Ahmet ÖRS
ZAMAN TÜNELİNDEN ÇIKMALI
İslam sadece maneviyat, çok sevsek de Mutezile’nin kelami çabaları ya da tevhid-şirkin soyut mukayese alanlarından mı ibarettir? Kısaca cevaplayalım; “değil”dir. Biraz toplumsal gerçekliğe yoğunlaşan bir çalışma görülse hemen “manevi boyut görmezden geliniyor” itirazları yükseliyor maalesef. Hayatın anlamını kavramaya dönük felsefi çıkarımların ihmal edildiği kaygıları dillendiriliyor. Yoksulların dünyasına çevrilen projektörler, Marksizm’e kaymakla suçlanıyor. Adil bir dünya için ezen-ezilen çelişkisine yapılan vurgular maalesef kavranamıyor, buna dönük toplumsal mücadele alanları şirke, liberalizme kaymakla suçlanıyor. Onun bunun peşine takılmakla itham ediliyor.
İslam, adalet üzere bir dünya imar etmek ister. Bunu yaparken elbette Allah’ın yüceliğini ortaya koyma sadedinde yaratılışı insana daha iyi kavratmak için farklı ayetleri önümüze koyar ama Allah aşkına Rabbimizin amacı sürekli Allah’ın yüceliğini insanlara teolojik delillerle anlatmak mıdır? Müslümanlar zaten buna inanmışlar, bunda bir problem yok. İnandıkları bu temel onlar için nasıl bir dünya vaat ediyor? Mesele budur. İnandıkları bu ilkeler insanların yaşadığı birebir sıkıntıları nasıl göğüsleyecek, onlar için nasıl bir direniş haritası çıkaracak? Yoksul köylülerin, fabrikaları kapatılan işçilerin dertlerine neler söyleyecek? Kemalizmin ezdiği hayatları ayağa kaldırmak için hangi aşamaları teklif edecek? Kürt ya da Ermeni meselesinde hangi tavırları takınacak? Farklı inanç ve siyaset çevrelerinden insanlarla ahlaki temelde nasıl bir işbirliği önerecek?
Uzun dönemdir, haklılık evreleri hariç, Müslümanlar bir döngü içerisine kendilerini hapsettiler doğrusu. Müslümanlar derken mutlaka bu döngüyü zorlayan, onu aşmaya çalışan anlayış ve yapılar var oldu tabii ki ancak tevhidi kimlikli çevreler bu ölümcül tabloya layıkıyla cevap üretecek bir performans sergileyemediler. “İlkelerimize aykırı!” dediler, ilkelerini sorgulamadılar, Kur’an’dan öyle ilkeleri nasıl çıkardıklarını izah etmediler, kendilerini yenileyemediler. Bu zihinsel tembellik ya köklü bir savrulmayı ya da iyice içe kapanmayı getirdi.
Yeryüzünde adaletin timsali olacak Müslümanlar bir şekilde hayatla buluşamazlarsa, hayata dönük çabaları hep bazı argümanlarla kesilecekse insanlık hangi kurtuluş umudunun peşine düşecek? Bakıyorsunuz, “darbelere değil düzenin hepsine karşı çıkmalıyız”, “ekonomik sorunlar fazla öncelenmemeli yoksa dünyevileşiriz”, “acaba liberallerin peşine mi takılıyoruz”, “fazla Marksist söylemler üretmeyelim”… Bıktıran bu itirazlar tam da Müslümanlar usul usul sahaya inmeye çalışırken ayaklarımızı çelmeliyor. Sanki devasa bir yürüyüş varmış da sapmalar başlamış gibi.. Bırakalım da biraz bir şeyler yapsın insanlar, bu din dairesi nasıl bir şey ki hemen Müslümanlar bu daireden çıkıyorlar? Galiba bunun tek bir çaresi var, hiçbir şey yapmadan ilkelerimizle kendi köşemizde durup kalmak! Bırakalım hayat akıp gitsin, başka ideolojiler mustazafların elinden tutsun, biz öyle kenardan onlara bakıp ilke türküleri tutturalım!
Önerimiz, bir an evvel ilkeleri gözden geçirmektir. İlkeler birincisi, ne kadar Kur’an’ın hedefleriyle uyumludur? Hayata ne kadar tekabül ediyor? Yani gerçekten ilke midirler? İnsanlığa rahmet olarak gelen bir din, insanlara el vermeyen ilkeler üretebilir mi? Demokrasiydi, sendikaydı, Tekel direnişiydi, Akp’ydi derken o kadar garip itirazlar yükseliyor ki neyin nesidir anlamak mümkün değil doğrusu!
En büyük ilkemiz âlemlerin Rabbinin yarattıklarına zulmedenlere karşı cansiperane bir mücadele hattı oluşturmak olmalıdır. Yeni biçim ve içeriklerle sürekli yenilenen bir mücadele hattı inşa edemezsek zaman tünellerindeki mahkûmiyetlerimizden kurtulamayız. Gücümüz oranındaki aşamalı mücadele stratejisine biraz da geniş pencerelerden bakabilmeliyiz. Azıcık sesimiz çıkmaya başladı mı hevesimizi kursağımızda bırakan hassas uyarıları biraz daha gözden geçirerek yapalım.