İlahi ikazlardan ibret alalım
Değerden düşen insanın kendini müstağni görmesiyle kötülük yapma istidadı artar, ardından yıkıcı ve bozucu özelliği olan fesat çıkarması beraberinde ailenin bozulması, neslin bozulması, ürünün bozulması, ekosistemin bozulması ve doğal hayatı tahribatı, fıtratın bozulması meydana gelir.
12-09-2020
Yeryüzünde halife olarak yaratılan, kendisine imtihan için akıl ve irade bahşedilen insanoğlu; göklerin, yerin ve dağların taşımayacağı ağır emanetin sorumluluğunu yerine getirmediği zaman eşref-i mahlûkat (yaratılmışların şereflisi) hâlinden esfel-i safilin (aşağıların aşağısı) durumuna düşer. Değerden düşen insanın kendini müstağni görmesiyle kötülük yapma istidadı artar, ardından yıkıcı ve bozucu özelliği olan fesat çıkarması beraberinde ailenin bozulması, neslin bozulması, ürünün bozulması, ekosistemin bozulması ve doğal hayatı tahribatı, fıtratın bozulması meydana gelir.
" İnsanlardan öyleleri vardır ki dünya hayatına dair sözleri senin ilgini çeker, hoşuna gider. O aynı zamanda sözlerine Allah’ı da şahit tutar. Hâlbuki o düşmanların en azılısıdır. İşte böyleleri, işbaşına geçince yeryüzünde bozgunculuk yapmaya, ekini ve nesli yok etmeye çalışır. Allah bozgunculuğu sevmez " (Bakara, 2/204-205).
Bu ayetteki neslin bozulmasından fikri, ahlâki ve kültürel yönden bozulmayı; ekinin bozulmasından da tarım ürünlerinin genetiği değiştirilerek bozulmasını anlayabiliriz. Bozulan ekin veya ürün nasıl toprağı verimsizleştirip diğer canlıları yok edip zarar veriyorsa bozulan nesil de yaşadığı çevresine ve topluma zarar verir. Neslimizi fuhuş, içki ve kumar gibi haramlardan koruduğumuz gibi batı kültürünü taklit etmekten, muzır fikir akımlarından da korumalıyız. Zira kültürümüze yabacı kapitalizm, sosyalizm, liberalizm ve modernizm gibi fikir akımlardan olduğu kadar, din karşıtı inançsızlık versiyonları olan deizm, ateizm ve nihilizm, pozitivizm, naturalizm gibi felsefi akımlardan neslimizin zehirlenmemesi için teyakkuz halinde olmalıyız. İbadetinde devamlı olan, elinden ve dilinden başkasının emin olduğu, anne babasına itaat ettiği gibi akraba ve komşu hakkına riayet eden, kul hakkı yemeyen, başkasına haksızlık yapmadığı gibi kendisine de haksızlık yapılmasına müsaade etmeyen, insanlara merhamet gösterdiği gibi hayvanlara da eziyet etmeyen, tabiat ve çevreyi kirleterek diğer canlıların yaşam alanına kast etmeyen, parayı, kadını ve makamı kendisine kıble edinmeyen, dünyası için ahiretini yakmayan, istikamet yoldan şaşmayan, sorumluluğunun bilincinde olan nesiller/kuşaklar lazım bize. İşte böyle nesil kolay kolay bozulmaz.
Ekinin veya ürünün bozulması üzerine genetiği değiştirilmiş organizma (GDO’lu) etkisinden bahsedelim. Mısır, pirinç, soya, buğday ve daha birçok tohumların genetiğiyle oynanılarak doğallığı bozulmuş, sebze ve meyvelere de hormon verilerek çabuk büyümeleri sağlanmış, benzer şekilde hormon ilaçları ve suni yemlerle beslenen hayvanlardan elde edilen et süt yoğurt, peynir yumurta gibi hayvansal ürünler sağlığımız için risk oluşturmaktadır. GDO'lu mısır ve soyadan üretilen nişasta bazlı şeker ve soya lesitini bisküvi, kraker, gofret, çikolata, şekerleme, cips, puding, mama, et suyu tableti, hazır çorba, kola, meyve suyu, margarin, ketçap, mayonez, sucuk, salam, sosis gibi birçok hazır gıdalara katılmaktadır. GDO’lu gıdaların birçok hastalığa davetiye çıkardığını biliyor musunuz? GDO’lu gıdalar, kanser hastalıkları başta olmak üzere, obezite, diyabet, kalp-damar hastalıklarından başka sindirim ve bağışıklık sisteminde düzensizliklere, alerji ve kısırlık problemlerine neden olmaktadır.
Tabiatın doğal dengesinin bozulmasında GDO’lu maddelerin etkisi vardır. GDO’lu ilaç ve kimyasallar kuşlar, böcekler, arılar, kelebekler, balıklar gibi canlıların yok olmasına sebep olup deniz biyoçeşitliliğini azaltmakta ve toprakta yaşayan canlılara zarar vermektedirler. Ekolojik dengenin bozulmasında GDO’lu maddeler dışında başka sebepler de mevcuttur. Küresel ısınma, hava kirliliği, su kirliliği, ormanların yok edilmesi, sanayi atıkları ve çöpler, çevre tahribatı, beton yapıların artarak yeşil alanların yok edilmesi, arka planında doğayı, havayı, suyu ve ağaçları bilinçsizce kullanan doymak bilmeyen insanoğlunun tahrip, talan ve bozgunculukla gelecek kuşaklara yaşanamayan bir tabiat bırakması yatmaktadır.
Genelde hepimizin ama özellikle çok fazla hazır gıda tüketen ve fast food kültürüyle yetişen neslin sağlığı tehlikededir. GDO’yu dünyanın başına bela eden üç-beş zengin aile şirketi genetik mühendisliği ve biyoteknoloji bilim dallarında en iyi yetişmiş kişileri buyruğu altına alarak ürettikleri zehirli gıdalarla hem insanlara hem toprağa ve hem de doğaya zarar veriyorlar. Dünyada GDO'lu tohum, nişasta bazlı şeker (NBŞ)yem sanayi, hibrit tohum ve zirai ilaç pazarının büyük kısmına sahip olan şirketler DUPONT (ABD), DOW CHEMİCAL (ABD), MONSANTO (ABD), BASF (ALMANYA), BAYER (ALMANYA), SYNGENTA (İSVİÇRE) olmak üzere altı tanedir. Bu şirketlerin tamamı bir üst kuruluş olan ROCKEFELLER Foundation'a bağlıdır. Dünya tarım ve gıda piyasasını tekeline alıp küresel çete olmuşlar, geri kalmış ülkeler bunlara bağımlı hale gelmiştir. Bu şirketlerden Ülkemizde de faaliyet gösteren Pendik Nişasta Sanayi fabrikasının yüzde 50’sine ortak olan ABD kökenli CARGİLL şirketi saydığım şirketlerin tamamı ile ortak çalışan bir kuruluştur. CARGİLL bu fabrikada ortağı ROCKEFELLER’den aldığı hibrit tohumundan mısır şurubu üretiyor. İnsanlar ROCKEFELLER şirketinin GDO’lu mısır tohumları ile kısırlaştırılırken CARGİLL şirketinin nişasta bazlı şeker (NBŞ) şurupları ile zehirleniyorlar. Bunlarla başta kanser ve şeker hastalıkları olmak üzere çeşitli hastalıklara yakalanan insanlar bu hastalıkların ilaçlarını da ismi geçen şirketlerden almaya bağımlı hâle getirilmiş hem dünyayı zehirliyorlar hem de ilacını pazarlıyorlar. Sorsan bu şirketin yöneticilerine? Derler insanların iyileşmesi için ilaç üretiyoruz. Hâlbuki zaten insanları hasta edenin kendileri olduğunu unutuyorlar. Maalesef ticaret, menfaat ve hırs tutkusu, sağlık huzur ve mutluluğun önüne geçmektedir.
Huzuru bozulan dünyada insanlar adeta bir boşluk içinde ruhları aç, manen hastalar, maneviyat eksikliği var. Bu nedenle din manevi terakkiyi sağlarken, bilim ve teknoloji maddi terakkiyi sağlar. Manevi terakki ile toplumsal yardımlaşma ve dayanışmayı sağlanır; fakir ve muhtaçlara yardım edilir, hastalara moral verilir, yaşlılara saygı ve hürmet edilir, çocukları sevgi ve merhamet gösterilir. Etiği ve ahlakı olmayan bilim dine isyan ederek fıtrata, yaradılışa müdahale etmeye başladı, küresel kapitalizmin ve hegemonyasında teknoloji ve bilim asli hüviyetini kaybetti, insanlığın faydasına değil de insanlığı yok etmeye adadı kendini. Yaşadığımız yeryüzünü istila eden iki ayaklı maymun iştahlı, vampir hırslı ve canavar ruhlu insanların dünyayı ele geçirme kaprislerine şahit olmaktayız. Dindışı kutsallıklar ortaya atıldı; çok kazanma hırsı, sadece kendini düşünme arzusu ve karşı cinsine gereğinden fazla olan ilgi ve alaka sonucunda insanın azmanlaşmasını kolaylaştıran para, benlik ve cinsellik putları vazgeçilmez oldu. Böylelikle insanın haddi aşması kaçınılmaz olacaktı. İradeleri zevk ve eğlence peşinde giden hayatının anlamını sorgulamaktan aciz, bir amacı olmayan, nihilist, hedonist ve egoist modern köleler yetişmeye başladı. Bu modern köleler din, ahlak ve vicdandan uzaklaşınca deizm, agnostisizm ve ateizm giderek yayıldı. Düzensiz ve disiplinsiz bir hayata müptela, vazifeden kaçan, başkalarına karşı sorumsuz, düşünme melekesini kullanmayan tek amacı menfaat ve tutkusunu tatmin olan robotlar ortaya çıktı. Uygarlığın çöküşü hızlandı, batıda tehlike çanları çalmış durumda.
Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü’nün (FAO) 2019 yılındaki raporuna göre dünyada üretilen yaklaşık 4 milyar ton gıdanın üçte birinin israf edildiği, 820 milyon insanın açlık çektiği, 1,9 milyar insanın aşırı kilolu olduğunu, 790 milyon obez insanın 40 milyonunun 5 yaş altında, 120 milyon obez insanın 5-12 yaş arasında olduğu belirtilmektedir.
Enflasyon, fiyatların yükselmesi, zulüm ve haksızlıkların çoğalması, sosyal hayattaki ahlaki çöküntü, cinsel sapıklıklar, hırsızlık adam öldürme faiz zina gibi büyük günahların artması geçmişte yaşamış helak olan kavimlerin bütün kötü fiiller bu zamanda yaşanıyor. Acaba insanlar neden deprem, fırtına, sel, yangın gibi doğal afetlere, kıtlığa, kuraklığa belalara sıkıntılara hastalıklara duçar olurlar? Tabii ki Allah’a emirlerine karşı gelip yasaklarını işlemede haddi aşıp taşkınlık yaptıkları kibirlenerek kendilerini müstağni gördükleri için. Nitekim insan bozuldu mu hem kendisine hem yaşadığı topluma hem çevresine zarar vermeye başlar. Bu durumu Ahmet Hamdi Tanpınar “Cahilsin, okur öğrenirsin. Gerisin, ilerlersin. Adam yok, yetiştirirsin. Paran yok, kazanırsın. Her şeyin bir çaresi vardır. Fakat insan bozuldu mu, bunun çaresi yoktur.” ifadeleriyle veciz bir şekilde açıklamıştır.
Böyle insanların bozulmasına örnek Avustralya’yı vermek istiyorum. Avustralya’da önce eşcinsel evlilik yaygınlaştı, ardından yangınlar artmaya başladı, sonra çok su içiyorlar diye onbin deveyi katlettikleri için seller oldu, kum fırtınası ve taş büyüklüğünde yağan dolu yağdı. Tabiri yerindeyse çok su içtiklerini bahane ederek katlettikleri develere karşılık bu develerin sahibi olan Allahu Teâlâ istemedikleri miktarda gökten su ile cevap verdi, ülke geneli sellere teslim oldu.
Dünyada olup bitenlere inanamıyoruz gördüklerimizi şaşkınlıkla izlemekten başka çare bulamıyoruz. 2020 yılında dünyada olan vakıalar sanki küçük bir kıyametin provası gibi geliyor. Alışık olmadığımız bize acayip tuhaf gelen şeyler olmakta. İlk defa Çin’de görülen daha sonra İngiltere İspanya, İtalya Amerika Almanya Rusya ve diğer ülkelere yayılan onbinlerce insanı enfekte eden gözle görülmeyen koronavirüs herkesin kâbus oldu. Avusturalya’da yangın ve sel felaketleri görüldü. Mısır ve Saham ülkelerini kuvvetli fırtına vurdu. Yemen ve Doğu Afrika ülkelerini milyarlarca çekirge sürüsü istila etti. Çekirge istilasından sonra Umman’da karınca istilası başladı. Filistin, Ürdün ve Suriye'yi ağaçları kökünden söken rüzgârlar vurdu. Tayland sokaklarında binlerce maymun yiyecek aramak için yerleşim yerlerini işgal etti. Avusturalya'yı binlerce yarasa işgal etti. Ayetlerde anlatıldığı veçhiyle Firavun ve halkının başına gelen bela ve musibetlerin benzeri şu an dünyada yaşayan insanların başına gelmiş.
" Andolsun ki biz, Firavun ve çevresini belki öğüt alıp düşünürler diye yıllar yılı kuraklığa ve ürün kıtlığına uğrattık. "(Araf, 7/ 130)
" Bunun üzerine, ayrı ayrı mucizeler olarak üzerlerine tufan, çekirge, haşerat, kurbağa ve kan gönderdik. Yine büyüklük tasladılar ve günahkâr bir kavim oldular. " (Araf, 7/ 133)
Dünyanın başına gelen bu bela ve musibetlerin nedenleri üzerinde düşünmek lazım. Hemen aklımıza gelen en önemli nedenin güçsüz ve kimsesiz mazlumlara yapılan işkence, zulüm ve haksızlık boyutunun tahammül sınırını aşıp feryat ve inlemelerinin Arş-ı alayı titretecek düzeyde olmasıdır. Daha önce develeri katledenlere gücünü gösteren Azîzun Zuntikâm olan Allah elbette mazlumların intikamını zalimlerden alacaktır. Yemen'de, 85 bin çocuğun açlıktan ölmesi, Arakan'da binlerce müslümanın diri diri yakılması, Çin tarafından Doğu Türkistan'da yüz binlerce müslüman Uygura esir kamplarında işkence tecavüzlerle soykırım yapılması, petrol Irak'ın işgal edilip 2 milyona yakın insanın öldürülmesi, Mısır'da darbe yapıp 3 bine yakın insanın kurşuna dizilmesi, kör ve sağır Birleşmiş Milletler ve NATO’nun gözleri önünde Suriyeli çocukların cesetlerinin Akdeniz kıyılarına vurması aslında dünyanın başına gelen bunca salgın hastalık, bela, musibet ve felaketlerin gerçek nedenlerinin ne olduğunu bize açıklamaktadır.
Bu sebeplerin dışında zulüm, fuhuş, zina, livata (homoseksüellik), faiz, içki, kumar, yolsuzluk, rüşvet, hırsızlık, gasp, yetim malı yemek, kamu malını zimmetine geçirmek, adaletsizlik, ölçü ve tartıda hile, israf, zekât vermeme, cimrilik, adam öldürme ve daha fazlasını sayabiliriz. Ferdi, içtimai ve global problemlerin kaynağında da savaş, terör, işsizlik, yoksulluk, gelir adaletsizliği, haksızlık, baskı ve zulüm, ayrımcılık, güvensizlik, çaresizlik, korku ve bunalım vardır. Ayette değindiği üzere insanların işledikleri günahlar yüzünden fesat ve bozulma ortaya çıktı, böylelikle Allah verdiği bela ve musibetlerle onlara yaptıklarını bir kısmını tattırıyor. " İnsanların bizzat kendi işledikleri yüzünden karada ve denizde düzen bozuldu ki Allah yaptıklarının bir kısmını onlara tattırsın; belki de (tuttukları kötü yoldan) dönerler" (Rûm, 30/41). Muhammed Ali Es-Sabuni Safvetü’t - Tefasir kitabında bu ayetin tefsirini şöyle yapar. ‘İnsanların günah ve isyanları yüzünden, karada ve denizde belâ ve musibetler ortaya çıktı. Beyzâvî şöyle der: Âyette geçen fesattan maksat, insanların günahları ve isyanları yüzünden kıtlık, yangın, sel felaketlerinin çoğalması bereketin kalkması ve zararların çoğalmasıdır (Beyzavî, 2/106) İbn-i Kesir de şöyle der: Ekinlerin ve meyvelerin azalması günahlar yüzündendir. Çünkü yerlerin ve göklerin salâhı itaata bağlıdır (Muhtasar-ı İbn-i Kesir, 3/57). Yaptıklarının hepsi sebebiyle âhirette cezalandırmadan önce, bazı amellerinin vebalini tattırmak için bu belâlar ortaya çıktı. Umulur ki, tevbe ederler ve yapmakta oldukları günah ve isyanlardan vazgeçerler.( Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/525).’
Bir toplumda nimete nankörlük etme ve iyi, güzel hasletlerin terkedilmesiyle nimetler elden gider ve belanın gelmesi çabuklaşır. " Allah size güven ve huzur içinde olan bir kasabayı misal verir: Her taraftan oraya bolca rızık geliyordu. Ama Allah'ın nimetlerine nankörlük ettiler; bu yüzden Allah onlara yaptıklarına karşılık açlık ve korku belasını tattırdı’ (Nahl, 16/112). Bu ayetin tefsiri hakkında Taberî şu açıklamayı yapmaktadır: “Allah Teala Hz. Muhammed (s.a.v.) i oraya Peygamber olarak gönderince Mekke’ye en büyük nimeti lütfetmiş oldu. Ne var ki Mekke müşrikleri, Allah Teâla’nın bu nimetlerine karşı nankörlük ettiler. Resulullah’a çeşitli işkenceler yapmaya giriştiler. Bunun üzerine Allah Teâlâ da onlara belalar gönderdi. Kıtlık yılları yaşadılar, açlığa düştüler.” " Bir toplum kendisindekini değiştirmedikçe Allah onlarda bulunanı değiştirmez. Allah herhangi bir toplumun başına bir kötülük gelmesini diledi mi, artık onun geri çevrilmesi mümkün değildir. Onların Allah'tan başka yardımcıları da yoktur." (Rad, 13/11) Bu ayet bize uyarı ve ibret niteliğinde; öyle ki bir toplum kendinde olanı iyi ve güzel ahlak ve meziyetleri değiştirip isyan ve kötülükte haddi aşarsa, Allah da onların elindeki nimetlerini çeker alır, onları birtakım bela ve musibetlerle cezalandırır. " O ülkelerin halkı, iman etmiş olsalar ve gereği gibi sakınsalardı, elbette onların üzerine gökten ve yerden nice bereket kapıları açardık, fakat yalanladılar, biz de yaptıklarından dolayı onları helâk edici bir azapla cezalandırdık." (A'râf Sûresi,7/96)
Hadislerde zinan ve fuhşun yayılması deprem ve çeşitli hastalıklara sebep olacağı, zekât vermemenin kıtlık ve kuraklığa sebep olacağı, faiz ve diğer günahlar aleni işlenildiği zaman iyi kulların sessiz kalmasıyla gelecek olan belanın umumi olacağı, günahkâr insanlardan dolayı gökten inen yağmurdan mahrum kalan hayvanların onlara lanet edeceği bildirilmektedir.
“Bir milletin içinde zina ve fuhuş ortaya çıkıp nihayet o millet bu suçu alenî olarak işlemeye başladığında, mutlaka içlerinde vebâ hastalığı ve kendilerinden önceki milletlerde görülmemiş başka hastalıklar yayılır.” (İbn-i Mâce, Fiten, 22)
"Zina yayılınca depremler ve fitneler çoğalır." [Deylemi]
"Bir toplum, mallarının zekâtını vermezse, mutlaka gökten yağmur kesilir.
"Zina ve faiz yaygınlaşan toplum, Allah-ü Teâlâ'nın azabını hak etmiş olur." [Hâkim]
Günahlar açıktan işlenmeye başlanınca, iyi kötü herkes genel bir azaba maruz kalır. [Taberani]
"Eski milletlerden bir kısmına deprem ile azap yapıldı. İyiler de helak oldu. Çünkü günah işlenirken susmuşlar, önlememişlerdi." [Taberani]
Kıtlık ve kuraklık şiddetlendiği ve yağmur yağmadığı zaman hayvanlar, Âdemoğlunun günahkârlarına lânet ederler ve şöyle derler: Bu, Âdemoğlunun günahı sebebiyledir. "İkrime -Allah ona rahmet etsin- şöyle demiştir: "Yeryüzünün hayvanları ve böcekleri, hatta kınkanatlılar ve akrepler şöyle derler:
Âdem oğlunun günahları sebebiyle yağmurdan mahrum edildik…"(İbn-i Kayyim; "el-Cevabu'l-Kâfî"; s: 38) Şayet hayvanlar da olmasaydı, tek damla yağmur bile yağmazdı."("Kurtubî Tefsir"; c: 1, s: 418)
Bela ve musibet başına gelenler günahlarından dönmek yerine günahlarında ısrar ederse, kalpleri katılaşır ve şeytan onlara yaptıklarını süslü gösterir. " Hiç olmazsa verdiğimiz bu musibetler başlarına geldiğinde boyun eğip yalvarsalardı! Fakat kalpleri iyice katılaştı; şeytan da onlara yaptıklarını şirin gösterdi. "En'âm Suresi, 6/43) Hâlbuki pişman olup tevbe-istiğfar ederek içinde bulundukları hali düzeltmeleri gerekirdi. Böyle gerçeği göremeyip basiretlerinin kapanması onları çok acı bir sona yaklaştırır.
Bela ve musibetler, kullara aciz ve ölümlü olduğunu hatırlatan ilahi bir ikaz, her türlü günahlara batmış isyan ve zulümde haddi aşmış azgın, kibirli, zalim ve sapkın kullara ilahi bir cezadır. Bizler de bunlardan ibret ve ders almalıyız. Hayatımızın muhasebesini yapmalı; bol bol tevbe-istiğfar etmeli, büyük günahlardan uzaklaşmalı, küçük günahlarda ısrar etmemeliyiz, Allah’ın sevmediği hâllerimizi terk etmeli, belanın umumi gelmesine neden olan kötülüklere sessiz kalmamalı, onlara gücümüz yetiyorsa elimizle ve dilimizle engel olmalı, bunlara gücümüz yetmiyorsa kalbimizle buğz etmeliyiz. Allah’ın sevmediği nankörlük, şımarma, kibirlenme, büyüklük taslama bozgunculuk, haddi aşma, şirk, küfür, fısk, günah ve isyanda ısrar etme gibi kötü vasıflardan tevbe edip temizlenerek şükretme, alçak gönüllü ve mütevazı olma, adaletli davranma, iyilik ve cömertlik sahibi olma gibi iyi vasıfları kazanmaya çalışmalıyız.
Selam ve dua ile…
Yusuf Karagözoğlu
Makaleler
Hava Durumu