''Söylemin esiri olmadan''
Bu süreçte bölgedeki söylem gücü, potansiyel gücü ile birleşince Türkiye'nin fazlasıyla dikkat çekmesi kaçınılmazdı. Bu durumda asıl sorun Türkiye'nin söylem gücü ile reel gücü arasındaki büyük çelişkide yatıyor. Söylem gücü ile reel gücü arasındaki çelişkiye rağmen potansiyel gücün ima ettiği tehlike, Türkiye'yi hak ettiğinden daha büyük bir tepkiye, hatta cezalandırmaya muhatap kılması kaçınılmazdı.
25-10-2014
Her savaşı bitiren bir anlaşma vardır; bu da savaş sonrası dengeleri düzenler. Soğuk savaş bitmiş ama savaşı bitiren anlaşma yapılmamıştır. Bu nedenle de facto tek kutuplu dünya düzeni bölgesel düzenlerin, bölgesel güçlerin çıkmasına neden olacaktır. Bu durum dünya sistemi açısından kaotik bir döneme işaret eder.
Soğuk savaşın galibi olduğuna göre Amerika bu zaferini perçinleyecek, savaş sonrası düzeni tesis edecek bağlayıcı bir anlaşma neden yapmadı sorusu bu çerçevede anlamlı olabilir. Amerika'nın zaferini bir anlaşmayla teminat altına alacak bir mutabakat her şeyden önce Amerika'yı kayıt altına alacağı, kendisine de yükümlülükler getireceği için bizzat kendisi böylesi bir anlaşmaya yanaşmamış olabilir.
Soğuk savaş sonrasının en dramatik dönüşümlerini, en sarsıcı ve acılı sonuçlarını Ortadoğu'da yaşıyoruz. Avrupa ve eski Sovyet sistemi bir şekilde bu geçişi yeniden düzenleyerek atlattılar. Bosna gibi Müslümanların taraf olduğu kanlı düzenlemeler hariç tutulursa Avrupa kendi içinde düzen sorununu Amerika'nın da desteği ile çözmüş oldu.
Ulus devlet olarak sınırlarına çekilmeyi hiç hazmedemeyen Rusya var olan potansiyelini harekete geçirebileceğini, bölgesel bir güç olmaktan yavaş yavaş küresel aktör olmaya döneceğini göstermeye başladı. Kırım ve Ukrayna krizi bunun ilk işaretleridir. Amerika'nın bağlayıcı bir anlaşmadan, yani yükümlülükten kaçmasının ne anlama geldiğini Kırım krizindeki sessiz tavrı çok iyi açıklar mahiyettedir. Benzer sessizlik Rusya için de geçerli. Bölgesel ölçekte hamle gücünü elde tutmasına rağmen hala meydan okuyucu bir söylemden uzak durması altı çizilesi bir durum.
Küresel dengeler içinde kaotik yapının Ortadoğu'da tüm bileşenleri, aktörleriyle devreye girmesi eski halin artık muhal olduğunun kanıtı.
Ortada iki küresel suskunluk söz konusu. Küresel savaşın galibi de, bölgesel yeni hamlelerin galibi de suskun. Çin yükselişi henüz bir kenarda duruyor, muhtemel aktörlerin en iddialısı olmasına rağmen.
Birinci Dünya Savaşı'nın dengelerini soğuk savaş döneminde de dondurarak sürdüren yapı bugün yeniden şekillenmeye aday. Kurallar ve tarafların kapasitesi tam olarak net olmadığı için her an şaşırtıcı ittifaklar, yeni dengeler kurulması mümkün.
Ortadoğu'nun sahipleri toprakları, gelecekleri, hakları, sahip oldukları zenginliklerin üzerinde oyun kuran, adeta kumar oynayan bölge dışı güçlerin ürkütücü sessizliğine rağmen en çok ses çıkaran taraf konumunda. Bir tür çaresizliğin feryadı da denebilir. Biriken öfkenin, tarihin kendilerini sıkıştırdığı dar alana isyanın feryadı...
Bu hengâmede en fazla ses verenlerden biri de Türkiye oldu. Yüzyıllık sessiz uykudan sonra kendisinin de, muhataplarının da alışık olmadıkları bir tonda konuşmaya başladı. Dile getirilen söylemin tek başına ne anlam ifade ettiğinden çok ima ettiği, hatırlattıkları, muhtemel sonuçları daha önemliydi. Bu yönüyle Rusya'ya benziyor; her söylemi soğuk savaş dönemi ve öncesi Rus imajıyla bütünleşecekti ister istemez. Reel gücüne ve potansiyeline rağmen söylemin sessizliğiyle hamle gücünü elde tuttu.
Türkiye'nin yüzyıllık sıkışmışlığını aşmak istemesi, tarihi referansları ve zorunluluklarını yeni fark ediyor gibi olması küresel aktörlerin de bunu unuttukları anlamına gelmiyor. Muhtemelen kulağa hoş gelen söylemin sahiplerinin fark etmedikleri husus da bu idi.
Ortadoğu'da Amerika'nın, Batı içinde de farklı aktörlerin farklı dengeler kurma çabaları, bir yanda sistem içi yeni denge arayışlarına, diğer tarafta mini soğuk savaş döneminin yaşanmasına neden oldu.
Bu kaotik ortamda bütün tarafların ittifak ettikleri husus, yerli unsurların bölgenin geleceğinden tek başına yahut ittifak halinde söz sahibi olmalarının engellenmesidir. Buna Türkiye de, Mısır da, İran da dahil.
Bu süreçte bölgedeki söylem gücü, potansiyel gücü ile birleşince Türkiye'nin fazlasıyla dikkat çekmesi kaçınılmazdı. Bu durumda asıl sorun Türkiye'nin söylem gücü ile reel gücü arasındaki büyük çelişkide yatıyor. Söylem gücü ile reel gücü arasındaki çelişkiye rağmen potansiyel gücün ima ettiği tehlike, Türkiye'yi hak ettiğinden daha büyük bir tepkiye, hatta cezalandırmaya muhatap kılması kaçınılmazdı.
Türkiye'nin gücünün üstünde bir tepki çekmesinin sebebi, söylemin zamanlaması, etkisi ve sahada pratiğe geçirme kapasitesi arasındaki ters orantıdır. Bir topluma özgüven vermekle abartılı retorik dil farklıdır. Ve buna herkesten önce bu dili kuranların inanmış olması...
Bölgede yaşanmakta olanlar söylemin cazibesi ile reel olanın çelişkisinin tecrübe edilmesinden başka bir şey değildir.
Yenişafak/Akif EMRE
Makaleler
Hava Durumu