Ahmet ÖRS
05 Nisan 2008
PARADİGMANIN İFLASI VE ALTERNATİFLER
Bizdeki egemen paradigma nev-i şahsına münhasır bir özelliğe sahip: Dünyadan bir şey almayan, dünyaya hiçbir şey vermeyen. Dünyadan bir şey almadığı bütün zamanlar için geçerli değil elbette. 1925ler’den 40lar’a kadar alacağını almış. Hitler’in, Mussolini’nin, Stalin’in faşizan anlayışlarından fazlasıyla etkilenmiş. Paradoksal bir şekilde “cumhur”la ilişkisini ona ait olma değil de onu şekillendirme mantığıyla kurgulamış. Yani alacağını o zamanlarda almış, orada öylece kalakalmış.
Aldığı şeylerin niteliğini tartışmak abesle iştigalden öte bir şey değil. Ya verdikleri nedir? Alacağı bunlar olanın insanlığa verebileceği bir şeyi olabilir mi?
Bu anlayışın tek bir boyutu var: Bizden başkası olmasın. Bizden başkasının memlekete dönük bir düşüncesi oluşmasın. Bizden başkasının sesi çıkmasın. Ya da ne halleri varsa görsünler.
Paradigma içine kapanmada ısrarcı. Dünya yansa umurunda değil. Sınırların ötesini bırakın Çankaya köşkünün bahçesini bile merak etmeyecek neredeyse. Politika, atılım anladığı kelimelerden değil. Nasıl bir mantıktır, izah etmek mümkün değil.
Halkın değerleriyle barışık olmak elbette böyle bir sistem için mevzubahis olamaz. O zaman halkı ve değerlerini kendileri için problem olarak gördüklerinde dönüştürmek, olmazsa yok saymak en temel refleksleri olacaktır. Halkın inançları, ekonomik sıkıntıları, küresel ilişkiler… Bunlardan hiçbiri onların umurunda olmaz. Olmadığını defalarca kanıtladılar. Darbeler tarihine döndü tarihleri, yasaklar tarihine, yolsuzluklar tarihine…
Sanki son birkaç yılda sermayeyi tüketmenin hırçınlığı içindeler. Bağırıp çağırıyorlar. Geçen yılki mitingler, yaygaralar neydi öyle! Ama baktılar ki o da tutmadı, muhtıralar sonuç vermedi. Sıra geldi yargı darbesine. Onlar olmazsa, bu! Bizde seçenek tükenmez mantığı işte.
Düzmece iddialarla yıllarca halkı zapt u rapt altına almak, demoklesin kılıcını tepelerinde sallandırmak temel davranışlarıydı, onu devam ettireceklerini sanıyorlar. Ama artık içerde ve dışarıda durum vaziyetler değişti, köprülerin altından çook sular aktı. Belki birkaç adım yine istedikleri olabilir ama kapalılıkları geleceği görmelerini engellediğinden kapalı gözlerle iflaslarını en son kendileri fark edecekler.
İçerde ve dışarıda yalnızlaştılar. Yirminci yüzyılın başında batının adamıydılar, pozitivizmden beslenen anlayışların sınırsız etkisindeydiler. Etkilendikleri hareketler neredyse Hristiyanlıkta eridiler ama bunlar aynı yerde kapalı devre dolaşıp duruyorlar. Hayatın anlamından bir kelime bile kapamamak ne büyük bir trajedi… Dışarısı aldı başını yürüdü, içerisi eski çekingen günlerinden uzakta. Tabiî ki artık hiçbir şey eskisi değil. Eskisi gibi olanlar sadece kendileri.
Dışarıda eski dostlar yeni yönelimdeler, ortaklıkta zafiyetler oluştu. Onlara da ulusalcı refleksler gösteriyorlar. Bir paradoks da burada: Hem batılı anlayışların referansıyla hayat kur, hem de onlara meydan oku, onları düşman olarak gör, hem de halkın inançlarını yasakla. Yani tam bir ortada kalma durumu.
Başörtüsü üzerinden yaşanılan hesaplaşma ülkeyi herkesin özeleştiri yapması gereken bir noktaya taşıdı. İktidar partisinin korkak tutumu beş yıl bekleme sonucunu doğurdu ama derin güçler yüz beş yıl da beklense müsamahasız davranılacağını göstermiş oldular. Burada müslümanlar için alınması gereken dersler var tabiatiyle. Kararlı olunmadıkça, sahih bir inanç çizgisi tutturulmadıkça asla hiçbir şey istediğimiz gibi olmayacak.
Küresel güçlere bel bağlayanlar içerdekiler karşısında onları yanlarına müttefik olarak alanlar şunu bilmeli ki stratejik olarak sizden yana duranlar asla sizin gibi inanmadıklarından dostunuz olmazlar. Gün gelir “kırk satır-kırk katır” kapanına düşülür. En iyisi her şeye en baştan başlamak.
Paradigma iflas ederken yerine neyin ikame edileceği önemli. Çok basitinden bir örnekle, Kopenhag kriterleri yerine Mekke kriterlerini dillendiremeyenler elbette paradigmanın bırakacağı boşluğu dolduramazlar.
Kur’an nesli, çağlar üstü bir proje hem, hem de her an sorumluluğu omuzlarımız üzerinde duran bir yükümlülük. Yani durmak yok, boşluk bırakmamalı.
Siyasi gündemle ilgilenmek kulluğun bir gereği kuşkusuz ancak içerde sahih adımlar atılmadan, olgunlaştırıcı süreçlere emek verilmeden hengâme içerisinde kaybolabileceğimizi görebilmeliyiz. Birikim şart: Düşüncenin ve inancın derinleştirilmesi ve nicelik meselesine de artık farklı bakılması gerekiyor.
Slogan olarak anlaşılmadan söyleyelim: Beşeri hiçbir ideoloji insanlık için nihâî bir çare olamaz, ilelebet varlığını sürdüremez. Ama unutulmamalı ki bunu Rabbimiz bir imtihan alanı olarak bizim ellerimize havale etmiştir.