İtikad ve amelde metod
Zann, şüphe anlamına geldiğinden itikadda kesinlikle yeri yoktur. İtikadda zannın çoğunun da, azının da yeri bulunmamaktadır.
01-01-2010
İ'tikad, akade kökünden türeme olup düğümlenip kalma, bir şeye bağlanma, bilerek inanma, aklen ve kalben tasdik etme anlamına kullanılmaktadır. İslam'da i'tikad Allah ile kulun yaptığı akitleşmedir. İtikad denildiğinde akdin konusuna giren hususlar mevzu behistir. Akdin taraflan söz konusudur. Akde riayet söz konusudur. Akdi bozmanın sonuçları söz konusudur.
Allah ile kul arasında yapılan akdin konusu Allah'a teslimiyettir. Bu teslimiyet aklen kabul ve kalben tasdik edilecek ve yalnızca inanca tealluk eden şeyler bilinecek ve kesin surette bunlara inanılacaktır. Bunun kapsamına giren şeylere akide (üzerinde akid yapılan şeylerin tümü) diyoruz. Akide dünya hayatı hakkında toplu bir görüştür. İnsan, hayat ve kainat hakkındaki düşüncelerin toplamıdır. Bunun mutlaka kesinlik ifade etmesi, tereddüte yer bırakılmaması gerekir. "Ortak koşanlar diyecekler ki": "Allah isteseydi ne biz, ne de babalarımız ortak koşmazdık, bir şeyi haram yapmazdık." Onlardan önce yalanlayanlar da öyle demişlerdi de nihayet azabımızı tadmışlardı. De ki: "Yanınızda bize çıkaracağınız bir bilgi var mı? Siz sadece zanna uyuyorsunuz ve siz sadece saçmalıyorsunuz." (6/148). Zanna uymanın saçmalama olduğuna değinen Allahu Teala bir şeyi iddia edenlerin yanlarında Allah katından bir delil (bilgi)in bulunması gerektiğini söylüyor. Böyle bir delile sahip bulunmayanların iddialarının havada kalacağını, saçmalık olacağını, zira zanna uymanın bu sonuçları doğuracağını belirtiyor.
"Onların çoğu zanndan başka bir şeye uymuyorlar. Zann ise gerçekten bir şey kazandırmaz (ifade etmez). Muhakkak ki Allah onların ne yaptıklarını bilir." (10/36). Zanna uymanın gerçekten birşey üzerinde bulunmamak olduğu belirtilen bu ayette zannın; ayrılmaz bir bütün teşkil eden gerçekten bir kısmının bile ifadesi bulunmadığı açıklanıyor.
İnsanlar arasında bile zanna uyarak hareket etmenin ne kadar kötü sonuçlar doğurduğuna ve doğuracağına değinen ayetler, itikadda zann bulunmasının asla kabul edilemeyeceğini, zannın bulunması halinde akdin fesada uğrayacağını belirtmektedirler. Zira insanın Rabb'i ve Rabb'i ile ilgili bilgiler bakımından yakın üzerinde olması ile ancak Rabb'i ile yaptığı akdin sıhhatli olabileceği; aksi takdirde bu akdin fesada (bozulmaya) yüz tutacağı Kur'an'dan açıkça anlaşılmaktadır. Bu itibarla akdin (itikadın) konusunu yalnızca kesin bilgiler teşkil etmektedir, ki İslam açısından bu kesin bilgiler Kuran ayetleridir.
Kuran ayetlerinin itikada müteallik olanları delalet bakımından iki halde bulunurlar. Birinci hal "Dalaleti Kat'i" haldir ki, kendisinden, ifade ettiğinin dışında birşey anlamanın mümkün bulunmadığı bir ifade ile gelmişlerdir. İkinci hal ise "Delaleti Zanni" haldir. İtikada tealluk eden ayetlerin delaleti zannı maksadı (kesin olmayan) olanlarının bulundukları hal ile ve tafsil edilmeden kabullenilmesi ve o hali ile itikadın konusu yapılması gerekmektedir. Zira gaybı olan itikadı konular ancak gaybın sahibince açıklandığı kadarı ile bilinebilir. Örneğin öldükten sonra dirilmeyi içimizde bizzat yaşayan olmadığından öldükten sonra dirilmenın keyfiyeti hakkında Rabb'imiz birşey açıklamış ise ancak o kadarını bilebileceğimiz ve açıklanan kadarına inanmamız gerektiği açıktır. Misaller çoğaltılarak Cennet, Cehennem, Melekler, daha önce gelip geçmiş peygamberler ve başlarına gelenler, bunların çoğunun isimleri, Allah'ın mahiyeti, Kitab ve Sahifeler, Ahiret Günü gibi itikadi konularda Kur'an'dan elimizde ne miktar delil var ise o kadarıyla inanabileceğimiz, akidemizi yalnız bunlar üzerine kurmamız gerektiği, akidede zanna yer bulunmadığı sözkonusudur.
Ancak itikada tealluk eden ayetlerin birbirlerini açıklayabileceği, sübüt bakımından kesin olan bir delilin zannı olan bir delil ile açıklanamayacağı da bilinmelidir. Zira zann, kafi olanı açıklayamaz, bu, usül bakımından yanlıştır. Bu itibarla tefsirlerde sakınılmadan yapılmış olan zannı haberlerle sübütu kati nassların açıklanması esasından yanlıştır. Zann, kesinliğe açıklık kazandıramaz.
"Siz, kulaklarınızın, gözlerinizin ve derilerinizin, aleyhinize şahitlik etmesinden gizleniyordunuz. Yaptıklarınızın çoğunu Allah'ın bilmeyeceğini zannediyordunuz." (41/22), "İşte Rabb'inize karşı beslediğiniz bu zannınız, sizi helak etti, ziyana uğrayanlardan olup çıktınız!" (41/23). "Herhalde siz zannettiniz ki Rasül ve mü'minler bir daha ailelerine dönmeyecekler. Bu (düşünce) gönüllerinizde süslendirildi (size güzel, doğru gösterildi), kötü zannda bulundunuz ve helakı hak etmiş bir topluluk oldunuz." (48/ 12). Yukarıdaki ayetler ve daha niceleri insanların Rabb'ine karşı besledikleri zanndan dolayı ziyana uğrayacaklarını açıklamaktadır.
Zann, şüphe anlamına geldiğinden itikadda kesinlikle yeri yoktur. İtikadda zannın çoğunun da, azının da yeri bulunmamaktadır. Örneklendirecek olursak: "Öldükten sonra dirilmeye binde dokuzyüzdoksandokuz, onda dokuz inanıyorum" demek nisbeti ne olursa olsun ölümden sonra dirilmeye şüphe ile bakıyorum demektir. Bu ifadeyi itikadımız kapsamında bulunan herşeye tatbik ediniz göreceksiniz ki hiçbiri az da olsa zanna mütehammil değildir, yani zann götürmez. Zannın azı da çoğu da itikadda yer almamalıdır. Zira Allah ile akitleşme kesinlik üzerine bina olunmalıdır. Bu akidde bulunacak pek küçük nisbette bir zann bile akdi fesada uğratır, bozar. Bozuk itikad ise Allah nezdinde muteber değildir. Zira akdin gereğince muamele olulabilmesi için kesin şeyler üzerine kurulmuş, yapılmış olması gerekir. Aksi takdirde akid işlemez.
İtikadda (inanca tealluk eden şeylerin tümünde) kesin olma esastır. Zanna ise hiç yer yoktur.
Amelde ise asıl olan kesinlik olsa da zannı galib (galib olan ihtimal, gerçeğe en yakın ihtimal) genellikle kaidedir. Zira insan eksiktir, acizdir. Amellerinde, galib zannına göre hareket etmesi, kuvvetle muhtemel olan kanaatina göre davranması Allah indinde muteberdir. Allah bağışlayıcıdır. Amellerindeki eksiklikleri, yanlışları için affı elinden gelen çabayı göstermiş olanlar için esirgemeyendir. İnsanın eksikliğini acizliğini Rabb'i bilir, tıpkı kendisiyle akitleşen kullarının O'nun herşeyi bildiğini bildiği gibi...
Müslüman itikad çemberine giren hususlardaki inancının kesin olması gerektiğini bilendir. Zanna yer verilmemesi icab ettiğine, ayetlerin değindiği üzere inanandır. Kuran doğruluğunu kesinlikle belirttiği şeylerin zanna tahammülü olmadığını açıklamaktadır.
Amellere (davranışlara) tealluk eden hususlarda ise zannı galib ile hareket edilebileceğine yine Kuran işaret etmektedir.
(Ercümend Özkan / İnanmak ve Yaşamak kitabından)
-
ömer bitlis 04-01-2010 11:50
Yazıya ufak nüanslar haricinde katılıyorum, Bir hususa dikkat çekmek istiyorum, Bir konuyu itikat olarak kabul etmek için zansız nas gerektiği gibi, yokluğunu kabul etmek içinde aynı şekilde zansız nas gerekmektedir. Mesela birisi çıkıpta melekler 3 gözlüdür der ise, ondan zansız delil isteriz. Eğer delil getiremez ise bu meleklerin 3 gözlü olmadığı anlamına gelmez sadece konunun itikadi bir boyutu olmadığı anlamına gelir. Yani ne 3 gözlü olduğuna, ne de olmadığına şehadet edilmez... Geleneğe kızarken bu hususu göz ardı edip haddimizi aşan cümleler kurmamalıyız diye düşünüyorum...
- Gelenekten Modernizme Çocuk Eğitimi ve Biz Müslümanlar!
- Hz. Ömer mi dediniz?
- Bize ne oldu...
- Kunaybi: Laik devlette iktidar olmak doğru mudur?
- Hayat ve İbadet
- Kur’an İlaç Değil, Reçetedir
- Toplum mühendislerinin yeni gözdeleri: Neo-Menkıbeciler
- İslam'ın Yunus Emre ve Nursi'ye göre tanımlanması Amerikan projesi
Makaleler
Hava Durumu