Ahmet ÖRS

24 Haziran 2009

SEKÜLER DEVRİM BEKLENTİSİ

İran’da devrimin otuzuncu yılı oldukça sancılı bir sürece işaret eden gelişmelere gebelik yapacak gibi görünüyor. Çocukluğumuz İran devrimi süreciyle, İran-Irak savaşının hikâyeleriyle geçti. Babamız İran’a gidip gelen bir nakliyeci idi. Her gelişinde savaşı anlatırdı. Devrim yıllarında yaşananları da peyderpey kendi penceresinden bizlerle paylaşırdı. Şimdi benim çocuklarım farklı bir İran anlatımına muhataplar.

Allah, şüphesiz ki günleri insanların arasında döndürüp dolaştırmaktadır. Dün imtihanı kazananlar varken bugün kaybedenler olacaktır. Tabi ki bir bütün halinde kazanan ve kaybeden blokları belirlemek imkânsızdır ancak genel çerçeve hepimize bir kanaat verebilir.

İran’da yaşananların çok boyutlu olduğunu söylemeye gerek bile yok. İnkılâbın geçirdiği aşamalar, sosyal ve ekonomik politikaların halkta bulduğu karşılıklar, uluslar arası siyasetin İran’daki yansımaları hep birlikte bu süreci ortaya koymuştur. İran esas itibariyle iki kutuplu dünyanın iki başından biridir dense yeridir. Küresel kapitalist sömürgeci devletler bir yanda, her türlü zaafına rağmen egemenlerin belirlediği ilişkilere boyun eğmeyen İran bir diğer yanda. Bu kutup ilişkisini lâyıkıyla kavrayamayan toplumsal kesimler İran’da da muhakkak olacaktır. “Uluslar arası arenadaki rolün canı cehenneme, ben kendi işime bakarım” zihniyetindeki insanların varlığı bizi şaşırtmıyor. Dolayısı ile bütün mazlum halkların Ahmedinejad’a duyduğu sempati İran’daki sıradan bir kişi için anlamsız hale gelebilir. Bu bir tercihtir ve tercihler kitleselleşince daha önceden asla tahmin olunamayacak sonuçlar doğurabilir.

İran’da belli bir toplumsal kesimin yaşanan hayattan hoşnut olmadığı bu vesileyle belirgin bir biçimde ortaya çıkmıştır. Süreç iki tarafa doğru da işleyebilir: Yaşananlardan ders alacak bir Ahmedinejad yönetimi ve yeni uygulamalar; ya da bütün dünyayı saran ve Obama ile de sembolleşen ılımlı rüzgâra teslim olmuş bir yeni yönetim vizyonu. Bunlardan birinin yaşanması mümkün olabilecektir ancak insanlara dönük sarsıcı ve yaralayıcı fiili müdahaleler de kaçınılmaz gibi görünüyor.

Türkiye’deki medya ve entelektüel kesimlerin İran ilgisi her zaman yoğun ve problemli olagelmiştir. “Molla” sözcüğünü alabildiğine olumsuz anlamda kullanarak peşin hükümlülüğü gönüllü bir şekilde üstlenen bu çevreler, olayları bir seküler devrim beklentisi, umudu içinde yorumlamaktadır. İran halkının dini tercihlerinin tarihsel arka planını bilmeyen bu cehalet ve taassup ehli insanların doğru tahlil yapabilme imkânları eskiden de yoktu, bugün de yok, ilerde de olmayacaktır.

Seküler hayata kanamamak bir insan için ancak ziyan olup giden bir imtihan sürecidir. Bunu yapmak, başkaları için dilemek bize ne kadar da anlamsız ve acınası gelmektedir! Elbette Rabbimiz her şeyi görüp gözetleyendir. Avuçlarını ovalayıp duran emperyalistlerden Siyonistlere kadar her düşman Musavi’ye hayran değildir, İran’da taş atan o gençlere hayran değildir ancak onların açacağı deliği önemsemektedir. Musavi’nin sadece geçici bir sembolden öte bir işlevi olmayacaktır. Bir hareket adamı olsaydı eğer muhakkak şimdiye kadar kendisini tanır, takip ederdik. Çok boyutlu işbirlikçi mekanizmanın zavallı bir ayağı olarak kalacaksa eğer bu utanç kendisinin peşini ölene dek bırakmayacaktır. Rafsancanilerin her tarafa uzanan el ve kolları uluslar arası destekçileriyle beraber şimdilik Musavi üzerinden hesaplar yapıyor görünmekteler.

Çocuklumuzdan bugüne ve de muhtemelen ölümümüze kadar İran konuştuk ve konuşacağız. Çünkü ortadoğunun talihsiz halkları hâlâ Irak’ta, Pakistan’da, Afganistan’da, Filistin’de katil Amerika’dan, İsrail’den bombalar yedikçe kalplerimiz bütün Ortadoğu halklarıyla birlikte atacak.