RASULULLAH (sas)’IN MEKKE’DE İSLAM DEVLETİ KURMAK GİBİ BİR HEDEFİ YOKTU DİYENLERE CEVAP

Bekir YETGİNBAL

10-12-2022 13:44


Bizleri yoktan var eden Rabbimiz Allah-u Teala’ya sonsuz hamdu senalar olsun. Salat ve selam olsun ölçümüz, örneğimiz, efendimiz Muhammed Mustafa’ya.. 

Razı olacağı yegâne doğru NEBEVİ SİYASİ MÜCADELE VE DAVET METODU hakkında, Rasulü vasıtasıyla (sas), Kıyamet gününe kadar bize bir yol, bir yöntem gösteren ve BU METODU bizlere de FARZ KILAN şanı yüce Allah (cc) şu ayette bakın ne diyor:

قُلْ هَذِهِ سَبِيلِي أَدْعُو إِلَى اللّهِ عَلَى بَصِيرَةٍ أَنَاْ وَمَنِ اتَّبَعَنِي وَسُبْحَانَ اللّهِ وَمَا أَنَاْ مِنَ الْمُشْرِكِينَ

"De ki: İşte bu BENİM YOLUM (metodum) budur. Ben, basiretle, ne yaptığımı bilerek Allah’a çağırıyorum; ben ve bana uyanlar da (bunu böyle yapıyoruz). Allah’ı, ortaklardan tenzih ederim. Ve ben ortak koşanlardan değilim.” (Yusuf suresi 108)  

Toplumsal boyutu itibariyle İSLAMİ BİR HAYATIN, kâmilen “yeniden başlamasının” ancak ve ancak Rasulullah (sas)’in Medine’de kurduğu gibi, İslam Anayasa ve kanunlarını Dâhili ve Harici siyasetinde tatbik eden bir İSLAM DEVLETİ ile mümkün olacağına ve bunun da FARZ KERE FARZ olduğuna kanaat getiren ve bu minvalde mücadele veren bir kardeşiniz olarak, bir üzüntümü sizlerle paylaşmak istiyorum.

O da şudur:

Diyebilirim ki Türkiye’de yaklaşık son 20 yıldır, bazı Müslüman düşünürlerce, bazı İslami gruplar ve cemaatlerce;  “RASULULLAH (sas)’IN MEKKE’DE İSLAM DEVLETİ KURMAK GİBİ BİR HEDEFİ YOKTU..” deniliyor..

Bu sözlerinden sonra da diyorlar ki: 

“Şayet sen Rasulullah (sas) efendimizin böyle bir hedefi ve buna yönelik bir çalışması var idi diyorsan bunu bize İSPAT ET, DELİLLERİNİ GÖSTER..”

Bunun cevabı ve delilleri elhamdülillah bende var, bunları birazdan ortaya koyacağım inşaAllah.

Ama şunu da sormadan edemeyeceğim.. Onların aklına, kafasına bu son 20 yılda “bu pis düşünce” nereden geldi?

İhtimalleri sıralayalım:

BİR: Kendileri Kur’an ve Siret okumalarından bunu anladılar.

İKİ: Kendilerine sohbet ve ders halkaları veren hocaları, derslerde onlara böyle öğretti.

ÜÇ: Türkiye dışındaki bazı cemaat ve kitlelerden müteessir olarak bu kanaate ulaştılar.

DÖRT: Oryantalist ve emperyalist kâfirler, İSLAM’DA DEVLET / HİLAFET DİYE BİR ŞEY YOK fikrini Müslümanlara pompalarken, şimdide Rasulullah’ın (sas) Mekke’de “böyle bir hedef için” mücadele etmediği, bir çalışma yapmadığı “iftirasına” ve uydurma delillerine kandılar..

Sonuç itibariyle, bu ihtimallerden hangisi söz konusu olursa olsun “şimdilik geçici bir mevzi kazanan” bu “iftira sahipleri” imiş gibi görülüyor.

Bu “iftiraya” kulak veren ve benimseyen günümüz Müslümanı, aslında hem kendine hem de cemaatine zulmetmiş olur. Sevaptan mahrum kalmak şöyle dursun, günahkardır da..

Yüce kitabı Kur’an-ı Kerim de Rabbimiz dedi ki:

“Yoksa siz, Kitabın bir bölümüne inanıp da bir bölümünü inkâr mı ediyorsunuz? Artık sizden böyle yapanların dünya hayatındaki cezası, rezil ve aşağılık olmaktan (zalimlere uşaklık yapmaktan) başkası değildir; kıyamet gününde de azabın en şiddetli olanına uğratılacaklardır. Allah, yaptıklarınızdan gafil değildir.” (Bakara suresi 85)

“Kitabın bir bölümüne inanıp da bir bölümünü inkâr etme” işine yönelenler, yine aynı şekilde “bir vahiy olan SÜNNET’in” de “bir bölümüne inanıp da bir bölümünü inkâr ederlerse” hem dünya hayatındaki mücadelelerinde hem de ahiret hayatında HÜSRAN KERE HÜSRAN yaşayacaklardır.

Çünkü Rasulullah’ın (sas) RİSALET KAPSAMINDAKİ “söz, fiil ve sukutu”, VAHİYLE ŞEKİLLENMİŞ, buna muhalefet ALLAH’A, ONUN EMRİNE MUHALEFET sayılmıştır. 

Yani Kur’an ve Sünnet bütünlüğü içinde ele alınmayan 13 yıllık MEKKE DÖNEMİ OKUMALARI, okuyucuyu YANLIŞ OKUMA ve YANLIŞ KANAATLERE ulaştıracaktır.

İşte “RASULULLAH (sas)’IN MEKKE’DE İSLAM DEVLETİ KURMAK GİBİ BİR HEDEFİ YOKTU..” kanaati ve söylemi, (Özellikle samimi, muhlis Müslümanlar için söylüyorum) böylesi bir “Yanlış Okumanın” tezahürüdür.

Bu nedenle hayat tecrübeme binaen diyorum ki; 

“Siyasi bir akide olan İslam akidesi, siyasi bir kitap olan Kur’an ve mükemmel bir siyasi şahsiyet olan Muhammed Mustafa (sas)” bir bütünlük içinde; “siyasi bir feraset, basiret ve tefekkürle” incelendiğinde, bunların üçünün de bizi, SİYASİ BİR KURUMSAL YAPIYA yani İSLAMİ BİR DEVLETE yönlendirdiğine şahit oluyoruz.

Nitekim yüce kitabımız Kur’an da Rabbimiz;

“Bugün size DİNİNİZİ kemâle erdirdim, üzerinizdeki NİMETİMİ tamamladım ve sizin için din olarak İslam’ı seçip-beğendim.” (Maide suresi 3)

Medine’de inen bu ayet ve o günün Medine’sindeki siyasi vakıaya baktığımızda, İSLAM DEVLETİ KURULMUŞ, İlk Devlet Başkanımız Muhammed Mustafa (sas) efendimiz olmuş yani DİN, NİMET ve DEVLET tamamlanmış..

Uzun yol koşusu dediğimiz 40 km’lik MARATON yarışlarında, her bir yarışmacı bu yarışa, “Nihai hedefi” olan VARIŞ NOKTASINA ulaşmak, dereceye girmek hatta birinci olmak için katılır değil mi?

Maraton koşucusunun düşünce dünyasında “Yol güzergâhı ve Varış noktası” gayet net ve berraktır. 

Keza, Rasulullah (sas) içinde, HİRA mağarasında başlayan İSLAM RİSALETİ “Yol güzergâhı ve onun Varış noktası” da gayet net ve berraktı. 

Ve bunların her biri “nokta nokta” Rasulullah (sas) efendimize vahiyle bildiriliyor, O (sas) VAHYE MUHALİF hiçbir şey yapmıyordu. 

O (sas) asla, kendisini “suyun akıntısına bırakmış” bir cisim gibi de değildi.

Biraz sonra inşaAllah “bu yol güzergâhı hakkında” size detaylı bilgiler ve deliller arz edeceğim. 

Ama ondan önce, “RASULULLAH (sas)’IN İSLAM DEVLETİ KURMAK GİBİ BİR HEDEFİ YOKTU..” diyen Müslüman kardeşlerimi, BİLDİKLERİ şu vakıa üzerinde biraz “Siyasi Tefekküre” davet etmek istiyorum.

Malumunuz Dünya Siyonist Teşkilatı'nın Başkanı Theodor Herzl, Filistin topraklarında bir “Yahudi Devleti kurmak amacıyla” 19 Haziran 1896'da Sultan 2. Abdülhamid ile bir görüşme yapar, NİHAİ HEDEFİNİ gizler ve ondan FİLİSTİN’DE Yahudiler için bir miktar toprak ister. 

Siyasi niyeti 2. Abdulhamid Han tarafından anlaşılan ve ilk girişiminde başarılı olamayan Herzl, 19 Mayıs 1901 tarihinde yani 5 yıl sonra tekrar saraya gelir ve bir kere daha Sultan 2. Abdulhamid Han ile görüşür. 

Bu görüşmesinde de amacına ulaşamayan Sinsi Adam ve Dünya Siyonist Teşkilatı, 1904 de vefat eden Theodor Herzl’in SİYASİ HEDEFİ yani Yahudi Devleti kurma ideallerinden asla vazgeçmezler.

Çünkü siyasi tefekkürleri onlara, “BİR DEVLETİN YOK İSE, SEN BİR YAHUDİ OLARAK HİÇ’SİN” dedirtmekte ve kendileri için VAAD EDİLMİŞ TOPRAKLAR yani ARZ-I MEV'ÛD olarak inandıkları NİL NEHRİNDEN FIRAT NEHRİNE KADAR olan topraklara, ancak ve ancak BİR DEVLETLE ulaşabileceklerine kanidirler.

Bizlerin; İSLAM ASLA DEVLETSİZ OLMAZ, BİR DEVLET DE ASLA İSLAMSIZ OLMAZ kanaatimiz gibi, Yahudilerde de “Siyasi Tefekküre” dayalı böyle bir kanaat söz konusu idi.

Sonuç ise malumunuzdur.. 

14 Mayıs 1948 de İngiltere’nin desteğiyle amaçlarına ulaştılar. Türkiye Cumhuriyeti de 10 ay sonra, 28 Mart 1949'da onları resmen tanıdı.

İslam; kendisini “Siyasi Tefekkür” ile inceleyen her bir Müslümanı, SİYASİ DEHA yaparken, nasıl olur da bu günün Müslümanları İSLAM DEVLETSİZ BİR HAYATA hem de gönül rızası ile EVET derler?

Bu bir gaflet, bu bir zillet değil midir?

Şimdi de sizleri şu farklı pencereden bakmaya davet ediyor ve anlattığım tüm konular arasında bir bağ kurmanızı istirham ediyorum. Ele aldığım her bir konunun İLLAKİ ana konu ile organik bir bağı vardır.

Rasulullah (sas) Medine’ye hicret etmiş, İslam Devleti kurulmuş, Allah’ın hükümleri/kanunları tatbik edilmeye başlanmıştı.

Aradan 16-17 ay gibi bir zaman geçmişti. Efendimiz (sas) Receb ayının bir Pazartesi günü Medine’nin Beni Seleme bölgesinde oturan Bişr bin Berâ'nın annesi Ümmü Bişr'i ziyarete gitmişlerdi.

Kendisine yemek yapıldı. Yediler, içtiler. Bu sırada öğle namazı vakti girdi. Rasulullah (sas), orada bulunan mescidde, Müslümanlarla birlikte namaza durdu. 

Daha iki rekât kılmışlardı ki, namaz içinde Kabe tarafına dönmesi emredildi. (Bakara suresi 144 ile..) Onlar da derhal cemaatle birlikte yüzlerini Kudüs’teki Beyt ül Makdis’ den Mescid-i Haram’a yani Kabe tarafına çevirdiler. 

Bu sebeple “Beni  Seleme” deki bu mescide, "Mescid-i Kıbleteyn (İki Kıbleli Mescid)" adı verildi. (Buhari, Salat 31,Tabakât, 1/241-242 Belazuri, 1/246)

Kardeşlerim burada şu noktaya da dikkatlerinizi çekmek istiyorum:

Rasulullah (sas) ile birlikte namaz kılan bir adam, ikindi vaktinde Ensardan bir grubun ikindi namazını Beyt ül Makdis’e doğru kılmakta olduklarını gördü, yanlarına vardı. 

Onlara, kendisinin Rasulullah (sas) ile beraber Kabe’ye yönelerek namaz kıldığını söyledi. Onlar da Kabe’ye dönünceye kadar yönlerini değiştirdiler.

Aynı durumun ertesi gün Kuba’da sabah namazı sırasında da gerçekleştiği ve kıblenin değiştiğini öğrenen Müslümanların namazda Kabe’ye döndükleri rivayet edilir (Buhari, Salat, 32, Tefsîr, 14, 16-17; Müslim, Mesacid, 13)

Her iki yerde de kıblenin değiştiğini haber veren sahabenin “Abbad bin Bişr” (ra) olduğu kaydedilir (İbn Hacer, I, 169; Şâmî, III, 538).

Kıblenin değiştirilmesi konusunu bu yazımda niçin söz konusu ettim biliyor musunuz?

Abbad bin Bişr (ra) isimli BİR KİŞİNİN (sahabenin) ulaştırdığı “Kıble Değişikliği Haberine” onlarca kişi inanıyor, onu tasdik edip, Haber-ul Ahad olan bir hükme hemen icabet ediyor ve gereğini yerine getiriyorlar ve ASLA onu YALANCILIKLA itham etmiyorlar gördüğünüz gibi..

Muhterem kardeşlerim şimdi tekrar “Rasulullah (sas) Mekke döneminde İSLAM DEVLETİ kurmak için çalışmadı..” iddiasına gelelim.

Abbad bin Bişr (ra) gibi, Rasulullah (sas) ve Ashabının (Allah onlardan razı oldu) 13 yıllık Mekke dönemi Fikri ve Siyasi mücadelelerini ve DEVLET KURMAK İÇİN “Nusret Arama, Talep etme gayretlerini” bize nakleden birçok sahabe ve yazılmış eserler vardır şu an elimizde.

Bunlardan bazılarını sayalım:

İbni Kesir’in Siret un Nebeviyyesi, İbni Hişam’ın Sireti, İbni Sa’d’ın Tabakat’ı, Ebu Nuaym’ın, Delailu’n-Nubuvvesi, İbni İshak’ın Sireti, İbn Seyyidinnas’ın Uyunü'l-Eseri vs..

Allah Rasulü (sas) Nubuvvetin (bi’setin) 10. yılından sonra Dinin ikame edilmesi ve Devletin artık kurulması için “Güç Sahiplerinden” yardım talep etmeye başlamıştır.. 

İbni Sa’d’ın Tabakat’ında Rasulullah (sas)’in Nusret talep ettiği on beş kabile ismini vermekte ve şu isimleri saymaktadır:

Beni Amr b. Sa’sa, Muharrib b. Hasfe, Fezara, Gassan, Murre, Huneyfe, Suleym, Abes, Beni Nadra, Beni Bukea, Kinde, Kelb, El-Haris b. Ka’b, Uzre, El-Hudareme..

İbni Sa’d’ın Tabakat’ da ifade ettiği ve Efendimizin (sas) bu denli ısrar ettiği şey, neye “Delalet etmektedir” biliyor musunuz? “Devlet kurmak için Nusret talep etme” işinin, Şanı yüce Allah’ın, Rasulü’ne BİR EMRİ olduğuna..

Şimdi de kaynaklarımızdan Medine’ de İslam Devleti kurulmadan önce yapılan “Nusret Talebi Girişimleri” ile ilgi bazı bilgileri aktaralım:

Katade'den rivayet edildiğine göre Hatice (ra), Hicretten üç yıl önce Mekke'de vefat etti. Hatice (ra) annemiz, Nebi (sas) efendimize ilk iman eden kişidir..

Uyunu'l Eser sahibi dedi ki: Allah’ın Rasulü (sas) peş peşe gelen şu üzücü iki olayla karşılaştı: Hatice (ra)'nin ve Ebu Talib'in vefatı.

Ziyad el-Bekai, İbn İshak'tan rivayet ettiğine göre "Hatice (ra) ve Ebu Talib aynı yılda vefat etti. Yani  Allah’ın Rasulü (sas)'in bi’setinden on yıl sonra, Medine'ye hicretinden üç yıl önce vefat etti. 

Ebu Abdullah Muhammed bin Ömer bin Vâkid (el-Vakidi diye anılır)' den (rivayet edildiğine göre;

Ebu Talib vefat ettiği zaman Kureyş, Ebu Talib hayattayken yapamadıkları zulümleri yapmaya başladı ve Allah’ın Rasulü (sas)'ne eziyet etti. Hatta Kureyş'in, en sefih insanları ona saldırarak başına toprak attılar. 

Allah’ın Rasulü (sas) toz ve toprak içinde evine girince, kızlarından biri ağlayarak toprakları üzerinden çırpmaya başladı. Efendimiz (sas)  kızına şöyle diyordu: 

 “Ebu Talib ölünceye kadar hoşlanmadığım bir şeyi Kureyş bana asla yapamadı.” Ve yine şöyle diyordu:  “Ey kızcağızım, ağlama. Çünkü Allah babanı koruyacaktır.”

TAİF’ DEN İSTENEN İLK NUSRET TALEBİ:

İbni Hişam, Siret’inde ve diğer kaynaklarda şunlar anlatıldı:

“Tarih, bi`setin 10. yılı, Şevvâl ayının 27`sini gösteriyordu. Rasulullah (sas) yanındaki evlatlığı Zeyd bin Hârise ile birlikte gizlice Mekke`den ayrılarak TAİF`e vardı. Orada Sakif Kabilesi ileri gelenleriyle görüşmeye başladı. 

Onları İslâm dinine dâvet etti. Kavminden muhalefet edenlere, kendisiyle birlikte karşı koymaları yani Nusret talep etmek için geldiğini anlattı. 

Ancak, kaldığı on gün zarfında hiç bir müsbet netice elde edemedi. Üstelik hakaret ve istihza ile mukabele gördü. Türlü türlü ithamlara maruz kaldı. Onlardan birisi dedi ki:

Memleketimizden çık, nereye gidersen git. Kavmin ve hemşehrilerin söylediklerini kabul etmeyince, çıkıp bize geldin.. Vallahi, biz de senden elimizden geldiğince uzak duracağız, isteklerini kabul etmeyeceğiz.

Sakifliler bu çirkin sözlerle de yetinmediler. Beldelerinde misafir olarak bulunan bu iki kişiye, ayak takımını, sokak gençlerini ve kölelerini kışkırtarak saldırttılar.

Gözü dönmüş, kendini bilmez küstahlar, yolun iki tarafında sıralanarak Efendimiz (sas) ve Zeyd`i (ra) taşa tuttular. Rasulullah’ın (sas) ayakları kana bulandı.

Bu adice saldırıdan Rasulullah (sas) ve arkadaşı kendini bir üzüm bağına atmakla kurtarabildi. Bu bağın sahipleri kendisine uzaktan akraba sayılan Utbe ve Şeybe bin Rabia adında iki kardeşti.

Eli yüzü ayakları kan revan içinde kalan Efendimiz (sas) Rabbine şu hazin münacaatta bulundu:

"Allah`ım, Kuvvetsiz ve çaresiz kaldığımı, halk nazarında hakîr görüldüğümü ancak sana arzeder, sana şikâyet ederim."

"Ey merhametlilerin merhametlisi olan Allah, Herkesin hakir görüp de dalına bindiği çaresizlerin Rabbi ancak Sensin. Benim Rabbim de ancak Sensin. Sen, beni kötü huylu, yüzsüz bir düşman eline düşürmeyecek kadar merhamet sahibisin."

"Allah`ım, Yeter ki, Senin gazabına uğramayayım. Ne çekersem ona katlanırım. Fakat senin af ve mağfiretin bunları bana yaptırmayacak kadar geniştir.” 

"Allah`ım, Senin gazabına uğramaktan, İlâhi rızandan uzak durmaktan, Senin o zulmetleri aydınlatan ve âhiret işlerini yoluna koyan İlâhi nuruna sığınırım" 

"Allah`ım, Sen razı oluncaya kadar, affını dilerim! Allah`ım! Her kuvvet, her kudret ancak seninle kâimdir" (İbni Hişam, Sire: 2:61; İbni Sa`d, Tabakat: 1/211; Taberi, Tarih: 2/26)

İbni Kesir’in Siret-un Nebeviyyesinde şu ifadeler geçiyor:

Hafız Ebu Naim Abdullah İbn el-Elhac ve Yahya İbn Said el Emevi kanalıyla, bu ikisi de Muhammed İbn Sâib ve Ebu Salih’den, İbn Abbas’dan, o da Abbas’dan şöyle dediğini rivayet etti: 

Allah’ın Rasulü (sas) şöyle buyurdu: 

“Sende ve kardeşinde benim için bir güç göremiyorum. O halde Arap kabilelerinin evlerinin -Arapların meclisinin- kapısını çalmak için yarın benimle sokağa çıkar mısın?” dedi.

Dedim ki, “İşte bu Kinde ve onun etrafındakiler Yemen’den Hac yapanların en iyisidir, bu Bekir Bin Vail’in çadırları ve bu da Beni Amir Bin Sa’saa’nın çadırlarıdır. Kendin seç.. 

Dedi ki: “Kinde ile başladı ve oraya geldiler. Bunun üzerine (sas)  dedi ki: Bunlar hangi kavimdendir? 

Dediler ki: Yemen kavmindendir. Dedi ki: Hangi Yemen’den? Dediler ki: Kinde’den. Rasulullah (sas) tekrar sordu ve dedi ki: Hangi Kinde’den? 

Dediler ki: Beni Amr İbn Muaviye’den. Rasulullah (sas) onlara dedi ki: Sizin için hayır olan bir şey söyleyeyim mi? 

Dediler ki: O nedir ki? Rasulullah (sas) dedi ki: “Allah’tan başka ilahın olmadığına şehadet edeceksiniz, namazınızı kılacaksınız ve Allah katından gelenlere iman edeceksiniz.” 

Abdullah İbn el-Eclah dediki: Babam kavminin büyüklerinden bana şöyle rivayet etti: 

Kinde, Rasulullah (sas)’e şöyle dedi: Galip geldiğinde, senden sonra İKTİDAR bizim olacak mı? 

Bunun üzerine Allah’ın Rasulü (sas) şöyle dedi: “Muhakkak ki yönetim Allah'a aittir. Onu dilediği kimselere verir.” 

Bunun üzerine onlar da şöyle dediler: “O zaman senin getirdiğin şeye bizim ihtiyacımız yoktur.”

Ebu Bekir ise şöyle dedi: Sonra sakin ve vakarlı bir şekilde oraya ulaştık. Nitekim onların ileri gelen büyükleri ve heyetleri oraya gelince Ebu Bekir öne çıktı ve onlara selam verdi.

Ali şöyle dedi: Ebu Bekir bütün hayırlarda hep önde idi. Ebu Bekir onlara şöyle dedi: Kimdir bu kavim? Onlar da: “Şeyban İbn Salebe” dediler. 

Bunun üzerine Ebu Bekir, Allah’ın Rasulüne (sas) yönelerek şöyle dedi: “Anam babam sana feda olsun. Bunlar, kavimleri arasında ulu olan kişilerdir.” 

Başka bir rivayette ise şöyle geçmektedir: Kavimlerinin içinde bunların arkasında mazereti olan herhangi biri yoktur. 

Kavimlerinin içinde en güçlü olanlar bunlardır ve insanların en güçlü olanları da bunlardır. Bu kabile arasında özellikle Mefruk bin Amr, Hani İbn Kabisa, Masna İbn Harise ve Numan İbn Şerik isimli kişiler vardı.

Bu kabilenin içinden Ebu Bekir’e en yakın olan kişi Mefruk İbn Amr idi.

Mefruk İbn Amr açıklaması ve lisanıyla onlara üstün gelmişti ve onun göğsünün üzerine düşmüş iki saç örgüsü bulunuyordu. Ayrıca meclis olarak bu kavme en yakın olan da Ebu Bekir’in meclisiydi. 

Mefruk şöyle dedi: Belki de sen Kureyş’in kardeşisin? Ebu Bekir şöyle dedi: Eğer size Allah’ın Rasulü hakkında bir haber ulaşmışsa işte o buradadır. 

Mefruk dedi ki: Böyle anıldığı bize ulaştı. Sonra Allah’ın Rasulü (sas)’e döndü ve şöyle dedi: 

Ey Kureyşli kardeş beni neye davet ediyorsun? 

Bunun üzerine Allah’ın Rasulü (sas) öne çıktı, oturdu, Ebu Bekir de elbisesiyle onu gölgelemek için ayağa kalktı ve Rasulullah (sas) de şöyle dedi: 

“Allah´tan başka ilah olmadığına O´nun ortaksız olduğuna benim de Allah'ın elçisi olduğuma şehadet etmeye ve Rabbimin emirlerini yerine getirinceye kadar beni himaye etmeye, bana yardımcı olmaya sizi davet ediyorum. Çünkü Kureyşliler Allah’ın emrine karşı geldiler. Rasulü’nü yalanladılar. Hakkı bırakıp da batıl ile yetindiler. Ama Allah hiçbir şeye ihtiyacı olmayan ve her hususta övülendir.” 

Mefruk ona şöyle dedi: Ey Kureyşli kardeş beni başka neye davet ediyorsun? Allah’a yemin olsun bu dünya ehlinin bir sözü değildir. Eğer onların sözlerinden olsaydı mutlaka onu öğrenirdik. 

Bunun üzerine Allah’ın Rasulü (sas) şu ayeti okudu: 

“Şüphesiz Allah, adaleti, iyilik yapmayı, yakınlara yardım etmeyi emreder; hayasızlığı, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.” (Nahl suresi 90)

Mefruk ona dedi ki: Vallahi ey Kureyşli kardeş, Sen yüce bir ahlaka ve güzel amellere davet ettin. Seni yalanlayan ve sana karşı çıkan kavim sana iftira atmış.

Sanki o, burada bulunan Hani İbn Kabisa’nın da bu konuşmaya katılmasını, bir şeyler söylemesini istiyor gibiydi ve şöyle dedi: 

İşte bu Hani İbn Kabisa’dır. Kendisi bizim şeyhimiz ve dinimizin sahibidir… Bizim arkamızda, kendileriyle anlaşma yapmaktan hoşlanmadığımız bir kavim var. Ancak o geri dönüyor biz de geri dönüyorduk, o bakıyor biz de bakıyorduk… 

Sanki o da, orada bulunan, Masna İbn Harise’nin de bu konuşmaya katılmasını istiyor gibiydi ve şöyle dedi: 

İşte bu, Masna İbn Harise’dir. Kendisi bizim şeyhimiz ve savaş ehlimizdir… 

Masna şöyle dedi: Konuşmanı dinledim. Çok güzel konuştun ey Kureyşli kardeş. Konuştuğun şeyler beni çok etkiledi. 

Hani İbn Kabisa konuya girdi ve “Dinimizi ve tabilerimizi bırakıp bizimle oturduğun meclis için sana geldik. Ancak bizler, biri Yemame, diğeri Semave olan iki yer arasında konuşlandık.  

Allah’ın Rasulü (sas), ona şöyle dedi: “Bu iki yer arası da neresidir?” O da şöyle dedi: 

Birisi Arapların suları arasındaki bir yer (İran sınırına yakın bir yer). Diğeri ise Kisra nehirleridir. Biz buraya, Kisra´ya verdiğimiz bir söze sadık kalmak koşuluyla yerleştik. Burada huzursuzluk ve kargaşalık çıkarmayacağız. 

Senin bizi davet ettiğin şeyden hükümdarlar hiç hoşlanmazlar. Arap ülkesinden olanlara gelince; sahibinin günahı bağışlanır, özrü kabul edilir. 

Fars ülkesinden olanlara gelince; sahibinin günahı bağışlanmaz, özrü de kabul edilmez. Eğer Araplara karşı seni korumamızı ve himayemiz altına almamızı istiyorsan, biz bunu yaparız.

Bunun üzerine Allah’ın Rasulü (sas) şöyle dedi: “Siz bana kötü bir cevap vermediniz. Zira doğruyu söylediniz. Kesinlikle Allah’ın dinine ancak (dinden taviz vermeksizin) bütün yönleriyle kuşatan yardım edebilir.”

İbni Hişam, Siret’inde anlatılan şu hususlara dikkatinizi çekmek istiyorum kardeşlerim.

İbn İshak şöyle dedi: Bana Zühri şöyle rivayet etti; Rasulullah (sas), Beni Amir İbn Sa’saa’ya geldi ve onları Allah’a (cc) davet etti. 

Onlara kendini arz etti ve onların içinden Beyhara İbn Firas denilen bir adam, (İbn Hişam’ın, Firas İbn Abdullah İbn Seleme ‘el-Hayr’ İbn Kuşeyr İbn Ka’b İbn Rabia İbn Amir İbn Sa’saa olduğunu söylediği adam) ona şöyle dedi: 

“Vallahi bu genci Kureyş’ten alırsam, onunla Arapları yer bitirirdim.” Sonra şöyle dedi: 

“Şayet senin emrin üzere sana biat etsek, sonra Allah seni, sana karşı çıkanlara karşı üstün kılarsa, SENDEN SONRA EMİR / İKTİDAR BİZİM OLACAK MI?” 

Rasulullah (sas) şöyle dedi: “Bu mesele Allah'a aittir. Onu dilediği yere verir.” Bunun üzerine O kişi Efendimize (sas) şöyle dedi: 

“Senin dışındaki Araplar için boyunlarımızı feda edeceğiz. Sonra Allah sana yardım edip üstün kılınca EMİR / İKTİDAR BAŞKASININ OLACAK öyle mi? Senin getirdiğin şeye ihtiyacımız yoktur..”

Muhterem kardeşlerim şimdi geldik Yesrib yani yeni adıyla Medine’de Mus’ab bin Umeyr (ra) üzerinden yürütülen NUSRET ARAMA ve DEVLET KURMA amacına yönelik yürütülen siyasi faaliyetlere..

BİRİNCİ AKABE BİATI:

Rasulullah (sas) efendimiz, Cahiliye devri âdetlerine göre Hac vazifesini yerine getirmek ve çevrede kurulan panayırlara katılmak için değişik bölgelerden Mekke’ye gelen nice Araplar arasında İslamiyet’i anlatmak maksadıyla çeşitli faaliyetlerde bulunmaktaydı. 

Nübüvvetin on birinci yılına rastlayan Hac mevsiminde Yesrib (Medine) halkından bir grupla Akabe denilen bir mevkide karşılaştı ve onlara İslam’ı tebliğ etti. 

Yesrib’ in Hazrec kabilesine mensup olan 6 kişilik bu grup, Rasulullah (sas) ile yaptıkları görüşmeler sonrasında İslamiyet’i kabul ettiler. Bu kişiler şunlardır: 

Es'ad bin Zurare, Avf bin Haris, Rafi' bin Malik, Kutbe bin Âmir, Ukbe bin Âmir ve Cabir bin Abdullah bin Riâb’ dır. (İbni Hişam, Sire: 2/71; İbni Sa'd, Tabakat: 1/218-219; Taberi, Tarih: 2/234-235)

Yesrib’ den Mekke’ye gelip ilk iman eden ve Davet yüklenen bu 6 kişi, gelecek sene aynı yerde buluşmak üzere Rasulullah (sas) ile sözleştiler.

Bu küçük grup Müslüman, Yesrib’e döndükten sonra yaptıkları birçok faaliyet sayesinde, bazı kişiler de İslâmiyet’i kabul etti. 

Bunlar içinde “On Hazrec’li ve iki Evs’li” yani 12 kişi, daha önce verilen söz üzerine ertesi yıl Mekke’ye gelip Akabe’de Rasulullah (sas) efendimizle tekrar buluştular. 

“Hiçbir şeyi Allah’a eş koşmayacaklarına, hırsızlık ve zina yapmayacaklarına, çocuklarını öldürmeyeceklerine, birbirlerine iftira etmeyeceklerine, emirlerine uyacaklarına” dair Rasulullah (sas)’e söz verdiler, biat ettiler ve Yesrib’ e geri döndüler. 

İşte Nübüvvetin 12. senesi  Zilhicce ayında Akabe’de yapılan bu biata, Birinci Akabe Biatı denir.

İKİNCİ AKABE BİATİ:

Yesrib (Medine) ehli 12 Davetçi, bir müddet sonra, Rasulullah'tan (sas) kendilerine Kur’an-ı ve İslam’ı öğretecek bir muallimi, bir müşrifi Yesrib’e göndermesini istediler. 

Rasulullah (sas) de onların bu tekliflerine mukabil, Kureyş eşrafından, genç bir sahabi olan Mus'ab bin Umeyr’i (ra) Yesrib’ e gönderdi.

İlk iman eden 6 kişiden birisi olan Esad bin Zürare (ra) adeta Yesrib’ li Müslümanların liderliğini yapıyordu. 

Mus'ab bin Umeyr (ra) Yesrib’ e gelince onun evinde kalmaya başladı. Artık bu ev, Müslümanların buluşmaları için merkezi bir yer teşkil ediyordu.

Evs Kabilesinin reisi Sa'd bin Muaz ile yine kabile reislerden biri olan Useyd bin Hudayr, Allah’ın hidayeti ve genç Davetçi Mus’ab bin Umeyr ile Esad bin Zürare’nin gayretleriyle Müslüman oldular.

Sa'd bin Muaz, daha sonra kendi kavmi olan Beni Abdu'l-Eşhel’in yanına gitti. Onlara; "Ey topluluk, beni nasıl biliyorsunuz?" diye sordu.

"Sen bizim büyüğümüz, en üstünümüzsün." diye cevap verdiler. Bunun üzerine Sa'd bin Muaz onlara;

"Öyle ise, siz de Allah Rasulüne iman etmelisiniz." dedi ve ilave etti: "Sizler iman etmedikçe sizin erkek ve kadınlarınızla konuşmak bana haram olsun"

Bu söz üzerine, Beni Abdu'l Eşhel aşireti içinde o gün iman etmedik hiç kimse kalmadı. (İbni Hişam, Sire: 2/77-78; İbni Sa'd, Tabakat: 3/420; Taberi, 2/236-237; İbni Seyyid, Uyunu'l-Eser, 1/160)

Rasulullah (sas) ile sürekli irtibat halinde olan Mus’ab, gecenin son üçte birinde Akabe’de buluşmak üzere efendimizle (sas) sözleşti.

Rasulullah (sas) Mus’ab’a; “Sakın uyuyanı uyandırmayın ve (bu randevuya) gelmeyeni de beklemeyin..” 

Efendimiz (sas) bu ifadesiyle, dava adamı olmanın çok çok büyük bir SORUMLULUK HİSSETME ile doğru orantılı olduğunu bize öğretti.. 

Sonra Musab İbn Umeyr, Bisetin 13. yılı Hac mevsiminde Yesrib’deki İslami faaliyetleri bizzat Rasulullah’a (sas) bildirmek, hem de Hac etmek üzere, Evs ve Hazreç kabilelerine mensup Müslümanlarından 73 kişi ile Mekke'ye geldiler. 

Mekke'ye geldikleri zaman onlarla Allah’ın Rasulü (sas) Akabe'de, gece karanlığında tam bir gizlilik içerisinde görüşmek üzere anlaşmışlardı. 

Ka'b dedi ki: “Hac için yola çıktık. Teşrik günlerinin ortasında Akabe'de görüşmek üzere Rasulullah (sas) ile sözleştik.” 

Ka'b şöyle devam ediyor: Haccı bitirince ve Rasulullah (sas) ile sözleştiğimiz gece olunca, o gece kafilemizle beraber yattık. 

Gecenin üçte biri geçince Rasulullah (sas) ile görüşmek üzere kafilemizden ayrıldık. 

Kedilerin yürümesi gibi sessizce yürüyorduk. Nihayet Akabe'deki dağ yolunda toplandık. Biz 73 erkek ve 2 kadın idik. 

Dağ yolunda Rasulullah (sas)’i beklemeye başladık. Allah’ın Rasulü (sas) biraz sonra geldi, konuştuk. Bize Kur'an okudu. Allah'a davet etti. Bizi İslam’a teşvik etti, sonra da şöyle buyurdu: 

“Hanımlarınızı ve çocuklarınızı şerrinden koruduğunuz şeylerden beni korumanız üzerine sizinle biat ediyorum..” 

Bunun üzerine Bera b. Ma'rur Efendimizin elinden tuttu ve 

"Evet, seni hak dinle gönderen Allah'a yemin ederim ki, ailelerimizi şerrinden koruduğumuz şeylerden seni de koruyacağız. Biat ettik ey Allah’ın Rasulü, Vallahi biz savaş adamıyız, silah ehliyiz. Bunu nesilden nesile devraldık" dedi. 

Sonra dediler ki: “Ey Allah'ın Rasulü, Biz bunları yerine getirdiğimiz takdirde karşılığında bize ne var?” Rasulullah (sas) de nefsinden emin olarak şöyle cevap verdi: الجنة “Cennet var.”

Bera, Rasulullah (sas) ile konuşurken sözüne Ebu'l Heysem İbn Teyyihan itiraz etti ve dedi ki: 

“Ey Allah’ın Rasulü, Bizimle birtakım insanlar (yani Yahudiler) arasında ahitler var. Biz şimdi bu ahitleri keseceğiz. Biz böyle hareket eder de, sonra Allah sana kavmine dönmeyi ve bizi terk etmeyi emrederse ne olacak?” 

Allah’ın Rasulü (sas) tebessüm etti ve sonra şöyle buyurdu: 

“Bilakis kana kan, yıkıma yıkım. Artık ben sizdenim; siz de bendensiniz. Sizin savaştığınız kimselerle savaşır, sizin barış yaptığınız kimselerle barış yaparım.” 

İbn İshak dedi ki: Ubade ibnu'l Velid ibn Ubade ibn Samet, babası el-Velid'den, dedesi Ubade İbn Samet'ten -ki nakiplerden biriydi- anlattığına göre;

“Rasulullah (sas) ile savaş biati yaptık. Ubade, ilk Akabe'de biat yapan 12 kişi arasındaydı.” 

“Rasulullah (sas)'e zorluk ve kolaylıkta, işitmek ve itaat etmek üzere; emir sahipleri ile çekişmeyeceğimize, her nerede olursak olalım muhakkak orada hakkı uygulayacağımıza veya hakkı söyleyeceğimize Allah yolunda hiç kimsenin kınamasından korkmayacağımıza dair biat ettik…” 

(İbni Hişâm, Sîre: 2/85; İbni Sa'd, Tabakât: 1/222; Taberî, Tarih: 2/239; İbni Seyyid, Uyunu'l-Eser: 1/164; Halebi, İnsanü'l-Uyûn: 2/176-177)

Muhterem kardeşlerim

Buraya kadar okuyup gördüklerinizden ortaya çıktığı gibi İKİNCİ AKABE BİATİ; “Rabbimizin Rasulüne (sas) emrettiği NUSRET ARAMA, ELDE ETME ve DEVLET KURMA farzının, son ve en müşahhas meyvesidir” elhamdülillah.

Bu konuyu kapatmadan önce Sahih-i Buhari de geçen şu hususu da sizlerle paylaşmak isterim:

İbn Şihab şöyle dedi: Urve İbn Zübeyir, Rasulullah (sas)'in eşi Âişe (annemiz) Radıyallahu Anha’dan şöyle dediğini haber verdi: 

“Ben babamla anamın İslam dinini din edinerek yaşamalarından başka yaşayışlarını hiç bilmedim. O zamanlarda hiçbir günümüz geçmezdi ki, muhakkak o günde, gündüzün iki tarafında, sabah ve akşam vakitlerinde Allah’ın Rasulü (sas) hep bize gelirdi..” 

Rasulullah (sas) Müslümanlara: 

“Sizin hicret edeceğiniz yurt bana gösterildi. Ben iki kara taşlık arasında, hurmalıklı çorak bir yer gördüm” dedi. 

Rasulullah (sas) bunu söylediği zaman Medine tarafına hicret edenler (dalga dalga) hicret ettiler ve Habeşistan'a hicret etmiş olanların bazısı da Medine'ye dönüp geldiler. 

Ebu Bekir de bir muhacir olmaya hazırlandı. 

Fakat Rasulullah (sas) ona: “Yavaş ol (acele etme). Çünkü ben, benim için de izin verilmesini umuyorum” (vahiy bekliyorum) buyurdu. 

Ebu Bekir: “Babam sana kurban olsun, sen bunu umuyor musun? Dedi. Rasulullah (sas) “Evet” buyurdu." 

İbn Şihab şöyle dedi: Urve, Âişe’nin şöyle dediğini söyledi: 

Biz, bir gün Ebu Bekir evinde öğle sıcağının başladığı bir sırada otururken, Ebu Bekir “İşte Rasulullah (sas) başını sarmış bir halde geliyor” dedi. 

O saat, Rasulullah (sas)’in bize geldiği bir vakit değildi. Bunun üzerine Ebu Bekir dedi ki: 

Anam ve babam ona feda olsun, Allah'a yemin ederim, Rasulullah (sas) bu saatte mutlaka önemli bir iş için gelmiş olmalıdır. 

Allah’ın Rasulü (sas) geldi, izin istedi, Ebu Bekir ona izin verdi, o da içeri girdi. Nebi (sas) Ebu Bekir'e: 

“Yanında kim varsa dışarı çıkar” diye buyurdu. Ebu Bekir: “Babam sana feda olsun ey Allah'ın elçisi! Yanımda olanlar senin aile halkındır” dedi. 

"Hicret için artık bana da izin verildi” diye buyurdu. Bunun üzerine Ebu Bekir: “Babam sana feda olsun ey Allah'ın Rasulü! Ben de seninle birlikte olacak mıyım?" diye sordu. O da “Evet” buyurdu.”

Sevgili kardeşlerim ve Davetçi gençler

Bu sınırlı zeminde, daha detaylara girerek ve örnekler vererek fazla zamanınızı almak istemiyorum.

Arzu edenler için, istemedikleri kadar çok doğru bilgi kütüphanelerde ya da internette var elhamdülillah.

Ümit ederim ki verdiğim örnekler, düşünce dünyanızda birçok doğru kanaatin oluşmasına vesile olmuştur.

Burada önemli olan; “Konunun özünü idrak ettikten sonra onu canı gönülden benimsemek ve bir aksiyon ortaya koymaktır.”

Aynı ta konunun başında, özellikle verdiğim “Abbad bin Bişr (ra) isimli BİR KİŞİNİN (sahabenin) ulaştırdığı Kıble Değişikliği Haberine, oradaki tüm insanların TAM TESLİMİYET göstermesi gibi bir aksiyon koymada olduğu gibi olmalıdır.

Keza, siyasi kitle/parti lideri Hz. Muhammed (sas) ve Onun siyasi kitlesinin/partisinin üyeleri Ashabı Kiram’ın (ra) hep birlikte yaptıkları gibi, bir yandan İMANA DAVET ederken, bir yandan da İman eden, “Gerçek güç kuvvet ve İKTİDARI DEĞİŞTİRME ve DEVRETME yeterliliğine sahip şahsiyetlerle..” de irtibat kurdukları cinsten bir aksiyon ortaya koymalıdır.

KİM koymalıdır?

Bu gününün Davetçi fertleri, Hatipleri, Vaizleri, Kanaat önderleri, İslami cemaatleri, Cemaat liderleri, vs..

Hodri Meydan.. “Ben bu günün Mus’ab bin Umeyr’i ya da bu günün Sümeyye’si olacağım inşaAllah..” diyecek babayiğitler neredesiniz?

Yoksa Allah (cc) korusun şu ayetteki müthiş benzetmenin muhatabı oluruz. Diyor ki Rabbimiz:

“Kendilerine Tevrat yükletilip de (ilim sahibi olduktan) sonra, Onu (Kitabullah’ın emirlerini, hikmet ve hükümleriyle gereği gibi) yüklenip yerine getirmemiş (ve İlahi hükümlere göre amel etmemiş) olanların durumu, koskoca KİTAP YÜKÜ taşıyan EŞEĞİN durumu gibidir.” (Cuma suresi 5)

Ey Rabbim; 

Sen şahitsin ki ben, ölçü ve örnek Rasulün Hz. Muhammed (sas) ve Güzide ashabının yaptıkları “Fikri ve Siyasi Mücadeleyi” özellikle de İSLAM’I BİR DEVLET ELİYLE TATBİK ETME İÇİN verdikleri İSLAM DEVLETİ KURMA gayretlerini takatim ve imkânlarım nispetinde anlattım.

Ey Rabbim;

Bunu okuyan ya da dinleyen tüm Müslümanlara, Senin bu konudaki emir ve nehiylerini de TAM ve DOĞRU anlamlarını, benimsemelerini ve bir aksiyon ortaya koymalarını nasip eyle kurbanın olayım.

İslam’ın çok çok yakında yeniden hakim, hakem ve hükümran olacağı yani İSLAM DEVLETİ’ nin tekrar kurulacağı YIL, AY ve GÜN kesinlikle bellidir ve O tarih; ona “KUN FE YEKUN” diyecek olan Rabbimizin ilmindedir..

Burada şu sorunun cevabı çok çok önemlidir:

“Bu tren katarı; hızla hedefine doğru giderken, sen boş bir arazide çok çok iyi bir seyirci mi olacaksın ya da bu muhteşem katarın; enerjisi, farı ya da makinisti mi olacaksın?”

Karar senin ey Müslüman.. 

NOT: Kardeşlerim, bu konuda önemli bir eser olan, büyük Devlet Adamı ve Âlim Takıyyuddin en Nenhani’ nin “İSLAM DEVLETİ” isimli kitabını mutlaka okumanızı tavsiye ederim.

YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !
Diğer Yazıları

Makaleler

Hava Durumu


VAN