirlenen bir yeri kapsamaktadır. (Modernliğin Felsefi Söylemi- Habermas)’’

 O halde Modernizm nedir? Tanrısız bir toplumun nihilizmi, bütün idealizmlerin sonu ve bürokrasisi yoluyla insanları boğan aşırı akılcılığı. Vaat edilen bir ülke yok, kaygısından kaçılabilecek gerçek bir limanda yok. Sadece tüketim hırsı ve işbilirlikle ifade edilen bir saygınlık halesi var. İnsanlararası ilişkiler, hayatı paylaşmak için değil hayattan pay almak için yapılıyor. Nüfuz alanı arttıkça insan daha da ‘Ben'leşiyor. Herkes aynı sahteliğin içinde aynı umursamazlığı sergiliyor. Gizli-açık dramlarda parça parça ümitlerle aynı yabancılaşmanın pençesinde ruh dünyaları uyuşmuş durumda. Yaşamanın sadece hayvansal içgüdülerin tatmini ile sağlandığı bu hayat şekliyle insanlığın geleceğinde ciddi problemler açtığını ve bu problemlerin gittikçe artacağını açıkça gösteriyor.

Modern dünyanın ana eğilimi; Allah’ın koyduğu kuralları, dengeyi, bütünlüğü bozup parçalamaktır. Çeşitli imajlar, markalar, eğlence, tüketim, şiddet, sapıklık, aşırılık ve bencillik olarak karşımıza çıkan modern yaşam biçimi, insanı his ve güdülerine indirgeyerek değerler hiyerarşisini altüst ediyor. Modernite insana her şeye burada sahip olabileceğini anlatır. Onun cenneti bu dünyadadır. En güzel ev, araba, eş vesaire her şey burada. Bunun için ilahi emirler feda edilir. Vicdanlar modern İslami söylemlerle teskin edilir. Modernite her ikisini yaşamak isteyen Müslüman için hayatı merkeze alarak geniş bir mubahlık alanı oluşturdu. Her şeyi meşrulaştırma yoluna gitti. Müslüman’ın tatil yerlerinde, gayri İslami yaşam yerlerinde yer alarak da iyi bir Müslüman olabileceğini söyledi.

Modernistler kendilerine itibar eden kitleyi vicdanen rahatlatabilmek için onlara öncülük eden ulemayı da köylü olmak, hayata uyum sağlayamamakla itham ettiler.
Çağın değerleri İslamla ne kadar uyum sağlar. Pozitivizm, kapitalizm, materyalizm, modernizm, sekülerizm İslam’la nasıl yan yana durur. Sınırsız özgürlükle, insanı maddeye köle yapan batı ile Allah’a kul yapan İslam yan yana olur mu? Tabi ki “Hayır’’…
Modernitenin kullandığı her kavramda dini ezme vardır. ‘’kalkınma, ilerleme, gelişme, aydınlanma ‘’ gibi kavramları hayatın içerisine kadar sokarak, insanların iç dünyaların da mecburiyetmiş gibi algılatma çabasına girerler. Şu da açıktır ki; Allah bizim ilerlememizi, kalkınmamızı, kendimizi geliştirmemizi, nimetlerden faydalanmamızı, elbette ki istiyor ama ‘’denge’’yi sağladığımız sürece, aşırıya kaçmadığımız sürece, bunların hepsini yapmakta herhangi bir kusur görmüyor. İslam, aksine; Müslüman, kendine bakan, çağa en güzel şekil de ayak uyduran, ilim ve bilimden haberdar olan olmalıdır. Çünkü’’Biz ne zaman ki Allah’ın ayetlerini (yarattığı ayetleri) okumayı bıraktık, işte o zaman geri kalmaya başladık ve çöküş başladı. Bizim sadece Kur’an alanın da ilerlememiz yetmiyor. Artık, ilime de bilime de önem vermeliyiz.


Modernite sürekli bir değişim içerisinde gayri iradi olarak insanı dinden uzaklaştırır. Moda veya modacılar insanları değiştirir şekillendirir. Modern tüketim kültürü açısından önemli olan, insanların neye inandığı yahut nasıl giyindiği değil; bir müşteri potansiyeline sahip olup olmadığıdır. Yani bir tüketim aracı olarak bakılmasıdır veya insanları öyle görmektir. Böylece yeryüzüne adaleti, dengeyi, hakkı, haklı olanın yanın da ve bunun gibi şeyleri tesis etmek için gönderilen insanlar, birer tüketim makinesine dönüşürler. Bir noktadan sonra ihtiyaçlarımız için değil bizatihi tüketmek için tüketmeye ve satın almaya başlarız. Avrupa, Amerika ve Türkiye’de de dâhil ileri kapitalist toplumların yaşadığı en büyük sorun da bu zaten. İnsanlar dünyanın diğer bölgeleriyle kıyaslandığında neredeyse sonsuz tüketim imkânına sahip oldukları halde mutlu olamıyorlar. Çünkü kimse işinden, aşından, yediğinden, elinde olandan memnun değil. Hal böyle olunca insanları tüketim makinesi olarak gören kapitalist zihniyetlerin işine geliyor tabi ve ellerinden geldiğince insanları; “her şeye sahip olmalısın, hayatın zevklerini tatmalısın, dünyaya bir kez geleceksin, bu fırsat kaçmaz’’ v.b sıralayabileceğimiz gibi sloganik cümleler kurarak, insanın nefsini uyandıracak malumatlar sunuyorlar. Din konusuna geldiğinde; bireyin manevi ihtiyaçlarını karşılamak için ise sahte dinler, vicdanlarını rahatlatmak babın da türbelere, mezarlara v.b yerlere insanları yönlendirerek rahatlatmaya çalışıyorlar. Bu yüzden din bir bütün olarak ele alınmıyor ve dinî inanç ile manevi yaşam arasında ayrım yapılıyor. Bu noktada, modern dünyanın ürettiği metafizik ve ahlâkî sapmanın panzehirinin, İslâm olduğunu şiddetle ifade etmemiz gerekiyor. İfadeyle kalmayıp yaşayarak anlatmamız gerekiyor. Varlık ve değerler hiyerarşisinin merkezine Allah’ı koyan İslâm, hayatın manasının tüketim kültürüne, harcamak, israfetmek, herşeyin oyun ve eğlence gibi değerlere indirgenmesine karşı çıkar.

Modern dünyanın madde ile manayı, akıl ile kalbi, ahlâk ile gerçekliği birbirinden koparan yapısına karşılık, İslâm kendi içinde bir çözüm yolu sunar. Bu yüzden her tür sosyal ve ekonomik sorunlarına rağmen, maneviyat yolunun diriliğini muhafaza ettiği İslâm toplumlarının, özendikleri Batı toplumlarından bir adım ilerde olduğunu söylersek, yanılmış olmayız. Çünkü şuan ne halde olduklarına hepimiz şahidiz. Biz İslam’dan, Kur’an’dan, Peygamber’den uzaklaşırsak, hayatı tamamen zevk ve eğlence olarak görürsek, anın tadını çıkarmaya çalışırsak; yozlaşıp yok olan ve yok olmaya mahkûm toplumlardan bir farkımız kalmayacaktır.

Bir başka kanayan tarafımız da; “Modernizm sürecinde önce ümmet parçalandı, sonra cemaat dağıldı ve şimdi de aile parçalanıyor, sıra bireye gelecek. Modernizm, dünyacıdır, şimdicidir, ötesi yoktur, bireyseldir, parçalar, bencildir, bizi yoktur, paylaşımı bilmez. Şekilcidir, akılcıdır, hikmet bilmez, hesapçıdır, fırsatçıdır, vicdanı yoktur. Tüm bu özelliklerin kuşattığı modern insan da müstağni, mütekebbir, mağrur, benmerkezci ve sahip oldukları ile şımaran bir yapı gösterir.” (Ramazan KAYAN-Makale) İslamiyet ise şahıslara bir şahsiyet kazandırır, bu şahsiyetler üzerinden aile kurar. İslâm dünyasında bu bağı koparmaya çalışan; aklın, vahiy ve ilhamdan bağımsız olduğunu iddia eden bir kısım zihniyet, asla İslâm düşüncesinin ana yatağına müdahil olamamıştır. Modernizm ve yansımalarını anlamak için onu belirleyen insan kavramını anlamak gerektiği sonucuna varılır.

Modern insanın kendisini nasıl algıladığı, Allah ve dünya karşısındaki konumunu nasıl gördüğünü iyice kavranmalıdır. Ayrıca, fikirleri modern dünyayı şekillendiren ve şekillendirmeye devam eden insanların ruh ve zihinlerini belirleyen şeyin ne olduğunu anlamak da son derece önemlidir. İşte bunların anlaşılması sonucun da Vahyin bizlere ne denli önem verdiği, aklın ve vicdanın ne kadar önemli olduğu, aşırıya kaçmanın, sınırsızlığın, tüketim hastalığının ne kadar zararlı olduğu açık ve net şekil de gözler önüne serildiğine bir kez daha şahit oluruz. İnsan tesadüfen konuşabilen ve düşünebilen bir hayvan değil, Allah tarafından yaratılmış ve nefse sahip bir varlıktır. Yaratılmışların en mükemmelidir.

İslâmî açıdan insan, yeryüzünde yaşamaktadır ve dünyevî ihtiyaçları vardır; ancak o ne sadece bu dünyaya aittir, ne de ihtiyaçları salt dünyevî olmakla sınırlıdır. İnsanın yeryüzünde hüküm sürmesi, kendi hakkı olduğu için değil, bütün yaratıklar önünde Allah'ın vekili olarak bulunduğu içindir. Bu yüzden de, yaratılmış düzenin Allah'a karşı sorumlusu ve yaratılmışlar için rahmet vesilesidir. Modernizim de tam bunun aksine insanın tek dünyalı olduğuna, tüm hayvani ego ihtiyaçlarını karşılaması yönün de çabalamasına, tüm bunları gerçekleştirmek için de olağan gücüyle çalışması gerektiğine inandırmaya çalışır. Ben merkezli bir hayatın kurbanı etmek için benliğine hitab eden, O’nu düşünmekten alıkoyan, tamamen ihtiyaçları üzerine yoğunlaştıran sistemler ortaya atar. Vahyi hayatından dışlamış bir kişiler bu tuzakların baş kurbanları olup telef olurlar. Çünkü İslam ‘ben’ merkeziyetçilik değil, aksine ‘biz’ merkeziyetçi bir anlayış üzerine indirilmiştir. Müslüman cennetini bile paylaşan olmalıdır. Müslüman Ensar olmalıdır. Müslüman Habil olmalıdır. Vahiy insana bunları öğütleyerek O’na değer katıp Modern, kapitalist, laik, demokrasi gibi çamurların bulandığı bir hayattan rahmet yağmuruyla yıkayıp, arındırıp temizler. Kur'an-ı Kerim'de, Müslümanların vahiyden uzaklaştıkça mükemmellikten uzaklaşacaklarını bildiren İslâmî bakış açısının gerçekçiliği, yakın zamanlara kadar modern Avrupa felsefesinde süregelen ütopyacılığın İslâm düşüncesinde de filizlenmesini önlemiştir. Dahası Müslümanlar, mükemmel bir hâlin ancak Allah'ın yardımı ile mümkün olabileceğinin bilincindedirler.

Modernizim’in en büyük silahı olan ve bu silahı en iyi şekil de kullanıp insanları uyutarak yok etme veya afyonlayarak yok etme adı altın da isimlendirebileceğimiz tek şey vardır; O da ‘’Mal tutkusu’’dur. Çünkü insan benliğinde sahip olma tutkusu yatar. Sahip oldukça, daha da fazlasını ister ve bu isteklerin asla sonu gelmez. Halk arasın da kullanılan; “Gözünü toprak doyursun” vecizi gerçekten de mal hırsı olan insan için tabiri yerin de bir ifadedir. Mal hırsı insanın bencilleşmesine sebep olur, bencilleşen insan kendisinden başkasını düşünemez olur, kendisini düşünmeyen insan hiç bir şey düşünemez. Modernizim bu anlam da insanlara rahata, harcamaya, ego tatmin etmeye, kapitalizme, sekülerizme yöneltip, Rızkı veren, yaratan ve yaratmaya devam eden, yeryüzün de insanlar tarafından üretilip kullanılan her şeyin tek sahibi olan Allah’ı unutturmaktır. Böylece; “Kendi istek ve tutkularını (hevasını) ilah edineni gördün mü?” (Furkan suresi/43) ayeti, bu sistemin kurbanı olan insanların durumunu çok iyi anlatıyor. Kuranda mallar ve mal tutkusu ile alakalı, insanın bu dünyada sahip olduğu veya olacağı mülkiyetler ile ilgili, ellerindekini ne yönde kullanacağını, infak edeceği ile ilgili tahmini 83 ayet geçmektedir. Bir kaç tanesine şöyle bir incelediğimiz zaman, Allah’ın hayatımızın her alanına müdahil olduğunu, herşeyimizi en iyi, en güzel şekil de kullanmamız gerektiğini bir kez daha öğrenmiş oluyoruz;

“Bir de aranızda mallarınızı batıl sebeplerle yemeyin. İnsanların mallarından bir kısmını bile bile günah ile yemek için, o malları hâkimlere rüşvet olarak vermeyin.’’(Bakara suresi/188)

Dünya kurulduğundan bu yana, toprak, mal, mülk, şöhret sahibi olmaya başlayan insanla birlikte; iki yüzlülük, aldatıcılık, her türlü kandırma oyunları, yalan, iftira, hırs ve daha birçok şey peyda olmuştur. Bunlar sonucun da insanoğlu karşısındakileri, insan olarak değil de ele geçirilmesi gereken bir eşya olarak bakmaya başlamış, ele geçirmek için ise her yolu kendine mubah görmüştür. Zaman zaman bunların yanlış olduğu noktasın da birçok peygamber, resul gönderilse de bu batıl sistemi savunan, bunlara dem vuran insanlar daha baskın çıkmışlardır. Çünkü insan, Allah’ın buyurduğu gibi “Hayır! Bilakis siz, çabuk geçeni (aldatıcı olanı) seversiniz” (Kıyame/20). İşte Rab’imiz bunun ancak koca bir yalan olduğunu, gerçek olanın ise Ahiret yurdu olduğunu bir kez daha vurgulamıştır. Gerçek olanı anlatmak sadece bir şey ile değil Allah onu insanların gündelik hayatların da olan her ne varsa onlarla da anlatmaya çalışmıştır; çünkü her şey Allah’ın umudu olan insan içindir.

Boşa harcama, yalan dolan, faiz, haram, rüşvet vb. dedik. Bu kavramlar tarihi süreçler boyunca farklı kelimelerle ifade edilmişse de sonuç olarak hepsi aynı sisteme hizmet etmişlerdir; “kapitalist, modernist, Marksist”. Bu sistemler zamanla yok olup gitmişlerdir; çünkü Allah’ın karşısın da hiç bir şey duramaz. Bu sistemler yok oldukları gibi kendisinin yolundan giden insanları da yok etmişlerdir. Evet sırf daha çok mal, para, koltuk sahibi olmak için bugün Müslüman geçinipte, dininden ödün veren insanlar da var. Görünüşte dininden taviz veriyor gibi ama asıl kendi kişiliğinden ödün verdiğinin farkında değil. Bir gün mutlaka anlayacak fakat o gün geç olacak.

“Malının, kendisini ebedi yaşatacağını sanır.” (Nisa suresi/104) İşte tüm bu anlatılanların ve daha da anlatılacak olanların kısa ve öz anlatımını Rab’imiz bir ayetle ifade ediyor. “Ebedi yaşama isteği”. Neden peki? Neden insan kazandığı şeylerin kendisini ebedi kılacağına inanır? Çünkü kazandığı şeylere o kadar bağlanmış ve inanmıştır ki; kendisini kurtaracak bir şey varsa O da elinde bulundurduğu malın, mülkün olduğuna inanmasıdır veya yukarı da bahsettiğimiz sistemlerin, bunları insanlara dikte etmelerindendir. İşler bu noktaya varmadan, Allah sınırı belirleyip sınırı aşanların hem bu dünyada hem öbür dünyada yanılacaklarını, hüsrana uğrayacaklarını ve suçlu arayacaklarsa bile ancak kendileri olduğunu bir kez daha bize anlatmış bulunmakta.