M. Durmuş: İslami mücadele, doğası gereği sistem dışı olmalıdır

Özgün-Der'de konuşan Mehmed Durmuş: Aslında sistem-içi mücadele derken bunun bir tevhid mücadelesinden ziyade, sistem içinde bir yer edinme, sistemden kendine yer kapma, en kaba tabirle sistemden rant devşirme mücadelesi olarak adlandırılması sanırım daha doğru olur. Dolayısıyla ‘sistem-içi mücadele’ kavramı bizi yanıltmamalı. Sanki ortada iki türlü sahih mücadele biçimi/yöntemi var da; birinin adı sistem-dışı, diğeri sistem-içi. Bunun her ikisi de İslamîdir gibi bir zanna kapılmamalıyız. İslamî mücadele zaten, doğası gereği sistem-dışı olmak zorundadır.

08-05-2011


İzmir'de faaliyet gösteren Özgün-Der tarafından geçen hafta sonu organize edilen "Sistem-İçi Mücadele ve STK’lar" konulu konferansa konuşmacı olarak Mehmed Durmuş dave edildi. Durmuş, konuyu tevhid ekseninde yorumladı.

 Dinleyicilerini selamlayarak konuşmasına başlayan Mehmed Durmuş, "Aslında sistem-içi mücadele derken bunun bir tevhid mücadelesinden ziyade, sistem içinde bir yer edinme, sistemden kendine yer kapma, en kaba tabirle sistemden rant devşirme mücadelesi olarak adlandırılması sanırım daha doğru olur. Dolayısıyla ‘sistem-içi mücadele’ kavramı bizi yanıltmamalı. Sanki ortada iki türlü sahih mücadele biçimi/yöntemi var da; birinin adı sistem-dışı, diğeri sistem-içi. Bunun her ikisi de İslamîdir gibi bir zanna kapılmamalıyız. İslamî mücadele zaten, doğası gereği sistem-dışı olmak zorundadır.” dedi.

Mehmed Durmuş, bir saat süren konuşmasında özetle şunları anlattı:

İslamî mücadele sistem-içi değil, sistem-dışı olması zorunludur. Nebevî silsile bu hususta değeri tartışılmaz kesitlerle doludur. Bu cümleden olarak Nuh, İbrahim, Musa ve Muhammed (sallallahu aleyhim ecmeîn) Peygamberler ve Ashab-ı Kehf gibi Kur’an’da dikkat çekilen örnek İslami hareketler üzerinde durulmalıdır. Hiçbir Peygamber, kendi kafir kavmi ile uyuşmamış, uzlaşmamış, onların sistemlerinden ‘yararlanma’ gibi bir düşünce taşımamıştır. Mesela kavminin taşlayarak öldürme tehdidine karşı Nuh (a.s)’ın tutumu, “Rabbim, benimle kavmim arasında hükmünü ver!” (Şuara, 118) duasıyla özetlenebilir. Oysa günümüzde kafir iktidarların öldürme, yıldırma, tedhiş politikaları karşısında, İslamî mücadele iddiasında olan insanların, sistemden yararlanma, söylemini yumuşatma, “geçici bir süre”(!) muhalefet dozunu düşürme gibi taktiklere başvurduklarını görebilmekteyiz.

İbrahim Peygamber'in İslamî mücadelesini konu edinen Mümtehine suresinin 4. ayeti, hem İbrahim Peygamber'in, o günkü sisteme karşı nasıl durduğunu, nasıl bir mücadele anlayışına sahip olduğunu yeterince yansıtmakta; hem de genel anlamda bütün nebevî hareketin doğasını göstermektedir. Bu ayette İbrahim ve beraberindeki mü’minlerin, kafir kavimlerine [sisteme], “Biz sizden ve Allah'ı bırakıp taptıklarınızdan uzağız. Sizi küfrediyoruz. [kefernâ bi-kum]. Siz Allah'a, yalnızca O’na iman edinceye kadar, sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve öfke belirmiştir.” dedikleri açıklanmaktadır. Bu ayet yüzde yüz bir ayrışmayı anlatmaktadır. Ama bu, fiziki bir ayrılık, toplumu terk etme, toplumdan kaçma değildir. Akidede, düşüncede ve yaşam biçiminde bir ayrışmadır. Bu ayete dayanarak, “öfke imandan gelir” diyebiliriz. Bu, küfre, şirke karşı bir öfke olup, davetçinin öfkeli, saldırgan, kaba ve haşin biri olması anlamında düşünülmemelidir.

İbrahim (a.s)’ın babasının, “sen benim ilahlarımdan yüz mü çeviriyorsun?” sorusunda ‘ilahlar’ ‘sistem’e tekabül etmekteydi. İbrahim (a.s) ise, gerek babası ve gerekse diğer egemenlerle yaptığı tartışmalarda en küçük bir taviz, yılgınlık ve sisteme meyledici bir tavır göstermemiştir.

Musa Peygamber’in uzunca anlatılan sistem dışı tevhid mücadelesi de ibretlerle doludur. Musa, fiziki olarak sistemin içinde, sistemin sarayında yetiştirildi, ama asla sistem-içi mücadele etmedi. Musa ve Harun, Firavun’un kendilerine kötü davranmasından korku duymuşlar ve bunu açıkça söylemekten (Taha, 45) çekinmemişlerdir. Buradan hareketle, korkunun insani bir şey olduğunu, bir Müslüman tebliğcinin korku duymasının nihayette anlaşılır bir şey olduğunu düşünebiliriz ama korkmasını gizleyerek, sistem içi savrulmasını, kanaatlerinin değişimini başka kılıflar/perdeler altında meşrulaştırmaya çalışması kabul edilemez. Nitekim sarayda yaşayan, imanını gizleyen bir mü’min adam, belli ki korkusundan o güne kadar imanını gizlemişti fakat o gün mümince cesaretini göstermiş, tek başına Firavun’u adeta sarsmıştı. (28/20; 40/28). Bununla beraber, tebliğcilerin korkmaması gerekir. Musa ve Harun’a, “korkmayın, ben sizinle beraberim!” diye destek veren Allah’ın vadinin (20/46), diğer mü’minleri de kapsamadığını kim iddia edebilir?

Firavun Musa’ya, “Benden başkasını ilah edinirsen, andolsun ki seni mahpuslardan yaparım!” (Şuara, 29) diyordu. Buradan anlaşılmaktadır ki, esas mesele ilahlık yani otoritedir, otoriteye boyun eğip eğmemek meselesidir. Allah’tan başka otoriteye boyun eğmek, sistem içi savrulmak, boyun eğmemek ise İslamî duruştur.

Sihirbazların imanı da (Taha, 70; A’raf, 121-122; Şuara, 47-48), neredeyse Musa’dan geri kalmayan bir mesaj içermekteydi. Firavun’un onca tehdidine karşı, “Yapacağını yap, sen ancak dünya hayatında hükmünü geçirebilirsin!” (Taha, 72) diye meydan okuyan bu mü'minler, sistem dışı mücadelenin en güzel örneğiydiler.

mehmed-durmus2.jpg

Samirî örneği

Sistem içi mücadelenin, savrulmanın, putperestlerden ve putperestliklerden etkilenmenin en ibretamiz örneği de kuşkusuz Samirî’dir. Musa’nın Tur’da bulunuşundan istifade ile 40 gün içinde İsrail oğullarını değiştiren Samirî, (A’raf, 142-143) bir buzağı heykeliyle (A’raf, 148) İsrailoğulları’nın zihnini allak bullak etmiştir. Günümüzün demokratik söylemi de Samiri’nin bu buzağısını andırmaktadır. Hâsılı, Musa’nın mücadelesini Firavun engelleyemedi, ama onun davasını Samirî baltalayabilmiştir!

Peygamberlerden Yusuf (a.s)’ın mücadelesi, kimi sistem içi taraflarca hep istismar edile gelmiştir. Yusuf (a.s) her şeyden önce bir peygamberdir ve diğer peygamberlerden farklı olarak kâfir bir sistemle uzlaşması düşünülemez. Zaten kendisi de ataları İbrahim, İshak ve Yakub’un dinine (milletine/sistemine) uyduğunu hassaten belirtmektedir. (Yusuf, 38). Zindana gitmeyi, namuslarını beş paralık edenlerin tekliflerine tercih etmiş, onlara yaranmaya çalışmamış bir Peygamber, Firavun’la, akidesi/dini üzerinde hiçbir pazarlığa girişmemiş, imanını ve Müslümanlığını koruyarak, ülkenin yönetiminde en etkin kişi olmuştur.

O ülkede Yusuf’u yerleştirip imkân verdiğini (mekkennâ) bildiren cenabı Hak, Yusuf’un batıl bir yöntemle siyasal bir konum elde etmesine izin vermezdi.

İslamî mücadelenin tamamen sistem dışında kalınarak yapılmasının zorunlu olduğunu gösteren en güzel örneklerden biri de kuşkusuz Ashab-ı Kehf’in mücadelesidir. Bu gençler, zamanın kâfir sistemine karşı kıyam etmişler (iz qâmû), Allah’tan başka bir otoriteyi ilah (meşru sistem) edinmeyeceklerini beyan ederek, Allah’tan başka ilah (otorite) edinmenin “saçma sapan konuşmak” olduğunu beyan etmişlerdir. (Kehf, 14). Buna göre, çağımızın demokratik siyaset felsefesi de tam olarak “saçma sapan bir söz”dür.

Genç müminler, müşrik kavimlerinden ayrıştıkları (itizal ettikleri) için mağaraya sığınmışlardır. Süresini sadece Allah'ın bildiği o ‘derin’ uykularından uyandırıldıktan sonra, hala o tevhid bilinci dün gibi hafızalarındaydı ve yiyecek alması için şehre gönderdikleri arkadaşlarına, yerlerini ele vermemesi için dikkatli olmasını tembihlerken, aksi takdirde, kavimlerinin ya öldürecekleri, ya da eski dinlerine geri döndürecekleri kaygısını taşıyorlardı. Onlara göre asıl tehlike, işte bu ikinci ihtimaldi.

Muhammed (sav)’in tevhid mücadelesine gelince, onun hayatı daha berrak, daha açık ve net bir yöntem bilgisi sunmaktadır. Mekke kafirleri bazen amcasına, bazen bizzat Peygamber’in kendisine başvurarak bu davadan vazgeçmesini, sistemlerini rahatsız etmemesini istemişler ama her defasında çelik gibi bir iradeyle karşılaşmışlardır. Mekke’nin önde gelenleri, Ebu Talib’e, ya onu sustur ya da biz susturalım mealinde tehditkâr başvuruda bulununca Peygamberimiz o meşhur cevabı vererek ‘tek celsede’ sistem içine çekilmek amacına matuf bütün kafirce arzuları bitirmiş, tuzakları boşa çıkartmıştır: Bir elime güneşi, bir elime ayı koysanız yine bu davadan vazgeçmem!

Kendisine ise en sonunda, bir yıl sen bizim ilahlarımıza ibadet et, bir yıl da biz senin ilahına ibadet edelim teklifini getirmişler, Rasulullah’ın cevabını ise Kafirûn suresi vermiştir: “De ki ey kâfirler! … Sizin dininiz size, benim dinim banadır!”

Kevser suresinin de bu dönemde, (kurban kesmesini bildirmek için değil!), kâfirlere karşı dik durması için nazil olduğu anlaşılmaktadır.

Sataşmalar, saldırılar, öldürmeler, Habeşistan hicreti, boykot ve Taif’te taşlanmanın hiçbiri Peygamber’i pes ettirememiş, sistem içine çekememiştir. Bir müşrikin (Mut’im b. Adiy) himayesine sığınmış ama Din’ini asla pazarlık konusu yapmamıştır. Peygamber (a.s) misali, Hz. Ebu Bekir de, Habeşistan’a hicret niyetiyle evinden çıktıktan sonra İbnü’d-Duğunne’nin himayesine girmek zorunda kalmış fakat Kur’an okumasına müdahale edilmesi üzerine, himayesini adeta başına çalmıştır.

Peygamber (a.s)’ın Medine vesikası ve Hudeybiye anlaşması gibi siyasal icraatları da, küfür sistemleriyle hiçbir şekilde barışılmayacağının en bariz kanıtlarıdır.

Kur’an, daha ilk günlerden itibaren kâfirlere meyletmemesi hususunda Peygamber (a.s)ı uyarıyordu. “Onlar isterler ki sen yumuşak davranasın da onlar da sana yumuşak davransınlar!” (Kalem, 9) ayeti, ilk nazil olan uyarılardandır. Alak suresinde (kafir otoriteye) itaat etmemesi; Kalem suresinde yine -daha detaylı bir şekilde- kafirlere itaat etmemesi uyarısı yapılmaktadır. İsra suresinde ise müşriklerin saptırmalarına karşı son derece dik duruşlu olması gerektiği keskin bir dille istenmiştir. (İsra, 73-75).

Türkiye'de durum ne?

Türkiye'de sistem, aslında İslam'ı tamamen ortadan kaldırmak maksadıyla kurulmuştur. Fakat bunun imkansız olduğu anlaşılınca, hiç değilse içeriden dönüştürerek, kelime ve kavramlarını tahrif ederek, Din’in temel ilkelerini sulandırarak başkalaştırmak, dâhili ve harici sisteme uyumlu bir hale getirilmek istenmiştir.

Türkiye'de laik, demokratik, liberal bir sistem egemendir. Bu sistem, kendisine uyum sağlayanları ihya ediyor, uyum sağlamak istemeyenlere ise dünyanın binbir meşakkatini tattırıyor. Bu açıdan Türkiye'de sayısal olarak büyük cemaat, tarikat ve gruplar sistemle barışık hareket etmişlerdir. Türkiye'de sistem içi mücadelenin en somut örneği, Said Nursi ve 1990’lı yıllardan beri bilhassa palazlandırılan Fethullah Gülen ve cemaatidir. Bu sonuncusu, bir “sistem-içi mücadele” hareketi değildir. Onun adını koymak gerekir. Bu hareket, sistemle birlikte kendi halkına, Müslümanların değerlerine karşı bir mücadele, İslam'ı bir paçavraya döndürme hareketidir. Onun için dünya çapında makbul ve muteber bir teşkilattır.

mehmed-durmus3.jpg

Türkiye’de Adnan Menderes’in Demokrat Parti’si ve Özal’ın ANAP’ı, Müslümanları sisteme yamamaya çalışan en önemli iki parti olmuştur. Bilahare N. Erbakan’ın Milli Görüş geleneği ve onun son ürünü olan R. Tayyip Erdoğan ve Partisi, Müslümanların sistemle, dolayısıyla Kemalizm, laiklik ve demokrasiyle uyuşması, uzlaşması için misyon yüklenmiş en önemli siyasal araçlardır.

Türkiye'de Kur’an İslamı’ndan başka yepyeni bir din inşa edilmek istenmektedir. Bunun için çok büyük projeler çizilmekte, çoğunda başarı sağlanmaktadır. AKP eliyle dindar kitleler 70 küsur yıldır ‘küs’ oldukları sistemle iyice barışmışlardır. 12 Eylül 2010 anayasa referandumu, Müslümanların sisteme eklemlenme sürecinin en belirgin tarihi dönüm noktasıdır. Referandumun, Müslümanların iyi-kötü yapmaya çalıştıkları ‘sur’da açtığı ‘gedik’ giderek büyüyecek, nebevî çizginin tavizsiz takipçisi az sayıdaki Müslüman dışında kirletmediği zihin kalmayacak gibi görünmektedir.

Buna karşı Müslümanlar ise sistemden tam bağımsız, uzlaşmasız, akideyle tam uyum sağlayan bir yöntemle İslam'ı yaşamaya ve İslam'ı tebliğ etmeye devam etmelidirler. Müslümanların, sistemden pay almak, “komünistlerin geleceği yerleri, onlar gelmeden önce işgal etmek” gibi gayri İslami hedefleri olmamalıdır.

Mehmed Durmuş’un sohbeti, sorulara verdiği cevaplarla son buldu. 

Etiketler : #M.   #Durmuş:   #İslami   #mücadele   #   #doğası   #gereği   #sistem   #dışı   #olmalıdır   
YORUMLAR
  • hamza er   10-05-2011 11:27

    Selamun Aleykum Öncelikle İzmir Özgün-Der'deki kardeşlerimi tebrik ediyorum. Bizlerinde daha önce iştirak ettiği bir çalışma olmuştu. Oldukça misafirperver ve ilgidolu bir yaklaşımla bizleri ağırlamışlardı. Şimdi Mehmet abiyi hem de çok önemli bir konu için orada misafir etmişler. Hem kendilerini hem de sunumundan dolayı Mehmet Durmuş abiyi tebrik ederim. Rabbim çalışmalarımızı bereketlendirsin...

  • ebumuhammed   09-05-2011 09:08

    önceleri "mevzi" idi kazandıkları(!) şimdilerde "mevki" (büyümek) ileride görecekler "mevti" (düşünce ölümü) böyle giderse "mev" ile olur burası "mev"lananın evi

  • necati türkoğlu   08-05-2011 20:09

    “Ey tağutu destekleyen insanlar, ey putların önünde ibadete duran kişilere oy verip destek olan kimseler.. Hakkı batıla bulayıp gerçekleri gizleyen Samiri soylu belamlar, gelin Rabb’inize yönelip tevbe edin, Kim tağutu reddedip Allah'a iman ederse, muhakkak ki o, kopmayan, sağlam bir kulpa yapışmıştır. hükmüne uyarak tağutu, tağuti sistemleri, tağut olan Kemalist zorbalığı reddedip kopmayan, sapasağlam Tevhid kulpuna yapışın; kurtuluşunuz bundadır.( kurani mucahede, ramazan yılmaz beyden küçük bir iktibas) mehmet durmuş bey kardeşim allah razı olsun cesurca bu konuları dile getirdiğiniz için selam ve saygılar bu düşüncede olan ve düşündüğünü yaşayan müminlerin bir araya gelmeleri dileğiyle .

İlginizi çekebilecek diğer haberler

Makaleler

Hava Durumu


VAN