İslam’a olan ilgi ve alakalarından dolayı Şeriatın göstere göstere gelişinden korkuya kapılmışlar, yememişler içmemişler, bir araya gelmişler ve oturup bir bildiri yazmışlar, onu da kamuoyuna saygı ile duyurmuşlar. 14 kişilik ilahiyatçı gruptan söz ediyoruz. İlahiyatçılar bildiride öncelikle İslam’la Şeriatın arasını ayırmakta, Şeriatın da günümüzde uygulanabilirliğinin sıfır olduğunu ileri sürerek açıkça çöpe atmaktadırlar. Ancak yine de haklarını yememek lazım, en azından, doğurduğu bebeği çöp tenekesine bırakan ‘anne’den bir nebze daha vicdanlılarmış ki, Şeriata hiç değilse hukuk tarihi derslerinde [kötü örnek olarak] işe yaraması için akademide bir yer ayırmaktadırlar.
İlahiyatçıların Şeriatı çöpe atmalarına sebep teşkil eden unsurlara bakmak gerekiyor. Şeriatın üstünü çizmelerine sebep teşkil eden (mahkemelerdeki ‘gerekçeli karar’ı andıran) gerekçeleri bildirinin bütününden devşirmekteyiz. Buna göre günümüz toplumsal yaşamı, insan gereksinimleri, temel hak ve özgürlükler, çağdaş hukuksal sorunlar, şeriat kurallarının güncel yaşamda insan onuruna yakışır bir karşılığının olmaması, insanlığın geçirdiği hukukî evrim, birey kimliği, kadın erkek eşitliği, iktisadî ilişkiler, suç ve ceza kavramı, aile hukuku, siyasi sistem, bilimsel çalışmalar, çok eşlilik, kölelik kurumu, çocuk yaşta evlilik, haremlik selamlık uygulaması, haklar bakımından kadınların ikincilliği, mürtedin idamı ve tekfirciliği içermesi, iktisadî tezler bağlamında da günümüzün girift ekonomik ilişkilerini karşılayamayacak denli basit oluşu, siyasal sistem açısından ise otoriter ve totaliter bir rejimi öngörmesi vd.
14 ilahiyatçının bildirisine göre Cumhuriyetin 100. yılını geride bıraktıkları bu günlerde toplum kısır ve tehlikeli bir tartışmanın içine çekilmek isteniyormuş. Bu, adeta dine rağmen din, İslam’a rağmen İslam denilebilecek düzeyde bir cahilliği içeren şeriat tartışmasıymış. Şeriatı din ve İslam’la özdeş bir kavram olarak yansıtmaya çalışmak gerçeğe aykırıymış. Şeriat kurallarının çok azının kaynağı Kur’an ayetleriymiş. O ayetlerin de çoğu dönemsel olup esbab-ı nüzul çerçevesinde anlaşılması ve yorumlanması gereken hükümleri içermekteymiş. İslam dini inanç, ibadet ve ahlak esasları olarak şeriattan kesinlikle ayrıymış. Şeriat uygulanamazmış ama İslam dini, iman esaslarıyla, uygulama olarak da namaz, oruç, hac, zekât vb. ibadetleriyle, ahlakî açıdan ise helal haram anlayışıyla yüzyıllardır yaşanan ve bundan sonra da daima yaşanacak olan son ilahi dinmiş. İslam azizmiş ve şeriatla kısıtlanamayacak denli değerliymiş. Bu gerçekler ışığında ilahiyatçılar olarak, bütün halkı, İslam’ı yaşarken aynı zamanda Mustafa Kemal’in emaneti olan laik, demokratik Türkiye Cumhuriyeti devletine sahip çıkmaya davet ediyorlarmış. Laikliğin dinin doğru ve özgürce yaşanabilmesi için de yaşamsal önem taşıdığı unutulmamalıymış.
Nereden icap etti de Şeriata saldırma gereği duydular, anlamak mümkün değildir. Çünkü en az yüz yıldır Allah’ın Şeriatı (İslam) yasaklıdır. Memleket laik, demokratik, Kemalist şeriatla yönetilmektedir. Ülke laik-demokratik şeriatın güdümünde adeta bir günah cumhuriyetine dönüşmüştür. Utancımızdan sokaklara çıkamaz olduk. Allah’a isyan hali her geçen gün katlanarak çoğalmakta, Allah’ın uyardığı ateş çukuruna doğru (Âl-i İmran, 103) hep birlikte ilerlemekteyiz.
İslam’ın dostu(!), Şeriatın düşmanı bu on dört ilahiyatçı, İslam’la Şeriatın arasını ayırmakta, İslam’ı yüceltiyor gibi yaparken, Şeriatı tahkir etmekte, oldukça bilimsel(!) yöntemlerle Şeriata alabildiğine küfretmektedirler. Şeriata ve İslam’a sövmek yeni bir durum değildir, İslam tarihiyle yaşıttır. Allah yeryüzüne ne zaman, seçtiği elçiler vasıtasıyla İslam’ı indirmeye başlamışsa, İslam’dan (Allah’tan) rahatsız olan insanlar da vahye ve İslam’a sövmeye başlamışlardır. M. Kemal’in kurduğu Cumhuriyet Türkiye’sinde de ilahiyatçıların Şeriattan ve İslam’dan rahatsız olmaları en ‘doğal’ haklarıdır. Bundan sonra da bu ‘hakkı’ tepe tepe kullanan ilahiyatçı veya başka Şeriat münkirleri olacaktır. Madem ortada ikinci yüzyılına ayak basmış laik, demokratik bir Cumhuriyet var, onun koruyucu ve kollayıcı hamiliğinde isteyen istediği kadar Şeriata küfretme hakkına sahip olmuştur. Zira cumhuriyet bugünler için kurulmuştu. Küfrün İslam’la olan ezeli savaşında gafil Müslümanların tökezlemesi yılan-çıyan ve akrep gibi kuytu yerlerde idame-i hayat eden bütün İslam düşmanı haşeratın gün yüzüne çıkıp adam yerine konmalarını sağlamıştır.
Esasında birilerinin bildiri yayınlamasına, beyanat vermesine, tweet atmasına da gerek yoktur. Memleketin dağlarına yazılan yazılardan, sokaktaki günlük hayata varıncaya kadar her şey zaten İslam’a ve Şeriata (Allah’a ait olan her şeye) küfretme esasına göre tanzim edilmiştir. Bir şehrin bütün camileri, o şehirdeki bir tek kafenin etkisi kadar toplum üzerinde bir tesir icra edememektedir. Kur’an Nûn, Âd, Semûd, Lût kavimlerinin zorbalarını, Firavunu, Samiri’yi, dilini çıkarıp soluyan köpek temsilini vb. niçin anlatmaktadır? Bunlar İslam’la savaşan, Allah’a kafa tutan Şeriat düşmanlarıydı da ondan. On dört ilahiyatçı da Şeriatı geri dönüşüm kutusuna göndermekle Allah’a kafa tutmaktadırlar. Allah’ın rasûlü Muhammed (sav) elçi olarak bugün gönderilmiş olsaydı, mücadeleleri doğrudan onunla olurdu. Tabi alacakları ‘cevap’ da ona göre farklı olurdu.
Belirtmek isteriz ki Şeriata ve İslam’a olan kinlerini bir bildiri ile Cumhuriyetin zinde güçlerine ‘duyuran’ 14 ilahiyatçı buzdağının görünen kısmıdır. Meslektaşlarının kanaatlerini paylaşan, 14 sayısını ona, yüze ve hatta bine katlayacak kadar ilahiyatçı sırada beklemektedir. ‘İlahiyatçı’ etiketinin belli bir anlamı olduğu için dikkat çekmektedir. Herhangi bir branş, meslek ve zümre ayırmaksızın Şeriatı gözden çıkarmış, İslam’ın sadece bireysel hayatında hiçbir değişiklik önermediğini sandığı unsurlarına ‘onay’ veren insanlar toplumun büyük kesimini oluşturmaktadır. İktibas olarak hemen her sayımızda bilhassa son yirmi yıldır büyük çapta bir toplumsal irtidat hali yaşandığını söyleyip durmaktayız. On yıllarımızı birlikte geçirdiğimiz, can ciğer dostumuz ve dava arkadaşımız sandığımız bazı insanlara şöyle hafifçe dokunduğumuzda insanların nasıl deistleştiğini, İslam’a, Kur’an’a ve Şeriat’a nasıl cephe aldıklarını üzülerek görmekteyiz, ağzımız açık kalmaktadır.
AKP iktidarı ve onun lideri, Allah’ın indirdiği dinin bütün temel hükümlerini, Kur’an’ın ve Rasûlullah’ın sünnetinin açık siyasi ilkelerini çiğneyerek, İslam’la savaşmak üzere kurulmuş putperest bir rejimi yönetmek adına siyaset alanına girince, kitlelerin oyunu almak uğruna İslam’ın bütün hükümlerini ters yüz etmiştir. Çünkü mümin veya kâfir, ahlaklı veya ahlaksız olduğuna bakılmaksızın kitlelerin oyunu alma aşkı bu sonucu doğuracaktır kaçınılmaz olarak. AKP hükümeti ve başkanı, tevhid akidesini ve İslam’ın bütün emirlerini küfre peşkeş çekmiştir zira girdiği süreç zorunlu olarak bunu gerektiriyordu. Ama aynı parti ve lideri küfür, şirk ve ahlaksızlık olan hiçbir unsuru İslamlaştıramamıştır. Hani böyle bir misyonu da yoktu zaten, sadece vakıayı anlatmaya çalışıyoruz. Bugün 14 ilahiyatçının Şeriata küfreden hezeyanlarına dişe dokunur bir tepki gelmiyorsa, bu durum anlatmaya çalıştığımız toplumsal irtidada delalet etmektedir.
İslam’ı bir Allah, Şeriatı ikinci bir Allah indirmedi. 14 ilahiyatçı herhalde bunu bari bilmektedirler. Öyleyse bu insanlar Şeriatı İslam’dan kastı mahsusa ile ayırmaktadırlar. Çünkü “çöpe gidesi şeriatın hükmüdür” diyerek sövdükleri şeyler, günlük hayatta İslam’ın varlığını en fazla hissettiren Allah’ın hükümleridir. Şöyle ifade edelim: İslam’a küfretmek risklidir ama Şeriata küfretmek öyle değildir. Çağımızda ‘Müslüman’ toplumların değişip dönüşmesi (kitlesel irtidat) en fazla kadın üzerinden yaşanmaktadır. Müslüman kadının örtüsü, mahrem olmayanlara karşı koyması gereken mesafe, kadının iffeti, bildiride geçtiği üzere “haklar bakımından kadının ikincilliği” (mirasta kız çocuğunun erkeğin yarısı kadar alması vb.) İslam düşmanlarını rahatsız etmektedir. Hiçbir Müslüman, İslam düşmanlarının İslam’dan ve Şeriattan rahatsız olmasından gocunmaz. Çünkü kâfirin tanımı bunu gerektirir. Kâfir o sebeple kafirdir. Fakat bir kısım ilahiyatçının hem İslam’a dostmuş gibi davranıp hem de Şeriatı İslam’dan ayırıp küfretmesi ikiyüzlülükten de öte sözüm ona cin fikirliliktir. Beyefendiler karda yürüyecekler ama izlerini belli etmeyecekler. Şeriat üzerine bevlederek, aslında İslam’ı da kirletmiş olacaklar. Oysa İslam Şeriatla birlikte o kadar yüce ve temiz bir dindir ki, İslam’a saldıran hiçbir hadsiz ona bir zarar veremez. Bilakis saldıranlar kendi küfür, nifak ve fısklarını ifşa etmiş, tıynetlerini açığa vurmuş olurlar. Ve çöpe atılan -haşa- Şeriat/İslam değil, ona çemkirenler olur.
Tarihselciler kendilerini Allah yerine koyarak Kur’an/Şeriat ahkamını bin beş yüz sene öncesinde donduruyorlar. Şeriatın bugüne vereceği hiçbir cevap, katacağı hiçbir değer yoktur diyorlar ama Abdullah b. Ubey b. Selûl misyonunu tarihte bırakmıyorlar, onu bugüne taşıyıp güncelliyorlar. İbni Selûl de bir yönüyle İslam’ı tutuyor gibi davranıyordu ama bir yönden de İslam’ın altını oymak istiyor, becerebildiği her türlü nifakı çıkarıyordu. İşte İbni Selûlleri hep birlikte müşahede etmekteyiz.
İlahiyatçıların Şeriatı İslam’dan kesilip atılacak bir ur gibi görmeleri İslam’a (ve Allah’a) dost olmadıklarının en açık kanıtıdır. Yaptıkları bu saldırının adı Allah’a ve rasûlüne harp ilan etmektir, Allah’a din öğretmektir, nifaktır, fasıklıktır. Ayrıca Maide suresinin 44, 45 ve 47. ayetleri Allah’ın hükümlerini çöpe atanlar hakkındaki İlahî hükmü vermiştir. Ancak kâfir, zalim ve fâsıklar İslam Şeriatına savaş açabilirler. Bu insanlar Allah’ın ahkamı yerine çağdaş uygarlığı, dünyanın adeta tek devlet haline getirilerek bütün insanlığa dayatılan demokratik, laik, seküler bir hayat tarzını ikame etmeyi istemektedirler. ‘Şeriat’ adı altında İslam’ın bütün ahkamını geçersiz kıldıklarında, sıra İslam’a gelecek, o zaman da “o senin İslam anlayışındır, ben öyle düşünmek zorunda değilim” diyerek topluma laik, demokratik İslam anlayışını dayatacaklardır. İslam’ın en temiz kavramlarından olan Şeriat, geçmişi ‘vurun kahpeye’ romanına kadar uzanan bir kirletme projesiyle şeytanlaştırılmıştır. İlahiyatçılar, efendilerinin sunduğu bu fırsatı kaçırmamaktadırlar. Yoksa şeytanın işlevini kullar mı yürütmektedir?
Şeriat düşmanı ilahiyatçılar şeriat sözcüğünün laik/seküler dünya görüşüne dayanan yasalara da teşmil edileceğini belirtmektedirler. Buna göre mesela bir Kemalist şeriattan da bahsetmek mümkündür. Fakat bu ilahiyatçıların Kemalist şeriattan rahatsız olup eleştirdikleri hiç vaki olmamıştır. Çünkü beşerî düzenlerin şeriatları (Türkiye’de Kemalist şeriat) kazandırmaktadır. Allah’ın Şeriatı ise cennetten başka bir kazanç vaat etmemektedir. Bu da göstermektedir ki söz konusu ilahiyatçılar güce tapmaktadırlar. Güce taptıkları için, yayınladıkları bildiride M. Kemal’e ve ‘emanet’ bıraktığı demokratik, laik, seküler Cumhuriyete sığınmaktadırlar. Allah’ın Şeriatı kötü ama Kemalist şeriat iyidir!
İlahiyatçılar Şeriattan ve İslam’dan boşalttıkları yere M. Kemal’in İslam’la olan hesaplaşmasının neticesi olarak kurduğu laik demokratik Cumhuriyet rejimini ikame etmektedirler. Allah (laik-demokratik olanı başta olmak üzere), İslam’dan başka bir din arayan hiç kimseden bunu kabul etmeyeceğini bildirmiştir (Âl-i İmran, 85) fakat galiba ilahiyatçılar henüz dersin o kısmına gelmemişlerdir… İnsanların kurduğu rejimler ve şeriatlar kanunlarla korunabilir, siyasi liderlerin etrafına kanunlardan kalın duvarlar örülebilir ama bilinmelidir ki hayat ve memat, güç ve kuvvet sadece Allah’ın elindedir. Allah’ın koruduğuna kimse dokunamaz bile, Allah’ın kahrettiğini de hiç kimse koruyamaz.
Şeriata küfreden, İslam’ı siyasetten (kendi öz fıtratından) ayıran ilahiyatçılardan ve aynı misyonla görevli her kim varsa onlardan ve Allah’tan başka ilah edindikleri ölmüş veya ölmemiş siyasi liderlerden, bütün putlardan tamamen beriyiz. Onları küfrediyoruz (yok sayıyor/reddediyoruz). Onlar -Kemalizmi vb. bırakarak- sadece tek olan Allah’a iman edinceye kadar onlarla aramızda kesintisiz bir düşmanlık ve öfke bulunmaktadır. Rabbimiz! Sadece Sana dayanıp güvendik, yönümüzü (Avrupa Birliğine vb. değil) Sana doğrulttuk. Dönüşümüz sadece Sana’dır. (Mümtehine, 4).
(İktibas Dergisi, Temmuz ayı yorumu)