Hamza Er: Öncü şahsiyetlere ihtiyacımız var

Kayseri İktibas Dergisi Temsilciliğinde Sabikûn kavramını anlatan Hamza Er, insanların İslamî duyarlılıklarının ve sorumluluklarının olmaması, toplumda tevhidi bir dönüşüm olmamasının öncü şahsiyetlerin eksikliğinden kaynaklanabileceğini düşündüğünü belirtti. Er, herkesin, üzerine ölü toprağı serpilmişçesine, elinden tutup çekecek birilerini beklediğini söyledi.

03-11-2010


Hamza Er konuşmasına, selamlama ile başladıktan sonra İktibas Dergisi’ne, yüreklerindeki sıkıntıyı paylaşma fırsatı verdiği için teşekkür etti. Hazma Er, yazılarda aktarılmayan duygu ve heyecanların yazı sahibi tarafından bizzat dinlenmesi halinde etkisinin daha farklı olduğunu kaydetti.

Kur’an’î bir kavram olan Sabikûn/öncüler, önde gidenler, öne geçenler konusunu Kur’an çerçevesinde kalarak işleyen Er, bu konuyu seçme sebebini açıklarken, insanların İslamî duyarlılıklarının ve sorumluluklarının olmaması, toplumda tevhidi bir dönüşüm olmamasının öncü şahsiyetlerin eksikliğinden kaynaklanabileceğini düşündüğünü belirtti. Er, herkesin, üzerine ölü toprağı serpilmişçesine, elinden tutup çekecek birilerini beklediğini söyledi.

Kur’an ayetleriyle, konuyu anlaşılır, etkili ve harekete geçmeye zorlayan bir dil ve heyecanla anlatan Hamza Er konuşmasını şöyle sürdürdü:

“Herkes biz çok iyi vagonlarız, bizi çekmeye lokomotif gelsin diyor. Hiç kimse lokomotif olmaya talip değil. İçe dönük ibadetlerle yetinme hali bizleri kuşatmış. Vakıa suresinde üç tip insandan bahsedilmekte. Cennetliklerden olan ancak çok daha üstün, çok daha özel bir gruptan, öncü şahsiyetlerden haber vermektedir Rabbimiz Allah’u Teala. Elbette Ashabul meymene -sağ ehli- de iyi, onlar da cennetlik Müslümanlar. Ancak sabikûna özel bir sayfa, özel bir parantez açılmış. Hepimiz iyiyizdir, ancak aktif iyi olmalıyız. Yani bu iyiliğin somut izahatlarla karşılığını bulması gerekir. Diri-canlı şahitlerin eksikliği bizim bir araya geldiğimizde konuştuğumuz reçete olarak yazacağımız öncü şahsiyetlerin, dava adamlarının eksikliğidir.

Bizi bu hale getiren sebepler arasında dört bir yandan kuşatılmışlık, dünyevileşme, konformizm, modernleşme sonucu olarak bir bireyselleşme sorunu yaşıyoruz. Dört duvar arasında yaşanan -esasında onda da problem var ama keşke o da sağlam olsa- sadece hayatın merkezine oturtulan şekilsel ibadetler yapılıyor. Bu kesinlikle haşa ibadetleri küçümseme anlamına gelmemelidir. Halbuki bu şekilsel ibadetleri hayatın merkezine oturtup topluma dönük, hayata dönük -hayatın kendisi ibadettir- ibadetlerden kendini beri tutmak, ayrıştırmak sorunu yaşanıyor. Yani bireyselleşme sorunu yaşanıyor.

Ayrıca modern küresel kavramların insanlara vaat etmiş olduğu liberalizm, demokrasi gibi kavramların özgürlük ve yaşam alanları ile yetinme hali ve bu yetinme halinin sebep olduğu fikirsel, eylemsel ve düşünsel sapmalar. Yani Müslümanlar diyorlar ki biz yanlış okumuşuz bugüne kadar bakın ne güzel herkes özgürce her istediğini yerine getirebiliyor, tüm özgürlük alanlarının önü açık, daha ne istiyoruz, din bu zaten. İslam’ın bir devlet talebi yok ki, bunun ekstrasını talep etmenin bir anlamı yok ki deyip yetinen ve büyük bir savrulma yaşayan bir kesim, iki tip örnek olarak karşımızda duruyor. Bu kuşatılmışlık hali biz Müslümanlara Allah’a karşı sorumluluklarımız nedir, kulluk görevlerimiz nedir bunları unutturdu. Birtakım dini vecibelerini yerine getiren bir toplumla yetinmeye başladık.

Öncü kesimin çıkmasındaki ilk gerekçe insanların içinde bulunduğu cemaatlerin yaptığı zikzaklardan yaka silkip, kuşatılmışlığın da verdiği içe kapanmadan dolayı kabuğuna çekilmesi, eşinin başörtülü olması, kızının başörtülü olarak okumasıyla yetinen, bireysel ibadetlerini yapan ve kalplerinin bir köşesinde bir kurtarıcı bekleyen, ömrünü tüketen bir kesim oluştu. Bir uyanmışız ki her taraf İslamileşmiş. Bakın bu ilk kesim bunlar samimi, iyi niyetli Müslümanlar. Yani kendileri bir sabikun bekliyorlar.

İkincisi ise bu çağda artık olması gerekenin mevcut durum olduğuna kanaat getirenler. Zaten rantı, ihaleleri alıyoruz. Böyle bir ortam sabikun yetiştirecek bir ortam değil. Bu iki problemli ruh hali ortak bir sonuç olarak karşımıza çıkıyor. Rahat ve konforundan taviz vermeyen, sorumluluk almayan, fedakarlık göstermeyen ve bedel ödemeye razı olmayan bir düşüncenin sonucudur. Bu kesim öncü kadronun, sabikunun çıkmasına engel olmaktadır. Silik şahsiyetlerden neden sabikun çıkmıyor, bunları düşünmemiz hasbihal etmemiz gerekiyor. Hiç değilse dinleyenler arasından o dava adamı -öncü adam- neden ben olmayım diyecek olanlara bir kıvılcım yakmamız gerekiyor. Bu tür sohbetler belki kardeşlerimizin uyanmasına harekete geçmesine neden olur diye ümit ediyoruz.

Davanın yatağı kaydı. Gayemiz kaydı. Hedeflerimizi, gayelerimizi hatırlayacak olursak Hz. Adem’den, Hz. Muhammed’e kadar bütün peygamberlerin davası Tevhid davasıdır, yürütmüş oldukları mücadele tevhid mücadelesidir. Peygamberlerin mirasçısı biz Müslümanların da mücadelesi, gayesi aynıdır. Rabbimiz Nahl suresi 36. Ayetinde “Andolsun biz, her ümmete, “Allah’a kulluk edin, tâğûttan kaçının” diye peygamber gönderdik. Allah onlardan kimini doğru yola iletti, onlardan kimine de (kendi iradeleri sebebiyle) sapıklık hak oldu. Şimdi yeryüzünde dolaşın da peygamberleri yalanlayanların sonunun ne olduğunu görün” buyurmaktadır. Peygamberlerin varisçileri olan bizlerin tağutun reddedilmesi kulluğun sadece Allah’a yapılması noktasında bir mücadele yürütmesi aşikârdır gereklidir, zorunludur. Peygamberlerin gönderiliş gayesi insanlar üzerinde tahakküm kurmuş,  Rablik taslayan, zorbalık taslayan egemenleri reddetmek, yıkmak,  sarsmak, onları rahatsız etmek için gönderilmişlerdir. O egemenlere isteyerek veya istemeyerek boyun bükmüşleri silkelemek için gönderilmişlerdir. İşte bu temelin altını çizmemiz gerekiyor.

Enbiya suresi 25’te “Senden önce gönderdiğimiz bütün peygamberlere, ‘Şüphesiz, benden başka hiçbir ilah yoktur. Öyleyse bana ibadet edin’ diye vahyetmişizdir” denmektedir. Zariyat suresi 56’da ise Rabbimiz, “Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım” buyururken yaratılışın gayesinin yalnızca kulluk olduğunu belirtmektedir. İşte bu ayetler önümüzde dururken, o pak peygamberleri mücadeleleri, şahitlikleri kıssalar halinde önümüzde dururken nasıl, “İslam’ın egemen sistemlere müdahale etme, toplumları idare etme talebi yoktur” diyebiliriz. Dini hayata hakim kılmak için Kur’an’i bir ifadeyle cehdetmeleri bir vazifedir. Bu bir farziyettir. Hayatta yalnız Allah’ın belirlemiş olduğu sınırlar etkili, etken, tek belirleyici oluncaya kadar, insanlar hayatlarını ve yaşantılarını Allah ve Rasulü’nün belirlediği sınırlar oluncaya kadar cihat etmeli. Bakara suresi 193’te, “Hiçbir zulüm ve baskı kalmayıncaya ve din yalnız Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın” diye açık bir hedef ve yönlendirme duruyorken peygamberlerin ömürlerini verdikleri nebevi bir mücadele karşımızda duruyorken bu mücadeleyi görmezden gelip dini bireyselleştirme, etkisizleştirme çabası işte toplumda öncü şahsiyetlerin, dava adamlarının, sabikunun görülmemesinin, oluşmamasının, ortaya çıkmamasının gerekçelerden bir tanesidir. İşte davamız Allah’ın dinini önce insanların yüreklerinde, sonra yeryüzünde hakim kılabilme mücadelesidir. Bireyden, aileden, cemaatten, toplumdan, devlete bu basamakları birer birer nebevi sınırları gözeterek çıkmamız gerekiyor.

Davası İslam olmayanı/olmayanları sabikun olarak görmüyoruz.

Bu davayı üstlenmiş olanlar, başı çekenlerdir sabikun. Sabikun; Sebeka kökünden gelen yarışmak, öne geçmek, koşuşturmak anlamlarına geliyor. Sebeka rekabet arzusu içinde birbirini geçme arzusu, yani hayırda yarışmak, Allah’ın dininde kim önde olacak yarışı. Bu yarışta haset, kıskançlık, çelme takmak yok; gıpta etmek var, imrenmek var, hayırda yarışmak var. Ashabul yemîn; iyilik ve hak için çaba sarf edenler, İslami mücadele öncülüğünü tercih edenler, Vakıa suresinde Allah’a yaklaştırılanlar olarak bahsediliyor. Allah’a yakın olmaktan daha büyük bir ödül var mı? Kim bu sabikun; elini taşın altına sokanlar, birilerini beklemeyenler, öne atılanlar, zulme karşı ilk düğmeye basanlar, zalime ilk taşı atanlar, gönülleri ve coğrafyaları fethe çıkan ilk akıncılardır. Tabi ki dünyada Allah’a yakın olacaklar, ahirette de Allah’a yakın olacaklardır.

Kur’an’ı Kerim’de geçen ve beni araştırmaya ve düşündürmeye sevk eden ayet Vakıa suresinde geçen ayetlerdir. “Kesin gerçekleşecek (olan Kıyamet) koptuğu zaman, onun kopuşunu yalanlayacak kimse olmayacaktır. Yeryüzü şiddetle sarsıldığı, dağlar parça parça dağılıp saçılmış toz olduğu ve siz de üç sınıf olduğunuz zaman, O, (kimini) yükseltir, (kimini) alçaltır. Ahiret mutluluğuna erenler var ya; ne mutlu kimselerdir! Kötülüğe batanlara gelince; ne mutsuz kimselerdir! (İman ve amelde) öne geçenler ise (Ahirette de) öne geçenlerdir. İşte onlar (Allah’a) yaklaştırılmış kimselerdir.”

Allah’u Teala üç grup insandan bahsediyor. Ashabul meymene kitabı sağ taraftan verilen, bereket ashabı mutlu olanlar, kurtuluşa erenler; bir diğer sınıf Ashabul meş’eme uğursuzlar, bedbahtlar, şom ağızlılar, bereketsizler, bunlar yapmış oldukları inkardan, fısktan, fücurdan dolayı mahşer günü o konumda olacaklar. Sabikun; Allah’ın davasına hiç tereddüt etmeden, beklemeden koşanlardır. İyilikte, şükürde, yardımda, teslimiyette, davette önde olanlardır. Herkes yürürken, onlar koşanlar. Herkes otururken, onlar ayaktadırlar. Herkes susarken onlar konuşur, herkes uyurken onlar uyanıktırlar. İşte sabikunun, ashabul meymeneden, mutlu ashabtan farkı budur.”

Konuşmanın son bölümünde Hazma Er, Ashab-ı Kehf’den Seyyid Kutub’a uzanan bazı ‘sabikûn’ örneklerine de yer verdi. Sohbet, soru-cevap bölümünün ardından sona erdi.

(Kaynak: iktibas.info)

Etiketler : #Hamza   #Er:   #Öncü   #şahsiyetlere   #ihtiyacımız   #var   
YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !
İlginizi çekebilecek diğer haberler

Makaleler

Hava Durumu


VAN