Hama katliamında suçlu kimdi?

Ahmet Varol, Hayrettin Karaman'ın konuyla ilgili geçtiğimiz gün kaleme aldığı bir yazıda Hama'da binlerce Müslümanı katleden Nusayri Esed diktasının bu suçunu neredeyse kurbanlara yükleyen değerlendirmesini yorumladı.

21-04-2010


Ahmet Varol, Hayrettin Karaman'ın konuyla ilgili geçtiğimiz gün kaleme aldığı bir yazıda Hama'da binlerce Müslümanı katleden Nusayri Esed diktasının bu suçunu neredeyse kurbanlara yükleyen değerlendirmesini yorumladı.

İşte Varol'un bu önemli değerlendirmesi:

Hama katliamında suçlu kimdi?

Ahmet Varol / Vakit

Bugünkü yazımızda Siyonist işgal devletinin Batı Yaka’daki Filistinlilere uyguladığı tehcir politikası üzerinde durmak istiyorduk. Bu konuyu yine atlamayacağız. Hem konuya özel bir yazıda hem de Allah nasip ederse bu hafta Cuma (23 Nisan) akşamı Özel FM’de yayınlanacak Dünya Döndükçe programımızda ayrıntılı olarak üzerinde duracağız. Fakat ondan önce biri bugün diğeri yarın olmak üzere iki konuya açıklık getirmek istiyorum.

Muhterem Hayrettin Karaman hoca 16 Nisan Cuma günü Yeni Şafak’ta yayınlanan “Suriye ve İhvan” başlıklı yazısında, Suriye Müslüman Kardeşler cemaati genel sekreteri Ali el-Beyanuni’yle Milli Gazete’den Hüseyin Altınalan’ın yaptığı röportajda dile getirilen hususlara işaretle şöyle diyor:

“Bayanuni`nin bu tespitleri ve isteklerini doğru yerine oturtabilmek için Suriye`de, 1976-1982 arasında cereyan eden İhvan eylemlerini ve kalkışmasını hatırlamamız gerekiyor.

Suriye, Lübnan iç savaşı ile meşgul iken İhvan, iktidarı ve rejimi değiştirmek için silahlı ayaklanmaya girişmiş, güvenlik kuvvetlerine karşı önemli zararlar ika etmişti. Hama kurtarılmış şehir ilan edildi, bütün Müslümanlar, kâfir ilan edilen iktidar ve yanlılarına karşı isyana çağrıldı. Hafız Esad isyanı kanlı bir şekilde bastırdı, sayısı çeşitli kaynaklarda 7 bin ile 35 bin arasında değişen İhvan mensubunu katletti, bir kısmını tutuklayıp zindana attı, önemli sayıda insan da ülkeden kaçtı ve hâlâ dışarıda yaşıyorlar.

İhvan hesapsız kitapsız silaha sarılmasaydı, siyaset yolunu seçseydi, rejimi değiştirmek için uzun vadeli makul bir plan üzerinden yürüseydi belki başına bunlar gelmeyecek, birçok insanın kanı boş yere akmayacak, binlerce insan işkence görmeyecek, zindanlarda çürümeyecek, gurbet ellerde kalmayacaktı.”

Beyanuni’nin işaret edilen tespitleri ise Suriye’de bugün küçük çaplı değişimin insanlara siyasal özgürlüklerini ve haklarını sağlamadığı, hâlâ tek parti hâkimiyetinin devam ettiği yönünde. Beyanuni, buna binaen Türkiye ile Suriye arasındaki ilişkilerin gelişmesinin hukuki ve siyasal yapıya da yansıması için birtakım taleplerde bulunuyor. Bu husus ve Suriye’de hâlâ on binlerce insanın hukuk dışı uygulamalardan dolayı mağdur edilmesi hakkındaki gerçekler Mazlumder’in Suriye İnsan Hakları Raporu’nda dile getirildi. Biz de bir yazımızda bu konuya temas etmiştik. O yüzden burada daha çok yukarıda alıntıladığımız paragraflarda yer verilen iddiaların bir tahlilini yapmak istiyoruz.

Öncelikle şunu ifade edelim ki Müslüman Kardeşler, Filistin, Çeçenistan, Bosna-Hersek, Afganistan, Irak gibi işgal edilmiş İslâm topraklarında yürütülen haklı ve meşru silahlı direnişe destek verirken, Müslüman toplumlarda siyasi değişim stratejisinde silahlı mücadele yerine ıslah ve yeniden yapılanma metodunun tercih edilmesi gerektiğini dile getirmiştir. Fakat yetmişten fazla ülkede örgütlenmesi olan ve 1928’den bu yana yani 82 yıldır devam eden bir kitlesel hareket olması sebebiyle farklı görüşlerin ve metotların öne çıktığı yerel yapılanmalara da açık olmuştur. Suriye’de de 1970’de gerçekleştirilen Hafız Esed darbesinden sonra aşırı derecede devlet baskısı uygulanması, siyasi özgürlüklerin insanların elinden tamamen alınması, özellikle de İslâmî hareketleri bastırma amacıyla hukuk ve sınır tanımayan bir devlet şiddetine başvurulması karşısında silahlı mücadeleyi savunan ve ona başvuran anlayışın bir dönem öne çıktığı söylenebilir. Fakat bunun sadece Müslüman Kardeşler’in değil devlet şiddetinden zarar gören İslâmî camianın oluşturduğu Suriye İslâm Cephesi’nin ortak tutumu olduğunun dikkate alınması gerekir. Bu konunun ayrıntısı Ömer Faruk Abdullah’ın Suriye Dosyası adlı kitabında mutedil bir yaklaşımla ve kaynaklarıyla veriliyor.

En az otuz bin kişinin öldürüldüğü korkunç bir katliama sahne olan Hama’daki hadiseleri tetikleyen gelişmeler ise Müslüman Kardeşler’in rejimi değiştirme amaçlı bir isyanı değil devletin güvenlik güçlerinin birbiri ardından gerçekleştirdiği katliamların, baskınların sebep olduğu kitlesel tepkinin isyan addedilip her yönden askerî saldırıyla karşılanmasıdır.

Devletin güvenlik güçleri halkı böyle bir tepkiye zorlamak için korkunç saldırılar ve katliamlar gerçekleştirdi. Bunların en korkuncu da Hafız Esed’in kendisine yönelik bir suikast girişimini bahane ederek Tedmur hapishanesine baskın düzenletmesi ve bu hapishanede tutulan Müslüman Kardeşler mensubu 1000’e yakın mahkûmun tümünü topluca katlettirmesiydi. O insanlar kendileri cemaat mensubu olmakla birlikte hepsinin ailesi, akrabaları, aşireti vardı ve hepsi rejime karşı bilendiler. Rejimin katliamları bu kadardan ibaret değildi. Halep baskınında ve muhtelif köy baskınlarında yüzlerce insan katledildi. Bütün bu katliamlara tahammül edemeyen kitleler Hama’da meydanlara dökülünce de bu, isyan kabul edilip günler süren saldırılar ve büyük katliam gerçekleştirildi. Öldürülenlerin tümü İhvan mensubu değildi. Çünkü halka rastgele saldırıldı.

 

Etiketler : #Hama   #katliamında   #suçlu   #kimdi?   
YORUMLAR
  • HUSEYIN SASMAZ   27-04-2010 18:21

    YAHUDİ, SİYONİST TERÖR ÖRGÜTÜ VE FİLİSTİN-GAZZE Hamd alemlerin Rabbi olan Allah'a mahsusdur. Salât ve selam peygamberlerin efendisi ve muttakilerin imamına, onun âli ve ashabına ve ona tabi olanların üstüne olsun. Müslümanlar dünyanın kesiştiği, siyasi rotaların çizildiği bölgelerde yer almaktadırlar. Sadece Müslümanların bulundukları bölgedeki egemenliklerin bütün dünyaya hükümranlığın kendisi demektir. Nitekim tarih bunu gösterdi. Onların şu an barındıkları karalar geçmişte insan uygarlıkları ve dinlerin beşiğiydi. Bu kara parçalarında yaşayan Müslümanlar ve diğer insanlar bir güven içerisinde, tek bir bayrak (Kelime-i Tevhid) ve hilafet altında yaşamışlardır. Şu bir gerçek ki hiçbir engel, Müslümanları birbirlerinden ayıramaz ve izole edemez! Milliyetçilikle parçalanan, yerine kurulan ulus devletleri, işgal altında yıllarını tüketen beldeler aslına dönüşün özleminden başka bir değişikliği asla kabul etmiş değildir. Bu bağlılık ne Avrupa oldu ne de Amerika... Bağrına saplanan gayri-İslami her şeyi yabancı kabul etti. Batının kültürünü, hatta batıdan gelen her şeyi yabancı kabul etti. Ne batının demokrasisi onu değiştirebildi ne de komünizmin sosyalizmi... Savaşlar-zulüm, işgaller-ızdırab getirdi. Avrupa'nın, Amerika'nın, Rusya'nın, yahudilerin, Hintlerin süregelen baskısı hala ve hala bu ümmetin enerjisini tüketemedi. Ne kaynaklarını tüketebildiler ne de inançlarını... Yahudi terör varlığına bakın! Yahudi terör varlığı Amerika'dan, Avrupa kafirinden ve Müslümanların başındaki kukla, hain dostlarından aldığı cesaretle hala o bölgeye yerleşmek için tüm şartları zorlayarak diretiyor. Zulüm, işgal ve aklınıza ne tür zorluklar geliyorsa hepsini gerçekleştiriyor. Bütün bunlar ne onu bu bölgede kabullendirebildi ne de o bölge sükûnete erdirdi. Tam tersine acılar çoğaldı, kinler bilendi. Yahudi varlığı bu bölgede adeta bir urdur. Bakınız bu ur harekete geçince vücut nasıl hemen tepki veriyor. Bu da bu bölgenin geçmişten beri taşıdığı bir özellikten kaynaklanıyor. Siyonist Yahudiye olan kin, Siyonist yahudiye olan nefret her şeyden daha ağır basıyor. Bu kin sıradan bir kin değildir, inançlarımızdan doğan bir etkidir. Allahu Teala şöyle buyuruyor: لتجدن أشد الناس عداوة للذين آمنوا اليهود والذين أشركوا "(Ey Rasülüm!) İman edenlere en şiddetli düşman olarak Yahudileri ve Allah'a ortak koşanları bulacaksın." Maide: 82 Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem'de şöyle buyurmuştur: "Sizler Yahudilerle savaşmadıkça kıyamet kopmaz. Öyle ki taşlar bile: Ey Müslüman arkamda yahudi var, gel onu öldür diyecek." (Buhari: 2709) Yahudilerin vasıfları: -Kendilerine verilen nimetlerin karşılığında şükretmezler, -Allah'a şirk koşarlar, -Kendilerini yeryüzünde üstün ırk olarak gördükleri için gurur ve kibir sahibidirler, -İnsanlık tarihinde mal sevgisiyle şöhret bulmuş ve malı elde etmek için çok fazla çaba sarfedip, hırs gösterirler, -Cennete girecek olan tek kavim olarak kendilerini görürler, -Kur'an-ı Kerim'de Yahudiler'in sözünde durmamak ve anlaşmaları bozmak gibi kötü bir adetlerinin de olduğunu bildirir: أوكلما عاهدوا عهدا نبذه فريق منهم بل أكثرهم لا يؤمنون "Ne zaman onlar bir antlaşma yaptılarsa, yine kendilerinden bir gurup onu bozmadı mı? Zaten onların çoğu iman etmez." (Bakara 100) -Yine Kur'an'da, onların Allah'ın emirlerine karşı geldikleri ve meleklere, peygamberlere düşman olduklarından dolayı inkârcı bir topluluk olduğu ifade edilmektedir. -Yahudiler'in şiddetli bir düşmanlıkla hareket ettikleri ve kalpleri katı olduğu için nasihatlerin ve ibretlerin onlara ulaşamayacağı da onların diğer vasıfları arasında zikredilmektedir. -Yahudiler'in bir diğer özelliği de Allah'ı uygunsuz vasıflarla tavsif etmeleridir. Yahudiler Allah'ın oğulları olduklarını iddia etmişler, Allah'ı eli sıkı ve fakir gibi vasıflarla tavsif etmişlerdir, -Fitne ve fesat çıkaran bir millettir. Allahu Teala bu konuda şöyle buyuruyor: "Yahudiler, Allah'ın eli bağlıdır (sıkıdır) dediler. Hay dedikleri yüzünden elleri bağlanası ve lanet olasılar! Bilakis Allah'ın eli açıktır, dilediği gibi verir. Andolsun ki sana Rabbinden indirilen, onların çoğunun azgınlığını ve küfrünü artırır. Aralarına, kıyamete kadar (sürecek) düşmanlık ve kin soktuk. Ne zaman savaş için bir ateş yakmışlarsa (fitne uyandırmışlarsa) Allah onu söndürmüştür. Onlar yeryüzünde bozgunculuğa koşarlar, Allah ise bozguncuları sevmez." (Maide, 64) -Onların fesatlarının altında yatan şey, bütün beşeriyete duydukları kin ve şahsî menfaatleri doğrultusunda hareket etmeleridir. -Yahudilerin nankörlüklerine bir örnek de Peygamberlerini öldürmüş olmalarıdır. Kin ve düşmanlıkta yarışan Yahudiler'in bu hareketlerinden dolayı acı bir azaba müstahak olacakları Kur'an'da bildirilen hususlardandır: "Onlar (Yahudiler) nerede bulunurlarsa bulunsunlar, Allah'ın ahdine ve insanların (müminlerin) himayesine sığınmadıkça, kendilerine zillet (damgası) vurulmuştur; Allah'ın hışmına uğramışlar ve miskinliğe mahkum edilmişlerdir. Çünkü onlar, Allah'ın âyetlerini inkâr ediyorlar ve haksız yere peygamberleri öldürüyorlardı. Bu da, onların isyan etmiş ve haddi aşmış bulunmalarındandır." (Al-i İmran 112) Evet, lanetli olan bu kavim bir fırsat yakalamıştır. Özellikle Nazi Almanya'sında çeşitli şekilde planlanan Yahudilere yönelik uygulamalar nedeniyle II. Dünya savaşından sonra, yüzyıllardan beri Yahudiler aleyhine oluşan nefret ve antipati bir anda sempati ve acımaya dönüşmüştü. Yahudiler bu olumlu havanın meyvelerini toplamda gecikmediler. Hem 2000 yıldan beri özlemini çektikleri vaat edilmiş toprakların (Arz-ı Mev'ud) bir parçasına yerleşme fırsatı buldular. Yahudiler M.Ö. 800 yıllarından başlayıp günümüze kadar neredeyse 2500 yıl sürgün hayatı yaşamış ve hiç bir zaman da devlet sahibi olmamışlardır. Dünyanın dört bir tarafına yayılan Yahudilerin büyük bir kısmı kendini kamufle ederek çift kimliğe bürünürler. Görüşte bulundukları ülkenin milletinden (hatta en ateşli milliyetçisi) olurlar, ama gerçekte vaad edilmiş topraklara dönüp dünya hâkimiyetini kurma idealleri uğrunda yaşarlar. Bu amaç içinde ellerinden gelen her türlü fitne ve fesadı çıkarmada insanları birebirine düşürmede ve savaşları körüklemede bir mahsur görmezler. İşte bu yüzden bütün dünya genelinde Yahudiler aleyhine bir antipati oluşmuştur. Tarih boyunca Yahudilerin hemen hemen her yerden kovulması sadece bir tesadüf mü yoksa bu insanların girdikleri toplum içinde yaptıkları işler nedeniyle artık dayanılmaz hale gelmelerinden mi kaynaklanmaktır? Yahudilerin günümüzde Filistin'de kadın, çocuk ve yaşlı demeden giriştikleri vahşet nedeniyle Yahudi sevimsizliğinin hiçte tesadüf olmadığını şu olaylar ortaya koymaktadır. İşte bunun bazı örnekleri: Milattan Sonra olmak Üzere; 1. İtalya Yahudilerine Karşı çeşitli tedbirlerin alınması, 2. İskenderiye'de Yahudi aleyhtarı gösteriler, 3. II. Theodesinin Kanunuyla Yahudilerin her türlü kamu görevlerine girmeleri yasaklandı. 4. II. Louis Yahudileri İtalya'dan atmaya kara verdi. 5. 1012 Yahudiler Mayence'den kovulması, 6. 1096 Almanya'da Yahudi aleyhtarı gösteriler yapılması, 7. 1146 Almanya ve Fransa'da II. Haçlı Seferi dolayısıyla Yahudiler aleyhine gösteriler yapılması, 8. 1189/1190 İngiltere'de Yahudi aleyhtarı gösterilerin yapılması, 9. 15. Yüzyıl Almanya'dan Yahudilerin sürülmesi. Polonya'da Yahudi aleyhtarı gösterilerin yapılması, 10. 1492 İspanya'dan Yahudilerin sürülmesi. II. Bayezid zamanında Osmanlılara sığınan bu Yahudilerin büyük kısmının Adalar, Bursa ve İstanbul'a yerleştirilmesi, 11. 1497 Portekiz'den Yahudilerin sürülmesi. 12. 1511 Kraliçe Jeanne'in emriyle İspanyol Amerika'sına Yahudi göçünün sınırlandırılması, 13. 1540 İtalya'dan Yahudilerin sürülmesi, 14. 1564 Brezilya'dan Yahudilerin sürülmesi, 15. 1742 Yahudilerin Rusya'ya girmesinin yasaklanması, 16. 1830/1914 Almanya, Rusya ve Polonya'dan kitleler halinde Yahudilerin A.B.D.'ne göçe başlaması,Ahmet Almaz, Pelin Batu, Yahudilik Tarihi, Nokta kitap, İstanbul, 2007, s.267-277) Neredeyse 2500 yıldan beri gittikleri her yerden kovulan ve dünyanın başına bela olan Yahudiler, nihayet 11 Mayıs 1948' de kendi inançlarına göre vaad edilen toprakların bir kısmı üzerinde İsrail terör varlığını oluşturmayı başardılar. Filistin toprakları üzerinde gayri meşru bir şekilde yer edinen ve edindiği günden beri Orta Doğu'da sorun haline gelen İsrail terör çetesi Dünya savaşına da neden oldu. Dönmelerin atası olan Sebatay Sevi'nin Yahudilerin beklediği Mesih (kurtarıcı) olarak İzmir'de ortaya çıkması, Mesihlik iddiasında bulunanlar arasında en fazla tesire sahip olması tesadüfü değildir. Çeşitli yöntemlerle Osmanlı Devletinin kılcal damarlarına kadar sızan Yahudi dönmeler, bir süre sonra devlet kurmak üzere toprak istemişlerdir. II. Abdulhamid'in bu husustaki tavrı ise gayet açık ve nettir. II. Abdülhamid, 1901 yılında da yahudilerin Filistin'de herhangi bir yer satın almalarını yasaklayan bir emirname yayınladı. Siyonist yahudiler, 1902 yılında kendileriyle görüşmeyi kabul etmeyen Sultan II. Abdülhamid'e başbakanı Tahsin Paşa yoluyla oldukça cazip bir teklifte bulundular. Sundukları teklifte şu maddeler bulunuyordu: "Yahudiler aşağıda bulunan hususları taahhüt ederler: 1.Osmanlı Devleti'nin otuz üç milyon İngiliz altınına ulaşan borçlarının tamamını ödemeyi, 2.Osmanlı Devleti'ni korumak için 120 milyon altın franka mal olacak deniz filosu yaptırmayı, 3.Devletin mali durumunu canlandırmak için otuz beş milyon altın lira faizsiz borç vermeyi. Bütün bunlar yahudilerin, yılın herhangi bir gününde Filistin'e ziyaret maksadıyla girmelerine müsaade edilmesine ve yahudilerin Kudüs-i Şerif'te kendi dinlerine mensup olanların ziyaretleri esnasında içinde kalabilecekleri bir müstemleke (kanton) kurmalarına izin vermesine karşılıktır". Yahudilerin teklifine Devlet adamı Sultan II. Abdülhamid'in cevabı şöyle olmuştur: "Tahsin! Onlara de ki: Devletin borçları onun için bir ayıp değildir. Çünkü, Fransa gibi başka devletlerin de borçları vardır ve borçları onlara zarar vermemektedir. Kudüs-i Şerif'i İslam'a ilk önce Hz. Ömer (r.a.) fethetmiştir. Burayı yahudilere satma kara lekesini ve Müslümanların korumam için bana tevdi ettikleri emanete ihanet etme suçunu yüklenemem. Yahudiler, mallarını kendilerine saklasınlar. Devleti Aliye'nin İslam düşmanlarının mallarıyla yapılan kalelerin arkasına sığınması mümkün değildir. Emret çıksınlar! Bir daha benimle görüşmeye veya buraya girmeye uğraşmasınlar." Siyonist lider Teodor Hertzl de anılarında, Sultan II. Aldülhamid'in kendilerine şu cevabı verdiğini yazmaktadır: "Doktor Hertzl'e bu konuda yeni adımlar atmamasını öğütleyin. Çünkü ben bir karış toprak dahi veremem. Orası benim kendi mülküm değil İslam ümmetinin mülküdür. İslam ümmeti bu yer için savaşmış ve orayı kanı ile sulamıştır. Yahudiler milyonlarını kendilerine saklasınlar. Bir gün gelir de Hilafet parçalanırsa işte o zaman yahudiler, Filistin'i para ödemeden alabilirler. Fakat ben sağ olduğum müddetçe bedenimin neşterle yarılması Filistin'in Hilafetimden koparılmasından benim için daha kolay bir hadisedir. Bu imkânsız bir şeydir. Ben daha sağ iken bedenimizin üzerinde otopsi yapılmasına asla müsaade edemem". Siyonistler, Osmanlı'dan Filistin'de bir toprak koparma çabalarının tümünün başarısızlıkla sonuçlandığını görünce Osmanlı devletini yıkma girişimlerini başlattılar. İşte yukarıda sözü edilen Dönmeler hareketi, İttihad ve Terakki Cemiyeti, Jöntürkler (Genç Osmanlılar) Hareketi hep Osmanlı devletini yıkma girişimlerinin ürünleridir. İttihad ve Terakki Cemiyeti, 1908 yılında Osmanlı iktidarını ele geçirmeyi başardı. Böylece yahudilerin Filistin'deki faaliyetleri de tırmanmaya başladı. Çünkü yeni yöneticiler yahudilerin Filistin'den yer almalarına ve oraya göç etmelerine izin vermişlerdi. Osmanlı Devleti, Yahudilerin bu topraklara yerleşme arzusuna karşı çok önemli hukuki tedbirler almıştır. Osmanlı Devleti, Yahudilerin bu topraklara sığınmaması için evvela Filistin topraklarının hukuki statüsünü 1871 tarihli İrade-i seniyye ile bu araziyi belirleyip miri yani devlet arazisi haline getirmiştir. Ancak %20'si yine mülk arazi şeklinde devam ettiği için Yahudiler bu kısımdan koparabildiklerine yerleşiyorlardı. II. Abdülhamid, tahta geçer geçmez 1883 tarihli iradesini neşretti. Bu hukuki düzenleme ile Filistin Arazisi hakkındaki muhtemel kanuni boşluklar doldurularak Yahudilere mülk satışını dolaylı olarak engellemiş oluyordu. Bir taraftan da hazine-i hassadaki şahsi mal varlığı ile Filistin'de mümkün olduğu kadar çok toprak satın alarak bu kapıyı kapamaya gayret gösteriyordu. Bu direnmenin neticesinde II. Abdülhamid, Yahudi ve mason ağırlıklı İttihat ve Terakki örgütü tarafından tahttan indirilmiştir. Yahudiler Sömürgeci devletlerarasındaki menfaat çatışmalarını ustaca körüklemişlerdir. Çıkan karışıklık içinde hiçbir sebep yokken ipleri kendi ellerinde olan İttihat ve Terakki Cemiyeti yoluyla Osmanlı devletini savaşa sürüklemiş ve âdete bir ümmeti bitirme noktasına getirmişlerdir. Bununla da yetinmeyip Çanakkale'de 500 bin ümmetin evlatlarını çeşitli oyunlarla kırdırmış ve de Çanakkale Savaşında gönüllü birlikler kurarak İngilizlerin yanında Osmanlı ordularına karşı savaşmış, Ortadoğu'da Osmanlı ordusunu arkadan vurmuşlardır. Böylece emellerine engel olan Osmanlı devletini yıkarak, Filistin topraklarının sahipsiz kalmasını sağlamışlardır. Sonra planın diğer aşamasına geçilmiştir. I. Dünya savaşından sonra dağılan Osmanlı toprakları üzerinde bir Yahudi varlığı oluşturma için çeşitli ülkelerdeki Yahudi cemaatleri üzerindeki baskıyı artırarak insanların Filistin topraklarına göç etmesini sağlamışlardır. Hitler Almanya'sında Nazilerin soykırım iddiaları dile getirilse de Almanya'da olup bitenlerin büyük çoğunluğu propaganda ve yeni İsrail'i oluşturma planının parçası olarak bizzat Yahudiler tarafından tasarlanmıştır. II. Dünya savaşı, Yahudilerin aradığı fırsatı vermiştir. Savaştan sonra alelacele İsrail varlığının kurulması bu yüzden boşuna değildir. Kendilerine vaat edildiğini düşündükleri topraklarda terörist bir varlık kurmayı 1900 yıldan sonra başaran Siyonist Yahudiler, bu adımlarıyla yüzyıllardan beri asıl amaçlarından bir an olsun vazgeçmediklerini ortaya koymuşlardır. Türkiye için PKK ne ise İslam alemi için Yahudi varlığı da odur! Yahudilerin asıl hedefleri olan vaad edilmiş topraklar üzerinde yeniden hâkimiyet kurma ve oradan dünya milletlerini uşak ve köle haline getirme emellerinin önünde ki en büyük engel tarihte Osmanlı Hilafet Devleti idi. Hilafet Devleti ortadan kalktı, böylece Yahudi çetesinin işi biraz daha kolaylaşmış oldu. Çünkü bu terörist örgütün hedefi inancına göre vaat edilen topraklardır. O vaat edilen toprakların bir kısmı ise bu gün Güneydoğu bölgelerini içerisine alan yerlerdir. Bugün de aynı süreç ABD'nin desteğiyle yürütülmektedir. Siyonist Yahudiler için Nil Nehri ile Fırat Nehri arasındaki topraklar Yahudilere Allah tarafından verilmiş yerlerdir iddiası vardır. Bu hüküm, Yahudilerin kutsal kitabı Tevrat'ta (Tekvin 16/12) yer almaktadır. Bugünkü Yahudi nüfusun yarısını oluşturan Siyonist Yahudiler; buna inanmakta ve bunu hayata geçirmek için yaşamaktadır. İsrail bayrağında da bu iki ırmak iki çizgi halinde yer almaktadır. İki çizgi arasındaki Davut Yıldızı da bu topraklarda Yahudi egemenliğini simgeler. Ayrıca İsrail Parlamentosu Kinesset'in girişinde 'İsrail'in sınırları Nil'den Fırat'a kadardır' yazısı bulunmaktadır. Meclislerinde asılı duran harita bu toprakları da içerisine almaktadır. PKK veya Kürt devleti haritasına kızanlar o haritayı neden görmezler acaba!. Veya görürlerde gözlerini mi kapatırlar. Sen kapatsan da Yahudi terör örgütü o işten vazgeçmiş değildir. Bunun çalışmasını gizli değil alenen yapmaktadır. 1948 yılında kurulan İsrail, Yahudileri Kudüs'e toplama politikası yürüttü. Kuzey Irak'ta bulunan Kürt Yahudileri de İsrail'e taşıdı. 1948 yılında İsrail terör varlığı kurulunca da Kuzey Irak bölgesinde bulunan ve kendilerine sığınak arayan Kürt Yahudiler büyük kitleler halinde Kudüs'e göç etmişlerdir. ABD'nin ünlü haftalık dergilerinden The New Yorker'ın 28 Haziran 2004 tarihli sayısında şu iddia ileri sürüldü: 'İsrail Kuzey Irak'ta Kürt Komandoları Eğitiyor.' Türkiye'nin karşısına dikilen ve PKK'yı da kollayan peşmergelerin içinde başka bir grup daha bulunuyor. Bunlar, Kürt Yahudilerdir... Günümüzde CIA ve MOSSAD'ın Kuzey Irak'ta yürüttükleri operasyonun bir ayağı da işte bu Kürt Yahudilere dayandırılıyor. Bu gün Kuzey Irakta PKK kamplarını Siyonist Yahudi İsrail terör örgütü koruyor, PKK Erbil tarafındaki Akre ve Kürt Yahudilerin yaşadığı alan olarak bilinen Berzenci bölgesinden besleniyor. -İsrail'in binlerce yıla dayanan ana iddiası olan arz-i mevud hayalini gerçekleştirme amaçlı "her yolun mübah" olacağı sisteme PKK terör örgütünü dahil etmesi ve bölge kürtlerini, özellikle aşiret liderlerini angaje/bağlama etme politikasının neticesidir. -Arz-ı mevud'un en önemli ayağı olan "Mezopotamya" daha Yahudi Siyonist İsrail terör varlığı BM'ler tarafından kabul edilmeden önce siyonist felsefede yerini almıştır. İşte, bu piyonların en önemli unsuru hiç şüphe yoktur ki "kuzey ırak yahudileri" ve özellikle de "Barzan aşiretidir". İşte israil'in ya da gayri resmi olarak mossad'ın PKK terör örgütüyle ilk teması yıllar önce bölgede konuşlandırdığı bu piyonlar sayesinde; yani, kuzey ırak yahudileri ve barzani ailesi sayesinde olmuştur. PKK'nın kuzey Irak'ta yerleşmesi, 1982 yılında Barzani'nin izniyle olmuştu ve PKK ve KDP uyum içinde çalışmaya başlamışlardır. -Yine 1985-1998 yılları arası PKK'nın Bekaa kampında mossad ajanlarının eğitim verdikleri de Türk istihbaratı tarafından bilinmektedir. Ayrıca Molla Mustafa Barzani, ilk kez 1967 yılında İsrail'e gidiyor. Kendisini kabul eden İsrail Savunma Bakanı Moşe Dayan'a, hediye olarak bir 'Kürt hançeri' ile birlikte, Kerkük petrol rafinelerinin planlarını da getiriyor. Mart 1969'da yapılan bir operasyonda da Barzani-Mossad işbirliğiyle Kerkük rafinerileri bombalanıyor ve çalışamaz hale getiriliyor. Irak savaşında da Kerkük-Ceyhan petrol boru hattı mosad tarafından sürekli bombalanmıştır. Amaç petrolün Hayfa limanından taşınmasıdır. Peki, Yahudi Siyonist terör örgütü tarafından bölgedeki subayları öldürülen Ceyhan üzerinden akan enerji kaynağı sürekli bombalanan Türkiye'nin bölgede ve hatta tüm dünyada en büyük müttefik ve stratejik ortak kabul ettiği Yahudi Siyonist İsrail terör örgütü karşısında neler yapıyor? -1948'de İsrail terör çetesini devlet (!) olarak tanıyan ülkeler arasında üçüncü sırayı Türkiye almaktadır. -1996 Kasım'ında İsrail'le imzalanan Savunma Sanayi İşbirliği Anlaşması, -Türk F-16'larının İsrail tarafından modernizasyonu, -TBMM'ne 04.04.1997 tarihinde İsrail'le Serbest Ticaret Alanı Anlaşması imzalanması. -İsrail'e 800 milyonluk ticari anlaşma imzalama, İsrail'den akıllı Anam füzelerini, gece uçuş sistemleri olan Litening sistemini, elektronik savaş dürbünlerini, casusluk ve saldırı pilotsuz uçakları satın alma müzakereleri. -İsrail Hava Sanayi şirketinin Türk ordusunun 200 milyon dolarlık pilotsuz saldırı uçakları ihalesinin verilmesi, -"Terörle mücadele ve silah sanayi" alanlarında yeni anlaşmalar, -700 milyon dolarlık tank modernizasyonu ihalesi İsrail'e verilirken, savaş uçaklarının modernizasyonu ile ilgili yeni anlaşmalar imzalandı. -Akdeniz'in altından İsrail'e petrol, su ve elektrik hattı geçişi sağlayacak proje konusunda anlaşmaya varıldı. Çok ilginç değil mi!? Maalesef iş bununla da kalmıyor, İsrail varlığı ile yapılan anlaşmaların listesi öncesi ve sonrasıyla uzayıp gidiyor. İsrail bir terör çetesidir, devlet değildir! Yahudiler Filistin'e dışarıdan taşınmıştır. Daha sonra İngilizler tarafından silahlandırılmış ve bölgede terör estirmeye başlamışlardır. Tehditle, saldırı ile çeşitli desiselerle Filistinlilerin ellerindeki araziler alınmış, Filistinliler de sürgün edilmiştir. Bu da yetmezmiş gibi toplu katliamlar düzenlenmiştir. İşgalci bir varlık olduğu her yaptığı işte ortaya çıkmaktadır. Yahudi Siyonist terör varlığı ile Müslümanların çatışması yıllardır sürüyor. Yahudi Siyonist terör varlığı İsrail'in Siyonizm'den başka bir şey olmadığını değiştirilmiş Tevrat'ta bulunan, Kabala'dan alındığı iddia edilen, Yahudi Siyonist İsrail terör varlığı örgütünü kural tanımaz kılan bir kaç cümleyi nakledelim sizlere: "Şimdi git... onların her şeylerini tamamen yok et ve onları esirgeme; erkekten kadına, çocuktan emzikte olana kadar hepsini öldür." (Tevrat, I. Samual Bölümü, 15/3) "Ve Tanrı'nın Rab onları senin önünde ele vereceği ve sen onları vuracağın zaman; onları tamamen yok edeceksin; onlarla ahdetmeyeceksin ve onlara acımayacaksın." (Tevrat Tensiye Bölümü, 7/3) "İşte benden ve miras olarak sana milletleri, mülkün olarak yeryüzünün uçlarını da vereceğim. Onları demir çomakla kıracaksın; bir çömlekçi kabı gibi onları parçalayacaksın." (Tevrat, Mezmurlar Bölümü 2/8-9) "Ve Rabbin sana teslim edeceği bütün kavimleri bitireceksin, gözün onlara acımayacak." (Tevrat, Tesniye Bölümü 7/16) "Et yeyin ve kan için. Yiğitlerin etini yiyeceksiniz ve dünya beylerinin kanını içeceksiniz... Sarhoş oluncaya kadar kan içeceksiniz." (Tevrat, Hezekiel Bölümü 39/ 18-20) "Onları kasaplık koyunlar gibi ayır ve öldürme günü için onları hazırla." (Tevrat, Yeremya Bölümü, 12/3) Yahudi Siyonist terör varlığı için ne bir devlet örfü geçerli ne de BM. hukuku. BM saten Yahudi Siyonist terör varlığının güvencesi için vardır. Tarihinde belki hiç rastlanmayan bir olayı BM'ce gerçekleştirmiştir. O da; toprağı olmayan, işgal ve zorla elde etiği topraklarda barınan, eğitim görmüş silahlı yetmiş beş bin Siyonist Yahudi terörist militanın Filistin'de hakkının bulunduğunu kabul etmesidir. Aynı BM, Irak, Afganistan, Suriye, Libya, Sudan, Somali, Yugoslavya, Sierra Leone, Liberya ve Angola`ya, askeri ve ekonomik yaptırımları hemen uyguluyor. Yahudi Siyonist terör varlığı uymadığı takdirde bir yaptırım öngörülmüyor. Yahudi Siyonist terör varlığına karşı alınan kararlar, `Yaptırımı olmayan tavsiye kararlar` şeklinde yorumlanıyor. Gazze saldırılarında Yahudi Siyonist terör varlığı İsrail'in önüne çıkan her şeyi yakan fosfor bombalarını kullandığını resmen açıklandı. Uluslararası İnsan Hakları İzleme Örgütü, Yahudi Siyonist terör varlığı İsrail'in saldırılarda fosfor gazı kullandığını da doğruladı. BM. Çevre Programı, İsrail ordusunun 2006 yılında Lübnan'da Hizbullah ile giriştiği çatışmada, beyaz fosfor kullandığını açığa çıkarmıştı. Oysa Cenevre Sözleşmesi'ne göre, sivillerin yaşadığı bölgelerde beyaz fosfor kullanmak yasak. Takviye askerleri de Gazze'ye gönderen Yahudi Siyonist terör varlığı, her gün yeni bir savaş suçu işliyor. Binlerce Boşnağın ölüm emrini veren Sırp kasabı Radovan Karadziç savaş suçlusu olarak yargılanırken günümüze kadar hiçbir Yahudi Siyonist terör örgütünden hiçbir kimse yargılanmamıştır. İsrail siyonist terör örgütlerinin kurmuş olduğu terör bir varlıktır ve bu varlığın şimdiye kadar işbaşına gelmiş olan yöneticilerinin çoğu bu terör örgütlerden yetişmişlerdir. İngilizlerin Filistin topraklarını işgal etmelerinin (1918) hemen ardından bu topraklara akın etmeye başlayan siyonist yahudiler ilk terör örgütlerini de bölgede 1920 yılında kurmuşlardır. (Diğer ülkelerde daha önce kurulmuş Siyonist Yahudi terör örgütleri bulunmaktaydı. Selanik'teki, Almanya'daki terör örgütleri gibi.) Bu terör örgütünün adı Hagana'ydı. Bunun ardından diğer yahudi terör örgütleri de kuruldu. Bunların en ünlüleri; Irgun ve Lahome Herut adlı örgütlerdi. Bu örgütler hem Filistin'de yaşayan Müslümanlara karşı, hem de kendilerine Filistin'in kapılarını açan İngiliz işgal kuvvetlerine karşı terör eylemleri düzenliyorlardı. Bu örgütler tarafından gerçekleştirilen terör eylemlerinde çok sayıda insan öldürülmüştür. (Şunu da belirtelim İngilizlerle Yahudi terör örgütlerinin çarpışması bir oyundan ibaretti.) Lahome Herut adlı terör örgütü Abraham Stern adlı yahudi tarafından kurulmuştur. Bu örgütün mensupları haşhaş kullanırlardı ve ferdi terör eylemlerinde çok iyi yetiştirilmişlerdi. Bunlar eylemlerini daha çok işgalci İngilizlere yöneltiyorlardı. Başlangıçta İngilizlerle işbirliği içinde olan Hagana ve Irgun terör örgütleri II. Dünya Savaşı'ndan sonra İngilizleri Filistin'den çıkmaya zorlamak ve kendilerinin siyonist varlığını kurabilmeleri için şartları hazırlamak amacıyla İngilizlere karşı Lahome Harut terör örgütüyle işbirliği içine girdiler. Yukarıda adı geçen ve daha başka siyonist terör örgütlerinin gerçekleştirdiği eylemlerden bazıları ise şunlardır: Kral Davud Oteli'nin Havaya Uçurulması (22 Temmuz 1946): Bu eylem Irgun terör örgütünün militanları tarafından gerçekleştirilmiştir. Bu olayda 96 kişi öldü, 45 kişi de yaralandı. Ölenlerin 17'si de yahudiydi. Irgun militanları bu oteli örgütlerine ait bazı eylem planlarının bu otele götürülmesi dolayısıyla vesikaları yok etmek amacıyla havaya uçurmuşlardı. Deir Yasin Katliamı (9 Nisan 1948): 9 Nisan 1948 tarihinde yine Irgun terör örgütüne bağlı militanlar sabaha doğru Kudüs yakınlarındaki Deir Yasin köyüne baskın düzenlediler. Bu baskında yaralı olarak kurtulabilen birkaç kişi dışında bütün köy halkı öldürüldü. Öldürülenlerin çoğu kadın ve çocuktu. Yahudi teröristler hamile bir kadının karnını yararak karnındaki çocuğu da öldürmüşlerdi. Deir Yasin katliamının gerçekleştirildiği sırada Irgun terör örgütünün lideri olan Menahem Begin (Yahudi terör varlığının başbakanı 1978) olayla ilgili olarak şu açıklamayı yapmıştır: "Bu önemli bir stratejik eylemdi. Bu eylemi gerçekleştirme şerefi sadece Irgun örgütüne ait değildir. Bu eylem Şatiron'un ve Balamah örgütündeki topçu birliğin katkılarıyla gerçekleştirilmiştir." Kibya Katliamı (9-18 Temmuz 1948): 12 Ekim 1958 gecesi Ariel Sharon (Yahudi terör varlığının başbakanı 2004) komutasındaki "Birlik 101" adını taşıyan 500 kişilik yahudi komando birliği Batı Yaka'da bulunan Kibya adlı Filistin köyüne baskın düzenleyerek 67 kişiyi öldürdü. 75 kişiyi de yaraladı. Baskında 45 ev de enkaz haline getirildi. Yahudi teröristler aynı gece iki Filistin köyünü de ateşe verdiler. Teröristlerin Yönettiği Bir varlık; İsrail BM. Filistin topraklarının bölünmesine dair karar aldığında yahudilerin eğitim görmüş silahlı yetmiş beş bin militanı bulunuyordu. İşte Yahudi terör varlığı bu terörist militanlar tarafından kurulmuş ve yöneticileri de onların arasından çıkmıştır. Yahudi terör varlığının ilk başbakanı Ben Gurion 1945 yılında yahudi terör örgütleri arasında ortak koordinasyon kurulmasını sağlayan kişidir. Bu ortak koordinasyonun kurulmasından sonra Ben Gurion 1 Ekim 1945'de bütün yahudi terör örgütlerine hareket emri verdi ve bu emir doğrultusunda çeşitli eylemler gerçekleştirdi. Camp David anlaşmasının imzalandığı sırada Yahudi Siyonist terör varlığı başbakanı olan ve Yahudi Siyonist terör varlığı tarafından bu anlaşmaya imza koyan Menahem Begin (1977'de başbakan) 1943'ten itibaren Irgun terör örgütünün liderliğini yapmıştır. Deir Yasin katliamı ve Kral Davud Oteli'nin havaya uçurulması eylemleri onun militanları tarafından gerçekleştirildi. Irgun terör örgütü bunların dışında da pek çok terör eylemi gerçekleştirmiştir. Aynı Menahem Begin 1978 yılında Mısır devlet başkanı Enver Sâdât'la birlikte Nobel barış ödülüne lâyık görüldü. Yahudi siyoninst terör varlığının Menahem Begin'den önceki başbakanı bayan Golda Meir (1969'da başbakan) 16 yaşından itibaren siyonist örgütler içinde faaliyet göstermiş biridir. Beyrut kasabı lakabı ile ünlü olan Yahudi siyoninst terör varlığının eski savunma bakanı, daha sonra da iskân bakanlığı yapan Ariel Sharon, Kibya katliamı ile Sabra ve Şatilla katliamı'nın sorumlusudur. 1982'de Lübnan'ı işgal eden Yahudi siyoninst terör varlığı kuvvetlerinin başında Ariel Sharon bulunuyordu. Bir ara Kudüs belediye başkanlığı yapmış olan Teddy Kollek, Yahudi siyoninst terör varlığının kuruluşundan önce pek çok kanlı terör eyleminin sorumlusu olan Hagana örgütünün ileri gelen elemanlarındandı. Yahudi siyoninst terör varlığının Şimon Peres'ten (1996'da başbakan) önceki başbakanı ve kendisi de yahudi terörünün kurbanı olan İzak Rabin (1974'de başbakan) 18 yaşında Gizli Palmach Ordusu'na katıldı. 1948 Savaşı'nda Kudüs çevresindeki önemli çatışmaların komutanlığını yaptı. Teröristlerin yönetiminden ancak terör beklenir. Kefer Kâsım Köyü Katliamı (29 Ekim 1956): Yahudi siyoninst terör varlığı, Fransa ve İngiltere'nin işbirliği yaparak Mısır'a ortak saldırıda bulunmalarıyla başlayan 1956 Süveyş Savaşı'nın hemen başlangıcında 28 Ekim 1956 akşamı siyonist terörist askerler Sina'daki Kefer Kâsım köyünde büyük bir katliam gerçekleştirdiler. 28 Ekim akşamı saldırıya uğrayan köylülerin tümü bu saldırıda öldürüldü. Ürdün Katliamları (15 Şubat, 4 Haziran 1968): Yahudi siyoninst terör varlığı uçakları Ürdün nehri boyunca 15'ten fazla Filistin köyüne havadan napalm bombası yağdırdı. Saldırıda resmi rakamlarla 56 kişi feci şekilde can verdi. Haziran ayında İrbid şehrini bombalayan Yahudi siyoninst terör varlığı uçakları 30 Filistinlinin ölümüne neden oldu. Abu Za'abel Katliamı (12 Şubat 1970): Yahudi siyoninst terör varlığı uçakları Mısır sınırındaki Abu Za'abel'i havadan bombaladılar. Saldırıda hedef seçilen bir fabrikadaki 70 işçi öldü. Sha'a Katliamı (8 Nisan 1970): Mısır'ın başkenti Kahire'ye 80 kilometre mesafedeki Sha'a eyaletinde bir okulu bombalayan Yahudi siyoninst terör varlığı uçakları 46 çocuğu katletti. Suriye Katliamı (8 Eylül 1972): Suriye hava sahasını ihlal eden Yahudi siyoninst terör varlığı jetleri yedi köyü bombaladı. Saldırıda en az 200 kişi hayatını kaybetti. Libya Katliamı (19 Şubat 1973): Libya Havayolları'na ait bir yolcu uçağı Yahudi siyoninst terör varlığı tarafından düşürüldü. İçindeki 107 yolcu ve mürettebat hayatını kaybetti. Beyrut Katliamı (20 Temmuz 1981): Lübnan'ın başkenti Beyrut'a hava saldırısı düzenleyen İsrail jetleri, 300 sivili öldürdü. Yüzlerce sivil aynı saldırıda yaralandı ya da sakat kaldı. Sabra ve Şatilla Katliamı (15-16 Eylül 1982): Sabra ve Şatilla katliamı Yahudi siyoninst terör varlığı askerlerinin 1982 yılında Lübnan'ı işgal ettikleri tarihte gerçekleştirilmiştir. Katliam, Yahudi siyoninst terör varlığı kuvvetlerinin başkomutanı Ariel Sharon'un (2001 tarihinde başbakan) gözetimi ve koruması altında Lübnanlı hıristiyan falanjist milisler tarafından gerçekleştirildi. İşgalci siyonist askerler 16 Eylül 1982 tarihinde Filistinli mültecilerin kaldığı Sabra ve Şatilla kamplarını buralarda ikamet edenlerin herhangi bir yere kaçmalarını önleyecek şekilde kuşatmaya aldılar. Arkasından Lübnanlı hıristiyan Falanjist milisler siyonist terörist askerlerin gözetimi altında kamplara girerek büyük bir katliam gerçekleştirdiler. Lübnan hükümetinin açıklamasına göre bu katliamda toplam 991 kişi öldürüldü. Bunlardan sadece 328 kişinin kimliği tespit edilebildi. Kudüs Katliamı (8 Ekim 1990): Yahudiler Mescidi Aksa'nın daha önce Süleyman Mabedi'nin diğer adıyla Siyon Mabedi'nin bulunduğu yere inşa edildiği iddiasındadırlar. Bu yüzden Mescidi Aksa'yı yıkarak yerine Siyon Mabedi inşa etmeği amaçlarlar. Müslümanlar Mescidi Aksa'ya yönelik herhangi bir eylemi önleyebilmek için o gün bu mescide toplandılar. Bu arada terörist yahudilerin amaçlarını gerçekleştirmek için ısrarda bulunmaları ve dolayısıyla Müslümanlarla terörist yahudiler arasında tartışma çıkması üzerine önceden Mescidi Aksa çevresine mevzilenmiş olan terörist yahudi askerleri ve polisleri Müslümanların üzerine gaz bombaları atmaya ve silahlarla ateş etmeğe başladılar. Yahudi Siyonist terörist askerler Müslümanlara vahşice saldırılarda bulunmakla kalmadılar. Yaralı Müslümanlara acil müdahale yapılmasına, yaralıları hastanelere nakletmek için gelen ambülânsların olay yerine girmelerine de engel oldular. Olayları yaşayanlar, Müslümanlardan bazılarının acil tıbbi müdahale yapılmadığından öldüğünü bildirdiler. İşte böyle bir vahşetin sonucu 30 Müslüman'ın şehid edilmesi, birçoğu ağır olmak üzere 800 Müslüman'ın yaralanması oldu. Hz. İbrahim Camisi Katliamı (25 Şubat 1994): 25 Şubat 1994 Cuma günü Filistin'de siyonist yahudiler korkunç bir katliam gerçekleştirdiler. Müslümanların sabah namazını kılmakta oldukları bir sırada siyonist yahudilerin Halil İbrahim Camisi'ne düzenledikleri saldırıda 50'den fazla Müslüman şehid edildi, 300'e yakın Müslüman da yaralandı. Kana Katliamı (18 Nisan 1996): Saldırıda Kana mülteci kampının havadan bombalanması sonucu çoğu çocuk ve kadın yüzden fazla insan hayatını kaybetti. O katliamda kafaları kopan çocukların oluşturduğu acı manzaralar zihinlerden silinmiş değildir. Cenin Katliamı (3-15 Nisan 2002): Batı Şeria'daki Cenin Mülteci Kampı'na zırhlı birliklerle saldıran terörist, Siyonist Yahudi varlığı ordusu yaklaşık 1.300 sivili katletti. Nuseyrat Katliamı ( Mart 2004): Gazze'deki Nuseyrat ve Bureyc mülteci kamplarına giren terörist, Siyonist Yahudi varlığı askerleri aralarında dört çocuğun da bulunduğu 14 sivili öldürdü. Tünel Olayı ve Kudüs Katliamı Likud Partisi lideri Netanyahu (1996'da başbakan) iktidara gelmesinden sonra bu mukaddes mabedi yıkma amacına yönelik çalışmalarını açıktan yürütmeye başladı. Mescidi Aksa ile Hz. Ömer Camisi'nin içinde bulunduğu haremi şerif bölgesinin altından geçen tünelin açılışını yaptı. Kudüs Müslümanları söz konusu tünelin ne amaç için kazıldığını çok iyi bildiklerinden Mescidi Aksa'ya yönelik siyonist emellerin önünü kesmek gayesiyle ayağa kalktılar. Terörist işgal yönetimi olayların sıcaklığının devam ettiği 27 Eylül Cuma günü de Cuma namazı esnasında Mescidi Aksayı 4000 askerle kuşatmaya aldı. Bu kuşatma esnasında, namaz kılan Müslümanların kafalarına kurşun sıkan terörist siyonist askerler 12 Müslüman'ın şehid olmasına birçoklarının da yaralanmasına sebep oldular. Cuma günü gerçekleştirilen saldırıda şehid edilenlerle birlikte Müslümanlardan ölenlerin sayısı yetmişi aşarken yaralananların sayısı da iki bine yaklaştı. Yaralananların bazıları da daha sonra hastanelerde hayatlarını kaybettiler. israil - Lübnan katliami 16 - 26 Temmuz 2006 Ariel Şaron'nun başbakanı (2006) olduğu Yahudi terörist varlığı Silahlı Kuvvetleri Lübnan topraklarına saldırdı. 12 Temmuz - 14 Ağustos 2006 tarihleri arasında sürmüş olan silahlı çatışmadır. 1000'den fazla sivil Müslüman katledildi. Ve şu an Gazze; Terör çetesi yine iş başında! Yahudi terör varlığı içerisinde iktidar kavgası ve çekişmeler yaşanırken bundan çıkış yolu olarak yaşanan katliam öngörülmüştür. Son dönemlerde birbirine düşen terör çeteleri nefes almak ve seçim öncesi birliktelik oluşturmak için Müslümanların kanlarını akıtmayı yeğlemişlerdir. Allah onları kahretsin! Üç haftayı aşkın süredir yapılan saldırılarda 1100'den fazla Müslüman katledildi ve Gazze yaşanamaz hale getirildi. Dünyanın gözü önünde cereyan eden bu hadise yukarıda da sıraladığımız gibi ilklerden değildir. Bu görüntülere alıştırılmış olan dünya devletleri Yahudi terör varlığının ateşkes yapmasını (sözde insani duyguları kabardığından olsa gerek), savaşı durdurmasını (sanki karşısında ordular bulunup ta savaşan bir devletmiş gibi), yeni bir ihanet antlaşmasının altına imza atacak hain birinin masaya oturmasını bekliyor! Ümmetin Filistin'in meselesini İslami bir mesele, ümmetin meselesi görmeyip sadece bölgesel ve Filistinlilerin meselesi olarak gördüğü sürece, bu olaylar karşısındaki etkisiz tutumu devam ettiği müddetçe Gazze katliamı sonuncusu olmayacaktır. Bu katliamlar açıkça görüldüğü gibi sadece Müslümanların yaşadıkları bölgelerde, Müslümanlara yönelik yapılmakta ve tüm dünya bu olaylara destek vermektedir. Bir kısmı fiili, bir kısmı manevi, bir kısmı da susmasıyla dolaylı olarak destek veriyor. Sonuçta hepsi birden Müslümanlara karşı tek vücut olmaktadırlar. Yarını olmayan, akibetleri cehennem ateşi olan bu batı zihniyeti ve dünyası, Müslümanlar karşısında birlik kurabiliyorken, bizler Yüce Allah'ın dediği gibi insanlık için çıkarılmış en hayırlı ümmet vasfımızı neden ortaya koyamıyoruz. Ey hayırlı ümmet! Artık insanlık için ortaya çıkmanın vakti gelmedi mi?

  • muradi   23-04-2010 03:34

    Burada Dersimi yakıp yıkanlar, çocuklara varıncaya kadar insanları öldürenlerle Hama'da taş üstünde taş, baş üstünde baş bırakmayanlar aynı anlayışın farklı türevleridir.Kendi ülkesinde yaşanan zulümleri anlamayanlar başka ülkelerde yaşana zulümleri nasıl anlasın?!

İlginizi çekebilecek diğer haberler

Makaleler

Hava Durumu


VAN